Şafak Akça yazdı: ‘Yeni nesil’ üniversite ile kendimizi kandırmak

Çeşitli indekslerde dünyanın en iyi 500 üniversiteleri arasında olan gözbebeğimiz üniversitelerimiz neden bu listelerin dışında kalıyor? Yanıtı çok net: bilimden uzaklaşmak. Bilimin yerine yandaşlığı koymak.

Yeni nesil üniversite dönemini yaşıyoruz; kat görevlisi bölüm başkanı, daire sorumlusu dekan, apartman yöneticisi rektör dönemindeyiz. Önce kampüs gitti, yerine külliye geldi, meğer arkasından da apartman üniversite gelecekmiş. Gerçi ‘Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur’ diye bir atasözü var dilimizde. Önce liseler apartman lise oldu, temel lise adıyla. Öğrenciler bahçe yerine teneffüse, balkona çıktılar. Veliler de bu durumdan memnundu. Ne de olsa yazılılardan normalde 50-60’ı alamayacak çocuğu 90-100’leri almaya başlamıştı. Hem bu lise ortalamasının üniversiteye girişte önemli puan getirisi vardı; ortaöğretim başarı puanı ile birçok öğrenciyi geride bırakabiliyordu. Devlet okullarında okuyan emsalleri de idealist öğretmenler nedeniyle 100’leri hayal edemiyor, başarı puanında geri kalıyordu. Sınavların yoğun döneminde bu konu gündeme gelir, ‘özel okullar not şişiriyor’ denir ve hep havada kalır (Layıkıyla işini yapan özel okullar hariç). Sonra bu çocuklar üniversite sınavlarına girdiler. Ama sınavın farklı bir yapısı vardı, ne yaparsan onun karşılığını alıyordun ve bu karşılıklar çok da iyi olmadı her çocuk için. Ama olsun, illa ki bir üniversiteye yerleşecekti. Hem ne de olsa devlet büyüklerimiz puanlar yetersiz olunca gerek barajları düşürmede gerekse üniversite ve sayısız bölüm açmada mahirdiler. Öyle de oluyordu.

O kadar çok üniversitemiz ve üniversite öğrencimiz var ki eski Almanya Başbakanı Merkel bile şaşırıp kıskanıyordu. Nasıl kıskanmasın? Sekiz milyon nitelikli üniversite öğrencisi bu ülkeyi uçururdu ve onları da geride bırakabilirdi. Haklıydı kıskanmasında ve şaşırmasında. O apartman liseden şişirme notlarla mezun olan öğrencimiz eksi 1.4 Türk Dili Edebiyatı netiyle İstanbul’da, E-5 üzerindeki apartman üniversitelerinden birinin Türk Dili Edebiyatı bölümüne girebiliyorsa öğrenci sayımızla övünmemiz gerekirdi. Hem devlet övünüyordu hem ana babalar ‘çocuğumuz üniversite kazandı’ diye mutluydular. Ya da insan sağlığı için önemli bir meslek olan ebelik bölümüne eksi netlerle girebilir ve bu ünvanı alabilirlerdi. Apartman üniversitelerimiz ‘bu kadar mezun verdik’ diye reklamlarını yaparlardı.

Zaten bu üniversitelerin çoğu da bu amaç için açılmadı mı? Daha çok öğrenci üniversite eğitimi alsın, sonrasını düşünürüz mantığıyla. Ama sonrası her türlü felaket olmuyor mu? Bu gençlerimiz işsiz değil mi? Üstelik nitelikleri yeterli mi? Ayrıca yetiştirirken niteliğe baktık mı? Hatta o kadar umursamadık ki bu nitelik konusunu yayımlanmış tek bir eseri olmayanı rektör yaptık. Bilimsel atıfı olmayanı dekan, rektör yapmadık mı? Hz. Nuh’un cep telefonu ile oğluyla konuştuğunu söyleyen profesörlerimiz yok mu? Mühendislik fakültesine ilahiyatçı akademisyen atanmadı mı? TV’lerde Atatürk düşmanlığı ile ünlenen kişiler liyakatle mi rektör atandı bu apartman üniversitelere? Ya da bir kişi rektör olsun diye kişiye özel kanun çıkarılmadı mı? Üniversitelerin yönetiminden sorumlu en üst düzey kişi cehaleti savunmadı mı?

Çeşitli indekslerde dünyanın en iyi 500 üniversiteleri arasında olan gözbebeğimiz üniversitelerimiz neden bu listelerin dışında kalıyor? Yanıtı çok net: bilimden uzaklaşmak. Bilimin yerine yandaşlığı koymak. Bu yandaşlık o kadar ileri boyutlara varabiliyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, YÖK Anadolu Projesi Tanıtım Toplantısı’nda yaptıkları konuşmada kullandığı “Bologna Süreci” ifadesini “Polonya süreci” diye düzelterek haber yapan gazeteleri gördük.

Rahmetli başbakanlardan Refik Saydam’ın, “Bu ülkede A’dan Z’ye her şey bozuk” dediği söylenir. Diğer alanlara girmek haddime değil ama eğitimde her şeyin A’dan Z’ye bozuk olduğu bir zamandayız.

Etiketler
Akademisyen rektör