Hatice Turhan Yazdı: Söz'ün Kısa ve Trajik Öyküsü
Tam 37 yıl önce bu hafta bir gazete kapandı. Onlarca gazeteci ortalığa savruldu. Size onun hikayesini anlatıyordum. Yarım kaldı.
Bu anı düşünürken hep aklıma Can Baba’nın, Can Yücel’in “Sardunya’ya ağıt” şiiri gelir.
“İkindiyin saat beşte
Başgardiyan Rıza başta
Karalar bastı koğuşa
İkindiyin saat beşte”
Muhtemelen saat 18-19.00 gibiydi. İlk prova baskısı gelmiş gazeteler ele alınmış ve koklanıyordu. Şimdilerde bilinmez o gazetenin bir mürekkep kokusu vardır. Taze mürekkep kendine özgü bir kokuya sahiptir. Matbaadan yeni çıkmış taze gazeteyi bir kere koklayan ondan bir daha vazgeçemez. Ele hafif bir ıslaklık duygusu verir. Hani su gibi değil de yeni kremlenmiş bir el gibi düşünün.
Evet başta Dinç Bilgin, hemen arkasında Zafer Mutlu onun yanında Selahattin Duman ve Ercan Arıklı girdiler yazı işlerine. Umur Talu ile bir odaya kapandılar. Odadan çıkıldığında Umur Bey artık Genel Yayın Yönetmeni değildi. Gazeteyi kuran Umur Bey gazetenin ilk günü dolmadan istifa etmişti. (Umur Talu belki odanın içinde neler konuşulduğunu yazar. Belki de yazdı ancak gözümden kaçtı.) Ardından ayrılanlar da oldu. Belli ki Dinç Bilgin gazeteyi beğenmemişti. Ve “Karışmayacağım” sözünü unutup gazeteye müdahale etmişti. Belki kullanılan manşetin de katkısı vardı bu işte. Çünkü 12 Eylül mahsulü, darbeci komutanların oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi hala vardı. Gerçi adı değişmiş Cumhurbaşkanlığı Konseyi olmuştu. Tahsin Şahinkaya da onun üyesiydi. Ve bu manşette kudretli eski Hava Kuvvetleri Komutanı Milli Güvenlik Konseyi üyesinin adı geçiyordu. Olumsuz bir şekilde tabii ki.
Baskıncı ekip oturdular o zamanki iptidai bilgisayarların başına. Gazeteyi yeniden düzenlediler. Fakat gazetenin boynu bir kez bükülmüştü. Ve Ercan Bey verdiği ikinci sözü de unuttu. İlk sözü hatırlarsınız hiçbir gazeteye karışmayacak idi, ikinci sözü de yazar alınmayacak idi. Unuttu... Ahmet Altan ve İlhan Selçuk’u aldı. Gazete günden güne eridi, eridi, eridi 3,5 ayın sonunda ise son nefesini verdi.
Çok üstün nitelikli bir sürü gazeteci işsiz kaldı, ortalığa saçıldı. Ercan Arıklı 5-6 gazeteciyi 3 ay daha tuttu. “Belki bir dergi çıkarırım işime yararlar” diye. Bu gazeteciler 3 ay sabah işe geldiler, akşam döndüler. Hiçbir şey yapmadan boş boş beklediler. Ve Söz Gazetesi tarihin sayfalarına karıştı.
Geçenlerde Umur Talu’nun bir Instagram paylaşımını gördüm. Umur Bey meslek hayatını kısaca özetlemiş bu paylaşımda. Ancak Söz Gazetesi'nin adını geçirmemiş. “Kısa bir gazete denemesi” demiş yanlış hatırlamıyorsam. Evet kısa bir gazete denemesiydi. Bazı çocuklar için de hayatın başlangıcıydı. Birçokları için de belki de sonuydu.
Ercan Arıklı bu olaydan sonra bir daha iflah olmadı. Elindeki dergisi gitti. Dinç Bilgin’le ortaklık yaptı. O kudretli dergi patronu, yayıncı patron gitmiş yerine daha etkisiz, daha mülayim bir adam gelmişti. Sonu da hiç ona yakışmayacak gibi oldu zaten. Esentepe‘de yolda karşıdan karşıya geçerken şoförüne ulaşmak için bir otobüs çarpması sonucu hayatını kaybetti. Ercan Arıklı'ya gençliğinde “Böyle öleceksin” diye söyleseler katıla katıla gülerdi herhalde. Türk medyasına çok önemli katkıları oldu. Ayrı bir değer, ayrı bir bakış açısı getirmek istedi. Fakat her şey aslına dönüyor maalesef. Eldeki malzeme bu olunca ne kadar değişik yemek pişirmeye çalışırsan çalış yemek kötü oluyor işte.
Ercan Arıklı‘yı daha iyi tanıyanlar vardır, ancak tek bir anekdotla hayata bakışını size anlatayım. Gazete kapandıktan sonra dünyanın en kibar ve en şık adamlarından biri olan Ercan Bey, Arnavutköy Kedi Bar’da tüm muhabir ve yazı işleri kadrosuna bir davet verdi. Herkes patronlarına, tırnak içinde eski patronlarına iyi davranıyordu. Ve ismi bende kalsın biri dedi ki: “Ercan bey biz bu gazeteyi çok sevmiştik. Çok çalıştık, sabahlara kadar çalıştık.”
Ercan bey duydu, duymamazlığa geldi. Aynı kişi bir daha tekrar etti “Ercan Bey sabahlara kadar çalıştık, çok çalıştık, bayramlarda bile çalıştık” deyince, döndü, “Yahu” dedi, “Yapacak daha iyi işin olsa çalışır mıydın?”
Ercan Bey hayatın önemini bilen bir adamdı. Patron olmasına rağmen çalışanına önce hayatını yaşa anlamında bir laf söylemişti.