Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor

7 öğrencinin yaşamını yitirdiği, 41'inin ise yaralandığı Beyazıt Katliamı’nın üstünden 46 yıl geçti. Saldırının canlı tanıklarından Oğuzhan Kayserilioğlu ile 16 Mart'ı konuştuk.

Tam 46 yıl geçti…

16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı, derin devletin rol oynadığı, Çorum, Maraş ve Sivas gibi, ülke tarihinin en kanlı katliamları arasında yer alıyor.

1960-80 arasındaki siyasi atmosferinin ilk öğrenci katliamı olan Beyazıt Katliamı'nda, başını Abdullah Çatlı'nın çektiği Ülkü Ocakları üyesi kişiler, bomba ve silahlarla devrimci öğrencilerin üstüne ölüm yağdırdı. 7 genç yaşamını yitirdi, 41'i yaralandı.

Beyazıt Katliamı'nda ölen 7 öğrenci; Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt’tu.

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 1

16 Mart öncesi İstanbul Üniversitesi'nde hegemonyayı elinde bulunduran Ülkücüler, bu gücünü kaybetmiş, devrimci öğrenciler binlerce kişiyle okulu işgal etmişti.

Katliam öncesi okula toplu giriş çıkış yapan devrimci öğrenciler, hakimiyeti ellerine aldı.

SALDIRININ FAİLLERİ

Saldırının olduğu yıl, Ülkü Ocakları Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 2. Başkanı ise Abdullah Çatlı’ydı.

Katliamın planlayıcısı, Abdullah Çatlı’nın saldırı için kullandırttığı bombanın, ABD’den TSK’ye verilen TNT’lerden biri olduğu da sonradan belli olmuş, Çatlı’nın bombayı bir yüzbaşından aldığını da itirafçıların beyanlarıyla gözler önüne serilmişti.

Katliamdan sonra ortaya çıkan belgelerde, MİT'in Ülkücüler içinde bir elemanının olduğu, bu kişinin saldırıyı günler öncesinden bildirdiği ortaya çıkmıştı.

Bu raporun dönemin İstanbul Emniyeti tarafından gizlenmesi bir yana, katliam günü polisin garip davranışlarda bulunduğu ve okuldan toplu çıkış yapan devrimci öğrencilerin etrafında her zaman yaptıkları gibi kalkan oluşturmak yerine yalnız bıraktığı trajik bir gerçek olarak yüzümüze çarpıyor.

Bir diğer trajik gerçek ise katliamdan sonra saldırganların peşine düşen polislere “dur” emri veren dönemin polis komiseri Reşat Altay, daha sonra Hrant Dink cinayetinde Trabzon İl Emniyet Müdürü olarak karşımıza çıkmıştı.

Çatlı ise derin devletin elamanı olarak Susurluk'a kadar birçok katliamda ve olayda varlığını sürdürmüştü.

DAVA ZAMAN AŞIMINA UĞRADI

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 2

Saldırının failleri arasında olan Ülkü Ocakları üyesi Zülkif İsot, katliamı itiraf etmek istediği için Latif Aktı adlı arkadaşı tarafından öldürülmüş, İsot'un ablası, kardeşinin anlatımları mahkemeye taşımıştı.

Olayla ilgili tanıklara ve delillere rağmen katliamın davası zaman aşımına uğramıştı, ardından yeniden açılmıştı.

Saldırının ardından uzunca yıl süren ve 17 kişinin yargılandığı davada sadece Sıddık Polat isimli kişi 11 yıl ceza aldı. Cezası daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozuldu ve beraat etti.

Dava, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20 Ekim 2008 tarihinde bir kez daha 'zaman aşımı'na uğradı. Bu karar daha sonra Yargıtay tarafından da onaylandı.

KATLİAMIN CANLI TANIĞI: OĞUZHAN KAYSERİLİOĞLU

Beyazıt katliamının canlı tanıklarından biri de o dönem İstanbul Üniversitesi'nde öğrenim gören Oğuzhan Kayserilioğlu'dur.

Oğuzhan Kayserilioğlu, Türkiye devrimci hareketinin tarihinde önemli bir yere sahip olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı geleneğinin temsilcilerinden birisi. Kayserilioğlu aynı zamanda Toplumsal Özgürlük Partisi'nin (TÖP) kurucuları arasında yer alıyor.

Kayserilioğlu bombalı saldırıda yaralanan 41 öğrenciden biri ve saldırı sonrası 1 ay hastanede kalıyor.

Sorularımla birlikte sözü Oğuzhan hocaya bırakıyorum...

'SOL DALGAYI ŞİDDETLE KIRMAYI AMAÇLIYORLARDI'

Beyazıt Katliamı'nın ve o dönemin canlı tanığı olarak, dönemin siyasi atmosferini ve sokağın durumunu anlatabilir misiniz?

“16 Mart olayı içinde olduğu dönemin koşulları üzerinden değerlendirilmeli.

En geniş haliyle 1960- 80 arası Türkiye açısından çok özel bir dönemdi; daha dar bir kesit olarak 1975- 80 arası ise, bu özel dönemin oldukça kanlı bir finaliydi. 16 Mart tam da o finaldeki “kanlı” sürecin içinde anlaşılabilir.

12 Mart askeri darbesinden hemen sonraki yıllarda, Deniz, Mahir ve İbo’da kendi kahramanlarını yaratan önceki dönemin gençlik önderlerinin büyülü halesi bütün gençliğin başının üstünde geziniyor, herkes onlara öykünüyor, herkes sola, sosyalizme yöneliyordu.

Devletin ve sermayenin cevabı ise, her yıl daha fazla artan şiddet oldu. 12 Mart döneminde sönümlendiremediklerini anladıkları sol dalgayı zamana yayılan ve yoğunluğu gittikçe artan şiddetle kırmayı amaçlıyorlardı. Şiddet hem devletin resmi güçleri hem de bu resmi güçlerin bir “alet” olarak kullandıkları sivil faşistler tarafından uygulanıyordu.”

DEVRİMCİ HAREKET BÖYLESİ VERİMLİ BİR ORTAMDAN BESLENİYORDU

Dönemin halk hareketlerinin ve devrimci hareketin durumundan kısaca bahsedebilir misiniz?

“16 Mart’ın içinde olduğu dönem, halkın bütün kesimlerinin sokakta hareket halinde olduğu, devrimci siyasi yapıların neredeyse bizzat kendilerinin ulaştıkları güce şaştığı ve aslında taşıyamayacağı kadar güçlendiği bir özel dönemdi. Devrimci hareketin etki alanı tarihte olmadığı kadar yayılmıştı. İşçiler, köylüler, öğrenciler, Aleviler, Kürtler sürekli hareket halindeydi ve devrimci hareket böylesi verimli bir ortamdan besleniyordu.

Evet, devrimci hareketin etkisinin yapısı devrimci-komünist değil, Kemalizm üzerinden kısmen sistemle de bağı olan ama güçlü bir sistemden kopuş potansiyeliyle yüklü amorf bir halkçı-demokratik nitelik taşıyordu. Yükselip alçalan dalgalar halinde olan işçi eylemlerinin varlığı hareket içindeki devrimci-komünist eğilimin güçlenmesinin önünü açabilirdi. 12 Eylül darbesi böylesi bir gelişimin de önünü kesmiş oldu.”

'PANİK VE KORKU YARATIP, HALKIN SOKAKLARDAN EVLERE ÇEKİLMESİ İSTENİYORDU'

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 3

16 Mart Katliamı'ndan 10 ay önce "Kanlı 1 Mayıs"a tanık olundu. Arada geçen süreçte yaşan olayları ve bunun halk kitlelerine olan yansımasını nasıl yorumlarsınız?

“Kerim Yaman isimli öğrencinin öldürülmesiyle başlayan şiddet dalgası 1 Mayıs 1977’de ilk zirvesine ulaştıktan sonra, alanını genişleterek ve yoğunluğunu arttırarak sürdü.

Belli bir aşamadan sonra şiddet artık seçilmiş siyasi kişileri öldürmekten çıkıp kahve tarayarak ya da otobüs duraklarında bomba patlatarak rastgele insan öldürme aşamasına geçti. Bedreddin Cömert gibi demokrat bir sanat insanı ya da aslında tam da sermayenin sesi olan Abdi İpekçi gibi gazeteciler öldürülmeye başlandı. Herkesin hedef olabileceği gösterilerek panik ve korku yaratıp, halkın sokaklardan evlere çekilmesi isteniyordu.

16 Mart 1978 katliamı, 1 Mayıs 1977 katliamı sonrasında kısmen geri çekilen halk hareketi içinde hala canlı kalan öğrenci hareketini dağıtmayı amaçlıyordu. Hareket içinde öne çıktıkları için hedef gösterilen özel öğrencilerin öldürülmesi yetmemiş olacak ki, toplu katliam aşamasına sıçranıyordu. Hemen sonrasındaki Yıldız Akademisi katliam girişimi de aynı sürecin içindedir.”

KATLİAM GÜNÜ

Katliamın olduğu günü ve katliam anını betimleyebilir misiniz?

“O gün, 16 Mart’ta polisler arasında büyük bir gerginlik vardı.

O dönem ismi çok duyulan polis amirlerinden Uğur Gür’e TİKKO tarafından suikast düzenlenmişti. Eylemci militan, ki sonra TKP/ML-TİKKO’nun yöneticisi olarak yargılandı. Şehremini’nde yaptığı eylemle Uğur Gür’e 13 kurşun isabet ettirmiş, sonra polislerle çatışarak Fatih’e kadar gelmiş ve kurşunu bitince yakalanmıştı.

Okula giderken tesadüfen, yakalanan militanın polislerce sürüklenerek götürülüşüne şahit olmuş, psikolojik olarak sarsılmıştım. Olayın ne olduğunu bilmesem de militanın polislerin içinden attığı sloganla solcu olduğunu anlamıştım. Okula gitmek için toplandığımız Süleymaniye’ye gelince durumu da öğrendim. Herkeste bir gerginlik vardı.

Dersler bitip de öğle saatinde çıkış başlayınca, faşistler, alt katta saldırdılar. Aradaki polisler bilinçlice saldırıya fırsat verdiler ve devrimci öğrenciler tam toparlanıp da karşı saldırıya geçerken araya girip, sözüm ona olayların genişlemesini engellediler. Her şey iki üç dakika içinde oldu bitti. Fazla bir darbe alınmasa da sinirler gerildi ve bir motivasyon dalgası oluştu. Sanıyorum 300-400 kişi kadardık, slogan atılmaya başlandı.

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 4

Merkez binanın çıkışına doğru toplu bir şekilde ve yürüyüş kolu halinde hareket ettik. Polislerin amiri Behzat isimli bir memurdu ve davranışlarında bir gerginlik vardı. Sonraki olacaklardan haberi olduğunu sanmıyorum ama, işte öyle idi. Sanki elleri titriyordu. Ve bize her zamankinden daha nazik davranıyordu.

Kapıdan dışarı çıkınca, her zaman olduğu gibi, önceden çıkmış faşistlerle aramızda bir polis grubunun olmadığını şaşkınlıkla gördük. Başlarında Kazım ve Mehmet’in olduğu faşistler “kahrolsun komünistler” ve “komünistler Moskova’ya” diye bağırıyorlardı. İşin tuhaf tarafı “Moskova’cı” komünistler “provokasyon olur” diye işgali kırma eylemine katılmıyorlardı. Her neyse, her zaman olduğu gibi sağa dönüp Eczacılık’a doğru ve oradan da faşistlerin “küçük Moskova” dedikleri ara yoldan Süleymaniye’ye doğru yöneldik. 16 günden beri süren işgal kırma eylemimizde, okuldan çıktıktan sonra toplu halde yürürken herhangi bir silahlı saldırıya uğrama tehlikesine karşı, Eczacılık’ın meydana bakan pencerelerinde silahlı arkadaşlar nöbet tutuyordu. Zaten ara yola girdikten sonra bir tehlike yoktu. Orası bizim bölgemizdi.

Eczacılık’ın kapısından dönüp de Süleymaniye’ye doğru yönelmiştik ki, “bomba attılar” diye bir ses duydum. Dönüp bakınca havada bana doğru gelen bombayı gördüm ve bir an alıp geri atmayı düşünsem de yine bir anda vazgeçtim ve kendimi, önceden bir arkadaşın öğrettiği üzere, bombaya ayaklarımı vererek yere attım. Bomba ben henüz yere düşemeden patladı. Korkunç bir gürültüden ve kulağımdaki uğultudan başka hiçbir şey hissetmiyordum. Kendi kendime “haydi aslanım bunu da atlattın” diyordum ki, birden ağzıma kan geldi. Ayağa kalkıp olay yerinden uzaklaşmaya çalışırken, ki o anda etrafımda ister istemez gördüğüm şeyler gerçekten çok kötüydü, seri halde 14’lü otomatik atışına başladılar. Gene eğilince başım dönmeye başladı ve soğuk bir ter boşandı.

Ölüyorum, diye düşündüm, son bir slogan atmaya çalışırken, sesimin hırıltılı ve zorla çıktığını ve ağzımın iyice kanla dolu olduğunu fark ettim. Ateş bitince, ki seri halde bir dakika falan sürdü, ayağa kalkıp Esnaf Hastanesine doğru sallanarak yürümeye başladım. Ancak yabancı dillerin önüne geldiğimde, gücüm tükenip de düşeceğim sırada, koşarak Süleymaniye’den gelen polisler hemen kollarımdan tutarak yardımcı oldular. Okulun önünden uzaklaştırılan ve çevre görevi verilen polisler Pol-Der’li solcu polislerdi ve “dayan arkadaşım” deyip, ki hiç unutmuyorum, birisi ağlıyordu, onun gözlerini gördüm, beni kucakladılar. Bugün yaşıyorsam, büyük ölçüde Pol-Der’li o 2 polis arkadaşın sayesinde olduğunu düşünüyorum.

Esnaf Hastanesinde yer olmadığı için beni tekrar kucakladılar, ki artık ben kendi başıma hareket edemiyordum, taksiye bindirip şoföre “hemen Çapa’ya” dediler. Ve onlar da bindiler. Takside bir yaralı arkadaş daha vardı, adı herhalde Nilüfer’di, slogan atıyordu. İşte, “kahrolsun faşizm”, “tek yol devrim” falan, tam hatırlayamıyorum. Benim ağzım iyice kan dolmuştu ve sesim çıkmıyor, nefes almakta zorlanıyor ve bilincim de gidip geliyordu. Bir şekilde sloganlara katılmaya çalıştım ama hırıltıdan ötesine geçebildim mi, şimdi hatırlayamıyorum. Elini sıktım o da, benimkini. Sımsıkı birbirimizi tutuyorduk.

Ağır ameliyatlardan sonra kendimize gelip gazetelere göz attığımızda, okulun devrimcilerce işgal edildiğini, ölen 6 arkadaşımızın cenazesinin içinde çok sayıda işçi olduğu elli bin kişi tarafından kaldırıldığını öğrendik. Odada 6 ağır yaralıydık ve hepimiz ağladık. Faşist işgal kırılmıştı ve işçiler fabrikalarından çıkıp arkadaşlarımızın cenazesine sahip çıkmıştı. Ağlayanlardan biri de Cemil idi. İçinde olduğu Aydınlık hareketinin-şimdiki Vatan Partisi- öncülü eyleme karşı olmasına rağmen, işgali kırmada bizimle birlikteydi. Yaptığından memnundu. Bizlerin, diğer beş kişinin, yaraları ondan daha ağırdı ve onunkisi, yüzeydeki hafif şarapnel yaralarıydı. Ama fazla sayıdaydılar. Bomba o şekilde yapılmıştı ki, etrafına irili ufaklı çok sayıda demir parçası da ilave edilmişti. Patlayınca, parçaların her biri, birer kurşun gibi etrafa yayılmıştı. Bomba iyi ki yerde patlamıştı ve zararı etrafına olabilmişti. Şayet havada patlasaydı, bütün kitlenin öleceği ya da yaralanacağı anlaşılıyordu. Düşman alçaktı ve kararlıydı.

İşte o Cemil, ah o sevgili ve sevimli Cemil, hepimize sürekli moral verirken, güzel türküler söylerken, birden durumu kötüleşti. Meğer o parçalardan biri yüzünden bir bacağı kangren olmuştu. Onu hemen aramızdan aldılar. Götürürlerken “köpeklere inat yaşayacağım, gene geleceğim, gene türkü söyleyeceğim” diyordu. Birkaç oda ötede, o dönemde narkoz bulunmuyordu ve çoğumuzun ameliyatı sınırlı narkozla yapılmıştı, bağırta bağırta bacağını kestiler. Sesleri hala kulağımda. Hepimiz buz gibiydik. Keşke bir tanrı olsaydı da ona dua edebilseydik. Cemil, sevgili Cemil, ne yazık ki, ertesi gün öldü. Ve ölü sayısı 7’ye çıktı. Bir kısmı ağır, sanırım 9 kişiydik, toplam 40 küsur kişi yaralanmıştı.”

'KONT-GERİLLANIN BİLİNÇLİ EYLEMİDİR'

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 5

Beyazıt Katliamı’nda kullanılan bombanın TSK’ye ABD tarafından verilen TNT’lerden olduğu ortaya çıkmıştı. Katliamın planlayıcısı Abdullah Çatlı bunu bir yüzbaşından almıştı. 16 Mart’taki ABD ve CIA rolü hakkında yorumunuz ne olur?

“Oluşan huzursuz gerilimler farklı toplumsal hareketler biçiminde kendisini ifade ediyordu. Egemenler küresel ve yerel düzeyde önlem almakta gecikmediler.

İşte, 16 Mart katliamında da kendisini gösteren resmi ve sivil faşist terör, merkezinde CİA ve NATO’nun bulunduğu sermayenin şiddet örgütlerinin küresel düzeyde yeniden yapılandırılması ve birleriyle entegre olmasının yereldeki uzantısı olan kont-gerillanın bilinçli eylemidir. Sosyalist sistemin varlığı ve kapitalizmin yarattığı toplumsal gerilimlerin basıncı altındaki devlet fraksiyonları ve sermaye güçleri kendi savunma ve saldırı süreçlerini örgütlüyorlardı.

12 Mart darbesi sürecinde zaten öncesinde de belli mevzilerinde “içerden” konumlandığı devletin çekirdeğindeki alanını daha da genişleten CIA, öncesinde kimi Latin Amerika ülkelerinde ve Filipinler’de uyguladığı katliam pratiğini Türkiye’de de hayata geçiriyordu. Devletin çekirdeği halk düşmanı bir pratikte eğitilerek NATO ile daha derin bir entegrasyona sokuluyor, küresel kont-gerilla sistemine içeriliyordu. Öncesinde yaşanan katliamlar ve 12 Eylül askeri faşist darbesi söz konusu içerilmenin dışa vurumudur.”

'SİVİL FAŞİST TERÖR DALGASI, İSTEDİĞİ HEDEFE HEM ULAŞTI HEM DE ULAŞAMADI'

Beyazıt Katliamı’nın 46. yılı: Kanlı günün canlı tanığı Oğuzhan Kayserilioğlu anlatıyor - Resim : 6

16 Mart sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?

“16 Mart ve onun içinde yer aldığı resmi ve sivil faşist terör dalgası, istediği hedefe hem ulaştı hem de ulaşamadı.

O dönem üniversiteleri tek tek kaybeden hatta İstanbul’da belli bölgeler haricinde barınamaz hale gelen faşist hareketin, Beyazıt’taki Merkez Bina’dan başlayıp yayılarak birçok üniversiteyi işgal etmesinin önünü açmak hedefleniyordu. Bombalı vahşetin öğrencilerde ve bütün halkta yaratacağı korku ve paniğe güveniyorlardı.

Bu hedefe ulaşamadılar. Devrimci öğrenciler direndi, hatta daha fazla inisiyatif almak için hamle yaptı ve faşistler kısmen kontrol ettikleri Merkez Bina başta olmak üzere birçok üniversiteyi terk etmek zorunda kaldılar. Hatta şehrin tümündeki kalan mevzilerinin bir kısmını kaybedip, kalanları da korumakta zorlandılar. Günümüzde bile faşist hareket İstanbul’da güçlü değildir.

Ama aynı zamanda hedeflerine ulaştılar.

Yükselen sol dalgayı henüz kaldıramayacağı şiddette bir gerilim alanının içinde sürekli basınç altında tutarak yordular, devrimci çıkışların toplumsal desteğini azaltabildiler, halkta kendine güvenerek hakkını arama ya da coşku ve iddiayla siyaset yapma arzusunu törpülediler. Evet yok edemediler, ama yordular, azalttılar, törpülediler; daha da yükselme eğiliminde olan halkçı-demokratik dalganın yükselmesini ve bu süreç içinde kendisini eğitecek olan halkın özneleşmesini engellediler.

Halk hareketi kısmen durgunlaşınca devreye ABD’nin “our boys” ları (“bizim oğlanlar”) girdi ve 12 Eylül darbesi yapıldı. Darbenin güçlü bir direnişle karşılaşmaması, sadece o dönemin güçlü sol yapılarının yetersizlikleri yüzünden değil, aynı zamanda üstüne yüklenen şiddet yüklü basınçtan kurtulma isteği taşıyan halkın sessizce evlerine çekilmesiyle belirlenmiştir.”

Etiketler
Beyazıt Katliamı Devrimciler Oğuzhan Kayserilioğlu Ülkü Ocakları

Egemen Isar Arşivi