Eğitime yakışmayan sadece MEB’de ‘Bakan’ olur!

Mahmut Özer’in Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasının hemen ardından tartışmalar ve sorular başladı. Kimi “Gelen gideni aratır mı?” diyor, kimi “Ziya...

Mahmut Özer’in Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasının hemen ardından tartışmalar ve sorular başladı. Kimi “Gelen gideni aratır mı?” diyor, kimi “Ziya Selçuk’un günahı neydi?” Kimileri MEB’de yaşanan hesaplaşmada yitireceği kadroların derdinde… Başka birileri de eskilerinin yanına hangi yeni kadroları ekleyeceğinin…

Ve bu minval üzre birileri, “Ziya Hoca’nın esas günahı sistemli kurallı kaideli bir yönetim gerçekleştirme çabasıydı. Sistemi, kural kaideyi, düzeni ve nizamı istemeyen çıkar çevreleri ve menfaat çeteleri şimdilik başarmış görünse de umudumuz o dur ki yeni Bakan bir Anadolu evladı olarak devletin tahrip edilmesine müsaade etmeyecektir” diyerek sürdürüyorlar sözlerini…

Öyle zekiler ki hem gidenin giderayak kendileri için yaptığı “kıyak” atamalar karşısında şükranlarını sunuyorlar, hem de “Anadolu evladı” nitelemesiyle Mahmut Özer’e göz kırpıyorlar. Dahası, Ziya Selçuk’u “çıkar çevreleri ve menfaat çeteleri”nin götürdüğünü, dolaylı bir biçimde de Mahmut Özer’i onların getirdiğini söylemeyi ihmal etmeden…

Lakin atayanlar gibi, söz konusu kesimler de Mahmut Özer’in eğitime yakışan bir bakan olup olmadığını sorgulamıyor, bununla da ilgilenmiyorlar. Hatta eğitime yakışan bir bakan ile MEB’e yakışan bir bakan arasında fark olup olmadığıyla da… Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, ucunda rant ve koltuk yoksa, bunlar için eğitim, dertler sıralamasında bir dert bile değildir.

Oysa ikisinin arasında öyle farklar var ki… O halde başlayalım: MEB’e yakışan her bakan eğitime yakışır mı? Ya da eğitime yakışan her bakan MEB’e yakışır mı?

Önce Eğitime Yakışan Bakan

Eğitime yakışan bir bakan, her şeyden önce düşünüşü, söyleyişi ve eyleyişiyle başta öğretmen ve öğrenciler olmak üzere, eğitimin tüm bileşenlerine rol modellik yaptığını bir an için bile aklından çıkarmayan, bunu asla unutmayan ve buna uygun yaşayan bir insandır. Dahası hem alana dönük bilgi birikimi hem de entelektüel kapasitesiyle bu bileşenlere ışık saçabilen bir insan…

Yaşamının her alanında etik tutarlılığa sahip; ahlâkı ve etik değerleri, “ahlâk telakkisi” sözünü diline pelesenk etmek yerine, bunun gereklerini söylem ve eylemlerine içkin kılabilen bir insan… Yani özüyle, sözüyle, davranışıyla bir ve örnek bir insan… Toplumun dini ya da milli değer atfettiği nesne ve olayları, bunlara ilişkin duygu ve düşüncelerini asla istismar etmeyen, bilimin ve aklın aydınlığından da şaşmayan bir insan…

Kimin söyleyip söylemediğine bakmaksızın, yalana “yalan”, yanlışa “yanlış”, doğruya “doğru”, yolsuzluğa “yolsuzluk”, hırsızlığa “hırsızlık”, adaletsizliğe “adaletsizlik”, haksızlığa “haksızlık”, zulmedene “zalim”, vb diyebilen bir insan… Toplumsal yaşamın farklı alanlarında olup bitenler karşısında “Bu eğitimi ilgilendirmiyor” kılıfına sığınarak gözlerini kapamayan bir insan… Çünkü doğal ya da toplumsal her olay eğitimi, eğiteni ve onun nesne/öznesi olan öğrenciyi ilgilendirir.

Yeter mi? Elbette yetmez. Bundan dolayıdır ki eğitime yakışan bir bakan, kendi çocuklarını teslim etmediği öğretmenlerin eline, toplumun geri kalanının çocuklarını da teslim etmeyen bir insandır. Ülkenin neresinde olursa olsun, kendi çocuklarını göndermeye layık görmediği bir okula, toplumun geri kalanının da çocuklarını mahkûm etmeyen bir insan...

Dahası; kendi çocuklarını özel okullarda okutan hiçbir kişiye, toplumun geri kalanlarının çocuklarının göreceği eğitim öğretimin biçimi ve içeriğinin belirlenmesinde hiçbir yetki ve görev vermeyen bir insan… Hatta bunları devlet okullarında yapılan eğitim öğretim faaliyetinin hiçbir yerinde tutmayan, barındırmayan bir insan…

Aynı zamanda, eğitime yakışan bir bakan, hangi koşullar altında olursa olsun, hiçbir çocuğu, zihinsel ve bedensel gelişimlerine uygun olmayan eğitim öğretim ortamlarına teslim etmeyen bir insandır.

Yeter mi? Elbette yetmez. Eğitime yakışan bir bakan, eğitim-öğretimin hiçbir aşamasında, toplumun geleceği olan nesillere, hangi sıfat altında sunulmuş olursa olsun sembollere, simgelere itaat etmeme bilincini aktaran bir eğitim anlayışına sahip olan kişidir. Çünkü yazılı ya da görsel hiçbir sembol, simge, imge ve kavram kutsal değildir. Dahası herhangi bir nesne de…

Bunun yanı sıra, eğitimin hangi aşamasında olursa olsun, çocuklara kavramları neliği ve gerçekliğiyle düşünme, sorma ve sorgulama bilinci kazandıran bir eğitim anlayışının da temsilcisidir. Keza her bilginin varlığın dününe ait olduğunu bilerek; hem doğal hem de toplumsal gerçekliğe ait bilginin nesnesiyle birlikte değişmek zorunda olduğunu yeni nesillere kavratan bir eğitim anlayışını egemen kılan bir insandır. Çünkü gerçekliğe dayanan, belli bir nesne ve olaya ilişkin hiçbir bilgi inanç konusu değildir. İnanç konusu yapılan ve yalnızca inanılması istenen hiçbir bilgi de gerçekliğe dayanmaz.

Öte yandan, sıfatı statüsü ne olursa olsun, kim söylerse söylesin, sorgulanıp eleştirilemeyecek, hatta zıttı ileri sürülemeyecek hiçbir önermenin ve bilginin olmadığı bilincini öğrencilere kazandıracak bir eğitim anlayışının da temsilcisidir. Keza mantıksal tutarlılığa sahip her bilginin, her söylemin doğru olmadığını kavratan bir eğitim anlayışının da… Çünkü bir bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı, ne onu kimin söylediğine bağlıdır ne de onun mantıksal tutarlılığa sahip oluşuna… Aksine her doğru bilgi mantıksal kurallara ve tutarlılığa sahip olsa da mantıksal kurallara ve tutarlılığa sahip her bilgi, gerçekliğe uygun doğru bilgi değildir.

Yeter mi? Elbette yetmez! Eğitime yakışan bir bakan, yukarıdakilerin yanı sıra, toplumun geleceği olan nesillere, hiç kimsenin bir başkası üzerinde ekonomik, sosyal, cinsel, dinsel, etnik, kültürel farklılıklarından dolayı herhangi bir baskı, şiddet ve sömürü uygulamaması gerektiği bilincini aktaran eğitim anlayışının da temsilcisi olan bir insandır. Hiç kimseye karşı sıfatından ya da ekonomik ve sosyal statüsünden dolayı ayrıcalık ya da ayrımcılık yapılmaması gerektiği bilincine sahip olan ve eğitim-öğretimin tüm bileşenleri nezdinde bu anlayışı egemen kılan bir insan…

Çocukların, gençlerin eğitimi için ayrılmış olan her kuruşu, gözünü sakınırcasına koruyup kollayan, onun hesabını hem veren hem de soran bir insan… Ve bunun hem öğrenciler hem de toplumun geri kalanı için, onların düşünce, söylem ve davranışlarına yön veren bir bilinç kılınmasına fiilen ön ayak olan bir insan…

Yeter mi? Elbette yetmez. Bunları daha da uzatabilirim. Ancak gerek yok şimdilik… Arif olan ne demek istendiğini çoktan anlamıştır zaten. İşte eğitime yakışan böyle bir bakandır. Eğitime yakışan ise MEB’e haydi haydi yakışır.

Hem de toplumsal çözülme ve kültürel-ahlâki çürümenin girdabında savrulurken… Hem de tam bir çaresizlikle “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” itirafının cümle âleme ilan edildiği, eğitim öğretimde reform sözlerinin telaffuz edildiği günlerde, yalnızca eğitime değil, tüm topluma ve bilumum zevata-zerzevata iyi gelecek bir bakan… Benden söylemesi…

Ya MEB’e Yakışan Bakan…?

Peki; bunca sözün ardından MEB’e yakışan bakan kimdir? Sözü uzatmadan kestirmeden vereyim yanıtı…

Eğitime yakışan bakan bir yana, MEB’e yakışan ya da yakıştığını düşünen fiili ve potansiyel bilcümle bakan adayı bir yana… Çünkü, cinsiyetinden bağımsız olarak; efendi belledikleri karşısında biat ve itaati düstur belleyen, ilineğin ilineği olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımayan, kulağından tutup bakanlık koltuğuna oturtulacak her çemiş MEB’e yakışır.

Lakin bir tek eğitime yakışmaz böyleleri... Al birini vur ötekine…

****

O halde, yukarıda yazılanların da ışığında şimdi soralım: Sizce Mahmut Özer, eğitime yakışan bir bakan mıdır, yoksa yalnızca MEB’e yakışan bir bakan mı? Yanıt da karar da sizindir efendim…

* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

Etiketler
MEB