Osman Kavala: Gezi’yi kriminalize etmeye çalışarak, başka protestolar için kullanılabilecek suçlama örneği yaratıldı

2 bin 290 gündür cezaevinde tutuklu bulunan Osman Kavala, müebbet hapse mahkum edilmesine ilişkin olarak "Gezi’yi kriminalize etmeye çalışarak, başka protestolar için kullanılabilecek suçlama örneği yaratıldı" dedi.

Osman Kavala: Gezi’yi kriminalize etmeye çalışarak, başka protestolar için kullanılabilecek suçlama örneği yaratıldı

Gezi davasında müebbet hapse mahkum edilen iş insanı Osman Kavala, 2 bin 290 gündür tutuklu bulunduğu Marmara Cezaevi'nden soruları yanıtladı.

Gazeteci Murat Sabuncu'nun sorularına yanıt veren Kavala, daha evvel beraat ettiği davada ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almasını "Gezi’yi kriminalize etmeye çalışarak, başka protestolar için kullanılabilecek suçlama örneği yaratıldı" sözleriyle yorumluyor.

5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Kavala, en çok özlediği şeyin ise eşiyle evde olmak olduğunu söylüyor. Daha önce "Annem 97 yaşında. Onu bir daha göremeyeceğimi düşünmek, çok hüzün verici" sözleriyle annesine özlemini dile getiren Kavala, Yargıtay kararı sonrası ağırlaşan koşulları nedeniyle haftada bir annesinin sesini duyabiliyor. Kavala, “Annem artık pek konuşabilecek durumda değil, ama sesimi duymak ona iyi geliyor. Bana da hâlâ hayatta olduğunu hissetmek…” diye anlatıyor.

Kavala'nın röportajı bir kısmı şöyle:

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18 Şubat 2020’de sizinle ilgili Gezi davasından beraat kararı verilmesinden sonra yapılan çoklu yargılamalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve bu yargılamaların kişiselleştirildiği yolundaki iddialara karşı yorumunuz nedir?

İlk Gezi davasında verilen beraat kararını Cumhurbaşkanı’nın benim cezaevinden çıkarılmam için düzenlenmiş bir operasyon olarak tanımlanmasından sonra, yargılama süreci beni cezaevinde tutmak için bir yasalarla oynama, yasal tanımlamaların dışına çıkarak suç icat etme faaliyetine dönüştü. Bu elbette bana, kişiliğime, haysiyetime yönelik bir hak ihlali. Ama beni cezalandırmanın ötesinde başka bir amacı daha olduğu görülebiliyor.

Ben 2017 yılında iki ayrı suçlamayla, Gezi olaylarını organize etme ve 15 Temmuz darbe girişimine katılma suçlamalarıyla tutuklandım. Amaçlanan iki olay arasında ilişki kurmaktı. Bu başarılamadı, ancak Gezi’nin dış güçlerce planlanan ve sahneye konan bir kalkışma olduğu kurgusuyla Gezi kriminalize edilmeye çalışıldı. Böylece başka protestolar için de kullanılabilecek bir suçlama örneği yaratıldı.

Yargıtay onama kararında, "Sanık, uluslararası spekülatör George Soros'un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü'nün ülkemizdeki temsilciliği olan Açık Toplum Vakfı üzerinden Gezi Parkı eylemlerini organize etti" diyor. Bu size ne ifade ediyor?

Bu, Gezi protestoları sırasında George Soros’un, Arap Baharı’nda yaşanan halk hareketlerinde en önemli aktör olduğu şeklinde kaynağı meçhul komplo teorisi örnek alınarak imal edilmiş bir kurgu. Herhangi bir delil olmadan, hukuksuz biçimde yapılmış telefon dinlemelerinin deşifre edilmelerinden önce hazırlanmış. İddianame bu kurguyu temel aldı. Mahkumiyetleri onayan Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi kararında da Gezi eylemleri Arap Baharı’nın yansıması ve uyarlanması olarak tanımlanıyor.

Ben çeşitli vesilelerle, savunmamda da, insanların suç sayılan eylemlerde bulunduklarından değil, böyle davrandıkları ya da davranacakları yönünde kanaatlerden dolayı suçlanmalarını ve cezalandırılmalarını Nazi dönemindeki düşman hukuku uygulamasına benzetmiştim. Ancak yargıda komplo teorileri kullanılması çok daha eski dönemlere uzanıyor.

Avrupa’da Ortaçağ’da din görevlilerinin suistimallerinden, insanların hayatlarına daha fazla müdahale edilmesinden dolayı Kilise’nin koyduğu otoriter kurallara karşı çıkan akımlar, birbirlerinden bağımsız ve çok farklı olmalarına rağmen Katolik Kilisesi’ni çökertmek için şeytanla iş birliği içinde hazırlanmış büyük bir komplonun yürütücüleri olarak ilan edilmişler. Bu komplo teorisini benimseyen Engizisyon mahkemelerinin görevi kendilerini gizleyen suçluları ortaya çıkartmak, cezalandırmak haline gelmiş. Bu yeni tür mahkemeler aracılığıyla sapkınlıklarla ilgili şüphenin canlı tutulması, Kilise’nin uygulamalarına karşı çıkanların komplonun parçası oldukları suçlaması yeni kurulan düzeni meşrulaştırmak, otoriteye karşı direnişi bastırmak işlevini de görmüş.

Aynı dönemlerde Yahudiler için de üretilen komplo teorilerine ya da masallarına 19. yüzyılda modern içerikler verilmiş ve malum, Naziler güçlerini konsolide etmek için bunlardan faydalanmış. Anladığım, George Soros’un Yahudi olması benimle ilgili suçlamaları kurgulayanlara böyle bir ilham vermiş. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan savcılık mütalaasında Açık Toplum Enstitüsü’nün kültürlerini yozlaştırarak halkları hakimiyet altına almayı amaçladığı anlatılıyor. Yargıtay savcısının tebliğnamesindeki anlatı da bu paralelde.

Gezi protestoları herkesin gözü önünde başladı, yayıldı ve (parkta yapılaşma projesinin iptalinden sonra) sona erdi. Gezi protestoları sırasında kimin hangi eylemde yer aldığı, kimin ne tür davranışta bulunduğu emniyet kayıtlarında mevcut. Açık Toplum Vakfı’nın da hangi sivil toplum projelerine ne kadar destek vermiş olduğu kamuya açıklanıyordu. Vakıf birkaç kez denetimden geçmişti. Bu şartlarda, hiçbir somut delil olmadan böylesi bir komplo teorisinin yaratılmasının ve yargı tarafından benimsenmesinin oldukça çarpıcı bir manipülasyon olduğunu düşünüyorum.

AYM kararlarına uyulmayan bir ortamda yaşıyor Türkiye. Sizin AİHM kararanıza da uyulmuyor. Yargıtay’dan sonra kalan iki başvuru adresi AYM ve AİHM. Bunlara uyulmaması size ne hissettiriyor?

AİHM ve AYM kararlarına uyulmaması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve anayasamızda ifade bulan insan haklarını koruyan hukuk normlarının bağlayıcılığını kabul etmeme anlamına geliyor. Yargının üzerinde siyasi etkinin artması ve siyasi öncelikleri hukuk normlarının önüne çıkaran anlayışın yargı mensupları arasında yaygınlaşması oldukça endişe verici.

"EN ÇOK EVİMDE EŞİMLE BİRLİKTE OLMAYI ÖZLEDİM"

Yargıtay kararından sonra; “Yargıtay’ın onama kararı, hukuk ilkelerine ve insan hayatına değer vermeyen bir anlayışın ürünüdür. Bu karar, delil olmadan insanları mahkûm etmenin yargıda norm haline geldiğinin en çarpıcı göstergesi olmuştur” dediniz. 2017 Ekim ayından beri 2 bin 290 gündür hapistesiniz. Cezaevinde 7. kez yeni bir yıla girdiniz. Ve tek başınızasınız. Bu size ne hissettiriyor? Yeni yıla nasıl girdiniz?

Yeni yıla, televizyonda film seyretmediğim akşamlarda yaptığım gibi, kitap okuyarak girdim. Bu yıl, malum, TRT Berlin ve Viyana senfoni orkestralarının yeni yıl konserlerini yayınlamadı.

Tek başına kalıyor olmaktan şikayetçi değilim, buna alıştım. Zor gelen, mahkumiyetin kesinleşmesinden sonra eşimle her hafta değil, iki haftada bir görüşüyor olmak. Telefon konuşmaları da iki haftada bir yapılabiliyor. Annem artık pek konuşabilecek durumda değil, ama sesimi duymak ona iyi geliyor. Bana da hâlâ hayatta olduğunu hissetmek.

Hapse girdiğimde altmış yaşındaydım. Sivil toplum alanında aktif olarak çalışabileceğim sürenin önemli bölümünü hapiste geçirmiş oldum, geçirmeye devam ediyorum. Eşimle yaptığımız bazı planlar da geçersiz hale geldi. Kuşkusuz, ileri yaşta hukuksuzluğa maruz kalan bir tek ben değilim. Soyut suçlarla ilgili, somut delillere dayanmayan suçlamalarla seksen yaşında insanlar hapiste tutuluyor. Bunları, hukuk normlarının yanı sıra, insan hayatına, insan haysiyetine değer vermeyen bir anlayışın tezahürleri olarak görüyorum. İnsan hayatına verilen değerin azalmakta olduğu sadece yargıda değil, kamu düzeninin başka alanlarında da hissediliyor.

En çok neyi yapmayı özlediniz?

En çok özlediğim, evimde eşimle birlikte olmak. Özgürlüğümün keyfi biçimde kısıtlanmayacağına güvenerek yaşamayı da özledim tabii.

18 Şubat 2020’de yeniden tutuklanacağınızı henüz bilmeden, bırakılacağınızı düşündüğünüzde, yemeğinizden çıkan ve size yoldaşlık eden iki küçük salyangozu da ailenize teslim edip eve yollamıştınız. Siz çıkamadınız. Yeni "yoldaşlarınız’ var mı? Eve yolladığınız o iki küçük salyangoz ne durumda?

Bir düzeltme yapayım. Salyangozlar yemekten çıkmadılar, kantinden ısmarlamış olduğum rokanın yapraklarına tutunmuş halde odama geldiler. Eşim hava ısınınca onları bahçeye bırakmış, maalesef gözden kaybolmuşlar.

Bahar mevsiminde avlunun üst köşelerinde yuvalara serçeler yerleşiyor. Bu yıl kış aylarında da bir grup serçe sık sık avluma geliyor. Ben avluda yürüyüş yaparken penceremin önüne bıraktığım ekmek kırıntılarını yiyorlar.

Etiketler
Osman Kavala Gezi davası