Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman'ın eşi Meriç Demir Kahraman verdiği mücadeleyi anlattı: 'Tayfun Gezi'de olmasaydı suç işlemiş olurdu'

Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman'ın eşi Meriç Demir Kahraman, eşinin serbest bırakılması için verdiği mücadeleyi anlattı. Kahraman, "Tayfun Gezi'de olmasaydı suç işlemiş olurdu' dedi.

Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman'ın eşi Meriç Demir Kahraman verdiği mücadeleyi anlattı: 'Tayfun Gezi'de olmasaydı suç işlemiş olurdu'

Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman’ın eşi Doktor Şehir Plancısı Meriç Demir Kahraman, eşinin serbest bırakılması için verdiği mücadeleyi anlattı.

Kahraman, "Ülkenin büyük bir kesimine camın arkasından konuşuyorsunuz ve sesinizi duyuramıyorsunuz. Burada bir gerçeklik yaşanıyor. Bu nasıl yok sayılır?" ifadelerini kullandı.

Bianet’ten Evrim Kepenek’e konuşan Kahraman’ın verdiği yanıtlardan bazıları şöyle:

VERA'YA BABASININ TUTUKLULUĞUNU NASIL ANLATIYOR?

Vera’ya babasının tutuklu olma halini nasıl anlatıyorsunuz?

Vera, Tayfun’u bizden aldıklarında iki buçuk yaşındaydı, neredeyse bebekti. Şu an ise dört buçuk yaşında.

Ona, hiç öyle “baba tatile gitti” gibi bir şey anlatmıyoruz. “İşiyle ilgili bir sorun çıktı. O yüzden o camın arkasında” diyerek durumu anlatmaya başladık.

Zamanla, Vera büyüdükçe ve farklı sorular sordukça daha çok detay vermek durumunda kaldık. Baba - kız ilişkisini korumak, Tayfun’un Vera’yı çok sevdiği halde gelemediğini anlatmak zorundayız. Vera haklı olarak “herkesin işi var ve herkesin işinde sorunlar var, ben anlamıyorum anne” dediği noktada daha çok şey anlatmak ve somutlaştırmak gerekti yaşadıklarımızı.

Mesela Vera Şehir Planlama’nın ne olduğunu biliyor. Bazen “Ben Şehir Plancı olacağım” diyor.

Peki siz nasılsınız?

Öfkeliyim, üzgünüm. Açıkçası haksızlığa uğrarsanız nasıl hissedersiniz ben de öyle hissediyorum. Bu bir gerçek, biz gerçeğiz, yaşadıklarımız gerçek.

Tayfun’un 2013 yılında geçici olarak Antep'e sürülmesi ile başlayan süreç yıllar geçtikçe daha da büyük bedeller ödediğimiz bir zulme dönüştü.

2018 Kasım’dan itibaren ise başka bir şey yaşıyoruz, çok büyük bir haksızlık yaşıyoruz. Öncesinde de Tayfun Gezi ile ilgili olarak soruşturmalar geçirdi ancak davaya dahi dönmedi. 2013 ve 2014 yıllarında savcılığın “kovuşturmaya yer yoktur” kararı verdiği iki soruşturma yapıldı. 28 Kasım 2018 tarihinde ise Tayfun bugünkü dava için ifadeye çağırıldı.

Tam 10 saat ifade verdi, ben de çok soğuk bir havada onu yalnız beklemiştim ama meğer Vera da benimle beklemiş, zira altı gün sonra hamile olduğumu öğrenmiştik.

MEDYANIN TAVRI ÜZERİNE

Bu hissinizin, “adaletsizlikle karşı karşıya olma" halinizin yeterince anlaşıldığını hissediyor musunuz?

Aksine çok açık bir şekilde anlaşılmadığımı hissediyorum. Anlaşılmamak da değil aslında, sesinizi duyurmuyorlar ki. Anlatıyorum, sürekli olarak anlatıyorum yaşadığımız adaletsizliği, tüm sürecin hukuksuzluğunu fakat mesela Milliyet, Hürriyet, Sabah ve daha birçok gazetede tek bir kare haber yok.

Aynı şekilde TRT, Kanal D, Show TV’de ve daha bir çoğu bakıyorum, yok, tek bir saniye bahsi geçmiyor yaşananların. Bu durum bize mahsus da değil biliyorum ama şöyle düşünün: bir gerçeklik yaşıyorsunuz ve yetkililere seslenerek bir vatandaş olarak sorular soruyorsunuz. Ama kapı duvar. Ses yok, cevap yok. Yok sayılıyorsunuz.

Adalet Bakanı’na soru soruyorum; “Tayfun Kahraman’ın suç teşkil eden fiili ne, delili nerede?” Ben yokmuşum gibi, biz yokmuşuz gibi, böyle bir gerçeklik yokmuş gibi, bu sorular hiç sorulmamış gibi; “yaşadığın gerçek ama sen yoksun” diyen bir tavır; hayır ben varım, buradayım, biz buradayız ve cevaplar istiyorum çünkü o “Türk Milleti Adına” verildiği yazan yargı kararlarında Tayfun’un hangi suçu nedeniyle 18 yıl hapse mahkum edildiği yazmıyor, delili de yok.

'BEN GERÇEĞİM, MERHABA'

Ülkenin büyük bir kesimine camın arkasından konuşuyorsunuz ve sesinizi duyuramıyorsunuz. Burada bir gerçeklik yaşanıyor. Bu nasıl yok sayılır?

“Ben gerçeğim, merhaba” demek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir video çektim. Hep aynı şeyi söylüyorum aslında ama “hep aynı şeyi farklı şekillerde nasıl söyleyebilirim” diye bir arayış içerisindeyim. Bu videonun da bu anlamda yazılı bir şeyden daha etkili olacağını düşündüm.

O dönemin Başbakanı olarak sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın o dönem söyledikleri var videoda, Tayfun’un keza.. Ama yok.

Bahsettiğim medya yine de görmüyor. Haber değeri de yok, magazin değeri de yok. Akıl almaz bir şey. Toplumun büyük bir kesimini etkileyen bir konuyu toplumun büyük bir kısmı asla görmüyor. Bu birilerinin diğerlerini yok sayma halinin kendisi çok hastalıklı bir durum olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla, bu bir mücadele; oldu bittiye getirmeme mücadelesi, buradaki adaletsizliği gösterme, gerçek olduğumuzu gösterme mücadelesi.

‘TAYFUN’UN ŞİDDETLE İLİŞKİSİ BALIK TUTMAK’

Mahkemenin 18 yıl cezası sonrasında da üst mahkeme cezayı onayladı. Hukukun ilerlediği süreci nasıl yorumluyorsunuz?

Tayfun’un özelinde şunu söyleyebilirim. Bu kişi zaten masumiyetini ispatladı. Savunmalarla, belgelerle anlattı. Cebir ve şiddetle bir alakası olmadığını anlattı durdu, kanıtladı.

Mahkeme de “yok” diyor. O zaman mahkeme ispatlayacak Tayfun’un cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye çalıştığını. Fakat böyle bir ispata gerek bile duymuyorlar. Zaten yok; yeryüzünde olmadığı için dosyalarda da şudur suç denilen bir fiil yok, onun delili de yok dolayısıyla.

Son olarak Yargıtay 3. Dairesi’nin verdiği onama kararına bakıyorum. Karar 78 sayfa. Tayfun’a 18 yıl hapis cezasını reva gören bir kanıt yok, bulamazsınız. Yargı olarak siz bu insanı suçlu ilan ediyorsanız somut olarak bunu kanıtlamanız gerekir.

78 sayfalık kararda Tayfun’la ilgili sadece 2 sayfa var. 2 sayfada gerekçe dahi sunmaksızın bir insanı 18 yıl hapse mahkum edemezsiniz, biz bunu yaşamayalım, 100. yılına girmiş Türkiye Cumhuriyeti de bunu yaşamasın, 155 yıllık yüksek yargı kurumu da bunu yapmasın.

‘TAYFUN GEZİ’DE OLMASAYDI SUÇ İŞLEMİŞ OLURDU’

Evet iki sayfa. O da şöyle. İki polis demiş ki ‘Biz Tayfun Kahraman’ı gördük Gezi’de”. Orada görmüş olması yetiyor. Bu insan meslek odası başkanı orada olacak tabii. Görev tanımlarından biri bu. Orada olmazsa asıl suç işlemiş olur. Kaldı ki bu ifadeyi veren polisler de meslekten ihraç edilmiş sonradan.

Tayfun’u düşünüyorum bazen, Tayfun’un şiddetle ilişkisini düşünüyorum. Şiddetle ilişkisi olsa olsa balık tutmak.

Öyle biri ki Tayfun, oturup kavga etmek istesen edemezsin. Öyle sakindir. İş arkadaşlarıyla, öğrencileriyle, bizle, herkesle sakin bir ilişki kurar, şiddetle ilişkisi yok adamın.

Mahkeme kararlarında yazıyor ya “Türk Milleti Adına”; o zaman bana ve kızı Vera’ya tutarlı bir şekilde açıklasınlar. Tayfun’u bu kadar sürede sadece cam arkasından göreceksiniz, bunu yaptı desinler, delili de burada desinleri, açıklasınlar. Ben de bunu Vera’ya izah edeyim. Bu insan hayatı. Biz gerçeğiz.

Varsa bir suçu ispat etmesi gerekiyor yargının fakat bunu yapmaya tenezzül dahi etmiyorlar. Tehlikeli olan şey de bu, bugün bize, yarın başkasına. En ufak bir açıklama, ispat etme gereği dahi duymadan insanların hayatını bu kadar derinden sarsmaları. Bu rahatlıkla hissetmeleri kendilerini. Ve bu kadar fütursuz, bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar yaptığı şeyin insanın hayatında bir karşılığı olduğuna dair bir his dahi taşımamaları.

Bazı kesimler davanın çözümünün de “siyasi” olduğunu düşünüyor…

Bu dava siyaseten kullanılıyor.

20 Kasım'da Hakan Fidan dedi ki, “AİHM kararları bize siyaset olarak dönüyor, biz de siyaseten tavır alıyoruz bu davalarda.”

Soruyorum; Tayfun Kahraman neden AİHM’e başvursun? Neden kendi ülkemizde sorularımıza cevap bulamıyoruz biz? Yani böyle mantıklı sorular sorup mantıklı cevaplar almak istiyorsunuz fakat mantık diye bir şey kalmadı.

Soralım; “5 kişi milyonlarca insanı sokağa dökebilir mi?” Bu kadar güçleri varsa, bu insanlar neden içeride?

Bir belgeselci, bir yönetmen, bir şehir plancı, bir mimar, bir avukat, bir iş insanı, bir sosyal bilimci, “gel beraber cebir ve şiddetle hükümeti” devirelim demiş, buna kim inanır? Kaldı ki bu insanlar dışardayken yan yana da gelmemiş. Yani bu bir niyet okuma, bunu ispat etmek zorundalar.

‘HERKES BENİMLE BİRLİKTE SORSUN’

Benim sormadığım, aklıma gelmeyen diyeyim fakat sizin “insanlar bu konuda bu detayı da bilsin” dediğiniz bir nokta var mı? Paylaşır mısınız?

Tayfun Kahraman’ın 18 yıl yatmasına sebep olan suçu ne? Herkesin Adalet Bakanı’na bunu sormasını istiyorum. Çünkü 78 sayfalık Yargıtay kararı bunun yanıtını vermiyor.

Ben neden eşimi 18 sene beklemek zorundayım? İki buçuk yaşındaki çocuğu 20 aydır onu bekliyor. Bir de 16 sene daha beklemesi gerektiğini söylüyorlar. Tayfun Kahraman hakkında bu kararı verenlerin, bana bunu izah etmesi gerekiyor. Tayfun’a, bana, Vera’ya, bu ülkeye, bize bunu izah etmeleri gerekiyor.

Türk Milleti Adına verildiği söylenen kararlar ise bunlar, bunun nedenini de Türk Milletine açıklanması gerekiyor. Bugün bana, yarın bir başkasına.

“Sen hükümeti cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs ettin” deyip bunun ispatlamazsan olmuyor. Bir şeyi 40 defa söylersen olur diye mi düşünüyorlar. Öyle mi oluyor hukuk?

“Sen teröristsin, sen teröristsin, sen terörist” diye 40 kez söyleyince Tayfun Kahraman terörist mi olacak? Yok, o iş öyle olmuyor, olmaz.

Türkiye’de yaşayan herkes, Tayfun Kahraman ve diğer insanların suçlandığı şeyle ilgili en ufak bir fiili illiyet olmadığını bilsin ve lütfen bu söyleşiyi okuyan herkes benimle birlikte sorsun:

Tayfun Kahraman’ı, 18 yıl boyunca Vera’dan, ailesinden, öğrencilerinden, sevdiklerinden ayrı kalmasına neden olacak suç teşkil eden fiili ne, delili nerede? Adalet Bakanlığı’ndan yanıt bekliyoruz.

Etiketler
Tayfun Kahraman Gezi davası Osman Kavala