TMMOB: 'Su ve iklim krizi ile baş edebilmek için bilimin sesine kulak verin'

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, '22 Mart Dünya Su Günü' ve '23 Mart Dünya Meteoroloji Günü' nedeniyle bir açıklama yaptı.

TMMOB: 'Su ve iklim krizi ile baş edebilmek için bilimin sesine kulak verin'

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, '22 Mart Dünya Su Günü' ve '23 Mart Dünya Meteoroloji Günü' nedeniyle bir açıklama yaptı.

'Su ve iklim krizi ile baş edebilmek için bilimin sesine kulak verin' başlığı ile yapılan açıklamada, su ve iklim krizine dikkat çekilirken; kriz ile baş edebilmek için bilimin, bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin sesine kulak verilmesi çağrısı yapıldı.

Açıklamanın tamamı şöyle:

''SU VE İKLİM KRİZİ İLE BAŞ EDEBİLMEK İÇİN BİLİMİN SESİNE KULAK VERİLSİN!

Su, İklim Değişikliği, Kuraklık ve Doğa Kaynaklı Afetler konusunda farkındalığı geliştirmek amacıyla, Birleşmiş Milletler tarafından, 22 Mart Dünya Su Günü, 23 Mart ise Dünya Meteoroloji Günü olarak ilan edilmiştir. 2021 Dünya Su Günü teması “Suya Değer Vermek”, Dünya Meteoroloji Günü teması ise “Okyanuslar, İklimimiz ve Hava Durumumuz” olarak belirlenmiştir. Her iki tema da, dünyada giderek büyüyen su ve iklim krizine dikkat çekmektedir.

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

Bilim insanlarının araştırmaları ve uluslararası örgütlerin açıklamalarına göre 21. yüzyılda dünyamızı ve insanlığı tehdit eden tehlikelerin en başında iklim değişikliği gelmektedir.

İklimler yeryüzünün ortaya çıkışından bu yana sürekli bir değişim içindedir. Uzun ve yavaş ilerlediği için canlıların zaman içerisinde adapte olduğu bu değişiklik üzerindeki insan etkisi, 19. yüzyıldan itibaren yaşanan büyük sanayileşme süreciyle birlikte artmıştır. Fosil yakıtların aşırı tüketimi ve ormansızlaşmaya bağlı atmosferik bozulmalar, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gözlemlenebilir sonuçlar yaratmaya başlamıştır.

Buzullardaki erimeler, büyük kasırgalar, orman yangınları, aşırı yağışlar, uzun süreli sıcak ve soğuk hava dalgaları, kuraklıkta yaşanan artış ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan biyolojik çeşitlilik ve tarımsal verim kaybı küresel iklim değişikliğinin gündelik hayatımıza yansıyan etkileri olarak karşımıza çıkmıştır.

SU ve KURAKLIK

Dünya yüzeyinin %71’i sularla kaplı olsa da, bu suyun yalnızca binde 5’i kullanılabilir durumdaki tatlı su kaynaklarıdır. Tatlı su kaynaklarının ise yaklaşık % 70'i tarım, % 19’u sanayi ve % 11’i evsel amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Sınırlı bir kaynaklara rağmen dünya su tüketimi son 50 yılda iki katına çıkmıştır. Su tüketimi konusunda ülkemizde de aynı eğilim görülmektedir. Ülkemizde son 20 yılda su tüketimi yaklaşık % 40 artmıştır. Türkiye su sıkıntısı yaşayan bir ülke durumundadır. Üstelik araştırmalara ve güncel iklim öngörülerine göre, içinde bulunduğumuz Doğu Akdeniz Havzasında kuraklık sorununun sıklığı ve şiddetinin artması beklenmektedir.

İklim değişikliğinin etkilerinin yanı sıra su kaynaklarının kamu yararı gözetmeyen ve geleceği öngörmeyen plansız kullanımı, kirletilmesi ve talanı büyük bir tehdit olarak karşımızda durmaktadır.

Su, toprak ve gıda güvenliği ile gıda güvencesi büyük bir bütünün ayrılmaz parçalarını oluşturmaktadırlar. Tek tek her birinde atılacak olumlu adımlar, tümünü olumlu etkileyeceği gibi herhangi birinde yaşanacak olumsuzluklar diğerini de etkileyecektir. Tarım ve gıda sektörü susuzluğun, su kirliliğinin mağduru olduğu kadar bir yanıyla da sorumlusudur da. Tarımda sınır aşan pestisit kullanımı, doğal olsun kimyasal olsun yanlış gübre kullanımı su kaynaklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle tarım ve gıda sektörüne bir an evvel kamucu bakışla yaklaşmak; atık ve gübreleri değerlendirerek su kaynaklarını koruyacak yatırımları kamu eliyle ve bir an evvel yapmak önemli ve vazgeçilmez bir adımdır.

İKLİM KAYNAKLI AFETLER

İklim değişikliğinin neden olacağı olumsuz koşul ve sonuçlardan en çok etkilenecek bölgelerden birinde yer alan ülkemizde, meteorolojik ölçümlere göre 2000’li yıllardan itibaren ortalama sıcaklık belirgin biçimde artış göstermekte, 2015 yılından başlayarak her yıl bir önceki yıla göre sıcaklık rekorları kırılmaktadır. Sıcaklıkta yaşanan bu artış, yağış düzensizliğini ve aşırı hava olaylarını da beraberinde getirmektedir. Meteorolojik karakterli afetlerin sayısının her geçen yıl arttığı ülkemizde, afetlerin oluşum sayılarının yanı sıra, etkili oldukları süre ve şiddetlerinin de arttığı, daha önce bu denli sık yaşanmayan bazı afet türlerinin daha fazla meydana gelmeye başladığı görülmektedir.

Meteorolojik karakterli ve doğa kaynaklı afetlerin 3’te 1’inden fazlasını oluşturan şiddetli yağış ve seller, küresel iklim değişikliklerinin bir parçası olarak değerlendirilse de, bu doğa olaylarının felaketlere dönüşmesi iklim değişikliğinden ziyade, insan kaynaklı doğa tahribatı, yanlış su politikaları ve rant yatırımlarına dönüşen HES’ler, plansız ve çarpık kentleşme, yetersiz altyapı ile merkezi ve yerel yönetimlerin kentleri rant politikalarına teslim etmesidir.

Yıkım boyutunda yaşanan afetler, iklim krizine karşı doğamızı, kırsal alanlarımızı, kentlerimizi daha dirençli hale getirmemiz gerektiğini göstermiştir. Bu kapsamda acil olarak yapılması gerekenler:

-Yanlış su yönetimi, suların ticarileştirilmesi ve HES politikaları sonlandırılmalıdır.
-Dere yataklarının acilen rehabilite edilmesi, üzerlerindeki yapıların kaldırılması, servis yolları ve yeşil alanların oluşturulması ve tekrar yapılaşmaya açılmaması için Anayasal koruma sağlanmalıdır.
-Büyükşehirler başta olmak üzere, tüm yerleşim birimlerinde ayrık sistem kanalizasyon altyapısı oluşturulması için yerel yönetimlere yeterli kaynak ayrılmalıdır.
-Atık suların uygun yöntemlerle arıtılarak yeniden kullanılması sağlanmalıdır.
-Su ihtiyacını karşılamak amacıyla yeraltı sularının izinsiz olarak kullanılmaması için gerekli denetim ve çalışmalar yapılmalıdır.
-Türkiye’nin de imzacısı olduğu, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Ramsar (Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar) Sözleşmesi ve Avrupa Peyzaj Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler uygulanmalıdır.
-Paris İklim Anlaşması onaylanarak, sera gazı emisyonları kademeli olarak azaltmalıdır.
-Evsel, endüstriyel ve kamusal hizmet alanlarında tüketilen su oranları izlenerek tasarruf bir zorunluluk haline getirilmelidir.
-Tarımsal üretimde doğru sulama teknikleri kullanma zorunluluğu getirilmelidir.
-Tüm kalkınma ve imar plan ve programları, toplum yararı ve sosyal devlet anlayışıyla bilim insanlarının, meslek odalarının, akademik kuruluşların ve tüm ilgili kesimlerin koordinasyonu ve işbirliği sağlanarak hazırlanmalıdır.
-Tüm uyarılarımıza rağmen, içilebilir su kaynaklarımızın tükenmesine ve doğal afet kaynaklı yıkımların artmasına sebep olan merkezi ve yerel yönetim politikalarında ısrar edilmektedir. Canlı yaşamını ve çevreyi yok sayan rant politikalarına bağlı doğa katliamları devam ettikçe, afetlerin engellenmesi mümkün değildir.

Yüz yüze olduğumuz su ve iklim krizi ile baş edebilmemiz için bilimin, bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin sesine kulak verilmelidir. Daha geç olmadan, bu çağrımıza kulak verin…

EMİN KORAMAZ

TMMOB YÖNETİM KURULU BAŞKANI''

Etiketler
İklim krizi Su krizi Meteoroloji