'Sanatı görmezden gelinen ülkelerin yüreği işgal altındadır'

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ne çeyrek kala yazıma başlamak için bundan daha anlamlı bir söz bulamazdım. O nedenle bugünü sanat dünyasından konuklarıma ayırıyor, siz okurlarımı ustalarla baş başa bırakarak aradan çekiliyorum…

Bu yazının yazılma nedeni, başlıktaki sözün verdiği ilhamdır. Haftanın bu son yazısında siyasi iklimden uzaklaşarak sanatsal ve kültürel iklime doğru kanat çırpmaya var mısınız? O halde sayfalar ve ustalar sizin…

Konu sanat olunca daldan dala atlanır ya! O hesap sürdürelim yazıyı…

Sanat hayata değer katıyorsa, yasaklar ve engellere baş eğip “evet!” denilir mi? Yasaklar dinlenir mi? Yüzyıllara meydan okuyanlardan bir çırpıda vazgeçilir mi? Pişekar’dan Kavukçuya, Prometeus’dan Antigone’a, Romeo Jülyet’ten Zilha’ya, Nazım Hikmet’ten Genco Erkal’a, Müjdat Gezen’den Haldun Dormen’e kadar önümüze açılan aydınlık pencerelerin ardındaki isimler unutulur mu? ASLA!

O halde genelde sanatın, özelde tiyatronun evrensel adreslerinde dolaşalım!

Büyük İslam Bilgini İbni Sina der ki; “İlim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder.”

Alman düşünür der ki; “Fırında karnımızı, tiyatroda beynimizi doyururuz.”

Darwin der ki; Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olurlar, tavuk olan toplumlar önlerine atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarını alındığının farkında bile olmazlar.”

Bernard Show der ki; “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı dünyayı katlanılmaz kılardı.”

Victor Hugo der ki; “Bir okul açan, bir hapishane kapatır.”

Muhsin Ertuğrul der ki; “Bir tiyatro açan yüz zindan kapatır. Yarın kıyamet kopacağın bilsem, ölçeğimi bilsem bugün bir tiyatro daha açarım.”

Haldun Dormen der ki; (Tiyatromuzun büyük isimlerinden Haldun Dormen 50. sanat yılını kutlarken salonu dolduranlara şu sözlerle sesleniyor): “Biz bu gece sanatçılar olarak kadınlı erkekli gurur içinde, başımız dik alkışlanıyorsak, bunun nedeni yeteneğimiz, çalışmamız, disiplinimiz değil, bir tek kişinin çağdaş görüşü, ileri düşünceleri ve tartışılmaz dehası yüzündendir. Ben bu başarımı ve geldiğim yeri çalışmama, gayretime, yeteneğime değil, bir tek insanın çağdaş görüşüne, ileri fikirlerine, tartışılmaz dehasına borçluyum. Gazi Mustafa Kemal’e!”

Ayşen Gruda der ki: “Ben tiyatro sahnesine çıkıyorsam, sizler de beni izliyorsanız Atatürk bize Cumhuriyeti armağan ettiği içindir. Âlemin kadınları bisiklete bindiği için bayram ediyor. Biz istediğimiz zaman bisiklete, arabaya biniyoruz. Cumhuriyete ve Atatürk’e sımsıkı yapışın!”

BÜYÜK ATATÜRK der ki; “Efendiler! Hepiniz vekil olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir fedakârlıkla bu sanata vakfedenleri sevelim!”

Karanlığın olağan, ışığın istisna olduğu dönemlerde, sanat özellikle de tiyatro insan eliyle karanlığı aydınlatan bir ışık olduğu kanıtlanmışken! Sanatın bir bakıma çağa, olaylara, insana tanıklık ettiği ispat edilmişken!

Yine ülkelerin sanatçılarıyla, ressamlarıyla, bestecileriyle var olduğu, insanların sanatçıların açtıkları uçsuz bucaksız şemsiyenin altında kendilerine barınak bulup, çıkış yolları aradığı bilinirken! Bir ülkenin sadece dağlarıyla, denizleriyle, ağaçlarıyla, toprağıyla var olmadığı bilinirken! Ülkeler, dünyada aranan, anılan sanatçılar çıkarıyorsa o ülkede çağdaşlaşmadan- aydınlanmadan söz edilebileceği kanıtlanmışken! Dünya çapındaki sanatçılarımızı, insanlığın onur listesinde yer alan, ülkemiz ve dünya insanına sanatsal doyumlar yaşatan, sanatsal yolculuğun her durağında ve her alanında sanata emek veren, temel taşlarını döşeyen ustalarımızı önemsemek, alkışlamak varken!

Bu tür sanatçıların; aradan yıllar geçse de, kuşaklar değişse de her kuşağın notasında, paletinde, kulağında, yüreğinde, gözünde, beyninde yer aldığı yıllardır bilinirken! Ayrıca sanatçıların, insanlığa bazen oh, bazen ah dedirttikleri, onların gidişlerinin insanların yüreklerinden de bir parçayı götürdüğü, derin ayrışmaların, saflaşmaların yaşandığı toplumlarda onların referans noktasında durduğu, sanatsal etkinliklerin insanları kaynaştırdığı değişmez bir gerçekken! Ve de sanatçıların; hayatı değiştiren, güzelleştiren, insana cesur olmayı öğreten, kendi olmayı öğreten ustalar olduğu, yaşamla dalga geçmeyi, bohem olmayı, yaşamdan zevk almayı onlardan öğrendiğimiz bir başka gerçekken! Özellikle de sanatın birleştirici, güçlendirici niteliğine inananların ve o yolda ilerleyenlerin sayesinde sınırların ortadan kalkacağı bilinirken ve kanıtlanmışken…

Ülkeleri yönetenler; “İlim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder” diyen İbn-i Sina’yı haklı çıkarmak için ellerinden geleni yaparsa önümüzde ne kalır? Ya da bizi biz yapan çınarları görmezden gelirsek elimizde ne kalır?

Özetlemek gerekirse; Onlar özlemimizdir, övünç madalyalarımızdır. O nedenledir ki sanat bayrağını yükselten sanatçılar gidince sadece insanlığa değil, notalara, renklere, kâğıda, kaleme, sahnelere, perdeye, koltuklara da başsağlığı dilemek gerekir. Yat borusu değil, kalk borusu üfleyen, sarsan, dürtükleyen, uyaran, uyandıran sanatçılara sahip çıkmak sadece ülkeler adına değil, dünya adına da borçtur. Çünkü onlar sayesinde hem dünya bizi tanır, hem biz kendimizi dünyaya tanıtırız…

Hele de sanat ve kültürün horlandığı “tehlikeli, sakıncalı, belalı” bulunduğu, özgür ve eleştirel düşünen yazarların yok sayıldığı, cehaletin yüceltildiği ülkelerde sanata ilgi duyanların varlığı çok değerlidir, gün ve gelecek adına çok önemlidir, çok kıymetlidir.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde ulusal, evrensel tüm ustalara selam olsun…