Herkes her şeyin farkında…

Geren, üzen, yoran ortamdan ötürü sıkılıp, bunaldığımız bugünlerde; Yapıtlarıyla, çalışmalarıyla, insanları besleyen, hayal gücünü artıran sözün büyücülerine mi sığınalım? Yoksa edebiyata ve sanata her zamankinden daha çok ihtiyaç duymamıza rağmen yapamadığımıza mı yanalım?

Kendimizi zorlayarak da olsa; İnançlar, kültürler arasındaki mesafeyi kapatmamıza yardımcı olan aydınlardan mı medet umalım? Yoksa sanat yoluyla iletişim kurmamızı sağlayan, suskunların ve susturulanların sesi olan sanat insanlarına mı daha çok zaman ayıralım? Bilemedim. Bildiğim o ki sorular ve sorunlar diz boyu ve herkes her şeyin farkında iken konu ister istemez gelip güncele ve gündeme dayanıyor.

Sorun çok derinlerde iken; Gelin de gıda ve enerjide bağımlı olduğumuz için Rusya- Ukrayna krizinin getireceği doğalgaz ve ekmek sıkıntısından söz etmeyin! Eczanelerde aranan ilaçların çoğu bulunmadığı için sağlığımızın tehlikede oluşundan bahsetmeyin! Umutsuz, işsiz, diplomalı, eğitimsiz kuşağın arayışlarına değinmeyin. Ne mümkün…

İç karartan bu yazıyı çok adresli bir soruyla sürdürmek gerekirse! 20 yıldan beri ülkeyi yöneten çok deneyimli kadrolara ve başta MEB’e sormak lazım! Neler oluyor? Ne yapıyorsunuz? Neden yapıyorsunuz? Bu ülkenin gençlerine, hekimlerine, yetişmiş insan gücüne, emekçisine, emeklisine tüm bunları neden reva görüyorsunuz? Net, anlaşılabilir, iç açan, umut veren, kaygıları azaltacak, gerginliği bitirecek yanıtlarınız var mı? Ya da önemsiyor musunuz?

Konudan uzaklaşmamaya gayret ederek, yeri gelmişken bir soru daha sorarsak! Yönetim kademesinin kılıçtan keskin dilleri ve hırslı ses tonlarıyla had bildirip, ayar verdikleri bir halka daha neler reva görülecek? Bu konuyu umursuyor musunuz?

Hekimlerden sonra hemşirelerin de ülkemizi terk ettiği dikkate alındığında; Bu insanlar hayallerini unutup niçin gidiyor, ailesini terk edip niye gidiyor, toprağından neden kopuyor, yola çıkarken neleri göze alıyor gibi soruları bilmek, görmek, araştırmak ve kafa yormak için neler yapılacak? Ya da yapılacak mı?

Arkalarında annelerinin gözyaşlarını, babalarının yürek sızısını, sevdiklerinin sessiz hıçkırıklarını bırakarak, önlerinde belki tehlikeli, belki belirsiz, belki sonuçsuz bir yolu göze alarak neden gidiyor bu insanlar? Bu müthiş göç sizin için de önemli mi?

Öğrenen ama öğretemeyenler olarak intiharı seçen öğretmenler! 8 kez bakan, 17 kez sistemi değiştiren bir MEB! Niteliksiz mezunlar veren her kademede okullar! Ve ülkemizin yarınları olan kayıp bir kuşak! Uykuları kaçıran, kaygıyı katlayan bu çoklu sorun yüzünden yönetim kademesinde tedirgin olan var mı?

Her ekonomik krizde beline kazma vurulan, biraz daha küçülen, el yakan dudak uçuklatan faturaları görünce en doğal gereksinimlerini azaltan, gelecek endişesi artan, ekmeğini düşünen, dertlenen orta sınıfın çilesi ve çektikleri adına acil önlem almayı düşünenler var mı?

İç dünyadan dış dünyaya geçersek! Ukrayna’da ki çatışmada oğlunu yitiren kadın; “Evladıma verilen her zarar, bana her şeyi yaptırır, bedeli ne olursa olsun” diyorsa!

Yıllar önceki savaşta Ukraynalı anne; “İki çocuğumla oturduğum evi basan teröristler bana hayatımın en zor seçimi için şöyle dediler, iki çocuğundan birini seç diğerini gözünün önünde öldüreceğiz. O anda ben zaten ölmüştüm, 2 evlat arasında seçim nasıl yapılırdı? Beni alın dedim onlara yaşasın kabul etmediler, çocuklarım birbiri için fedakârlık yapacak yaşta değillerdi. Daha fazla bekleyemeyiz dediler, çekip vurdular, ben artık nasıl yaşayacaktım ki?” diyorsa!

Rus asker; “Savaştıklarımızı hepsi bize benziyor. Hangisini vurayım?” diyorsa!

Türk’le evlenerek Adana’ya yerleşen kadın; “Annem Rus, babam Ukraynalı! Ben hangisinden vaz geçebilirim?” diye soruyorsa!

Üniversite yıllarımın derin iz bırakan hocalarından Ionna Kuçuradi’nin, Yannis Ritsos’dan çevirdiği Barış adlı şiirinde; “Çocuğun gördüğü düştür barış/ Akşamüstü eve dönen babadır barış/ Dünyanın masasındaki ekmektir barış/ Bir annenin gülümsemesidir barış” dizeleri gerçeği yansıtıyorsa!

Denilecek şey şudur! Keşke Barış Kaf Dağı’nın arkasında olmasa! Barış dili her yere hâkim ve her yerde egemen olsa! Nice dostluklara, nice düşmanlıklara tanık olan topraklarda, üşüten, acıtan, dürten, isyan ettiren olaylar hiç olmasa! Dünya ne güzel olurdu…