Örgün (yüz yüze) eğitime devam edilmelidir. Eğitimi feda etmeyin, gençleri gözden çıkarmayın beyler!

Olup bitene bakınca “Devleti yaşat ki millet yaşasın!” sözünü alıp “Milleti yaşat ki devlet yaşasın!” demenin tam da zamanı değil mi?

Kalemim kurşun gibi ağır. İçim hüzün ve öfke dolu! Bir kez daha yüzümü ve yönümü Büyük Atatürk’e dönüyor ve O’nun en doğru yolu gösteren sözüne sığınıyorum: “Görülüyor ki en önemli ve en verimli ödevlerimiz eğitim ve öğretim işlerimizdir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bu ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır.” Bu anlamlı söz üzerine ne yazılır, ne söylenebilir bilmiyorum!

Bildiğim o ki biz genç cumhuriyetin tüm olanaklarını zorlayarak 100 yıl önce eğitim almaları için gençlerimizi Batıya yollardık. 100 yıl sonra ülkemizin gençleri işsizlikten, mutsuzluktan, hayallerini gerçekleştirmediklerinden ötürü Batıya göçüyorlar…

Bu kaçış yetmiyormuş gibi şimdi kalkıp depremin acısını gençlerimizden çıkarırcasına okullarını kapatıp, yurtlarından çıkarıyoruz. Önceleri pandemi nedeniyle, şimdi deprem yüzünden eğitim haklarını ellerinden aldıklarımızın kayıp yıllarının hesabını kim verecek? Ben yaptım oldu mantığıyla olmaz, olmuyor, olmamalı…

Beyler! Gençlerin geleceğini karartmayın, onları çözümü kolay konular için telef etmeyin. Çünkü kalıcı sorunlara geçici çözümlerle çare olamazsınız. Bunlar belki günü kurtarır ama geleceğe ilişkin umut vermez, veremez…

Eğitimi feda ederseniz! “İlkokul mezunuyum 1.500’den fazla konut yaptım!” diyenlerin yaptığı yıkılan binaların sorumluluğunu kim alacak? Yaptığı binalarda 70 kişi ölen müteahhidin; “Ben ne yapayım mukadderat!” sözünü kim nasıl açıklayacak?

AFAD’ın bütçesinin 4.5 katı ayrılan DİB bu bütçeyle hangi yaralara merhem olacak? Ya da mahdum beylerin ve mahdume hanımların başında ve yönetiminde bulunduğu vakıf ve derneklerin ne kadar yardımda bulunduğunu, CB’nin birinci derece yakınlarının kurucusu olduğu vakıf ve derneklerden kamuoyuna yansımasa da yaptıkları yardım miktarının ne kadar olduğunu kim bilecek?

Kaderle, fıtratla, takdiri ilahiyle, mukadderatla ilgisi olmayan ama ilgisizlik, bilgisizlik, eğitimsizlik ve cehaletin neden olduğu sorunların hesabını kim tutacak?

Anahtar sorularla devam edersek…

Eğitimci gözlüğümle yazıyor ve soruyorum. Gençler örgün eğitimden uzaklaştıkça yara daha çok derinleşir ve uzaktan eğitimle doktor, mühendis, öğretmen yetişmez. Bunca yıkımın üstüne bir de eğitimde yıkım yaşatmayın, yaşamayalım. Bu gençlere yapılan en büyük haksızlık olur. Çünkü çözüm deprem dâhil eğitimdir. Her koşulda eğitim devam etmelidir.

Salgın sırasında eğitimden uzak kalan ve iki yıl kaybeden gençleri uzaktan eğitime mecbur bırakan bu yanlış ve yanlı kararla plansızlığın faturasını gençlere çıkarmayın…

Laboratuvar olmadan, kadavra görmeden, hastane koridorlarının havasını koklamadan internet üzerinden hekim nasıl yetişir? Şantiyede yetişmeden, arazi görmeden, staj yapmadan inşaat mühendisi mi olunur? Hele de son yıllarda yetişen inşaat mühendislerinin nelere mal olduğu acı bir şekilde görüldükten sonra…

Anlaşılan o ki iktidar ekonomi gibi, laiklik gibi, adalet gibi, demokrasi gibi, liyakat gibi, plansız şehirleşme gibi kılcal damarlara girmeyi, toplumsal fay hatlarını sarsmayı, toplumun hassas konularını kaşımayı seviyor ve başarıyor.

Buna; “Millet okudukça bize oy vermiyor, biz cahil kesimin ferasetine inanıyoruz!” gibi kendi ağızlarından çıkan sözleri de ilave edersek o zaman üniversitelerin kapanmasına şaşırmamalıyız…

“Ben ne dersem o!” diyerek sayıları 208’i bulan üniversiteleri kapatmak, “Her yerde ve her alanda benim dediğim olur!” mantığıyla ülkenin yarınlarını karartmak, 185 bin akademisyeni, 8.5 milyon öğrenciyi uzaktan ya da hibrit eğitime (ne demekse!) mahkum etmek tam da asrın liderinin başaracağı bir iş olmalı. Az şey mi doğrusu!

Aldığınız notlara ilave edin lütfen! Hem eğitimi feda ediyor, hem gençleri gözden çıkarıyor, hem de telafisi imkânsız bir yıkıma yol açıyorsunuz. Eğitim sınırlandırılamaz, eğitim hakkı gasp edilemez.

Önemli not: Zorlu süreçlerde genelde herkesin özelde gençlerin birbirine ihtiyacı daha çok artar. İnsanlar böyle zamanlarda bir araya gelmeye, yüz yüze konuşmaya, birbirine dokunmaya, sarılıp sarmalanmaya daha çok gereksinim duyar. Acıları paylaşmak, dayanışmayı artırmak, görülmeyeni yok sayılanı göstermek, yaraları sarmak, şefkati, empatiyi, bütünleşmeyi görünür kılmak herkese iyi gelir…

Unutmayalım! Zor zamanlarda bilime sığınmak, güzel sanatlarla meşgul olmak, edebiyatın koruyucu kanatlarında vakit geçirmek, sanatla tiyatroyla uğraşmak güç verir, direnç sağlar, acıları sağaltır, sosyalleşmeyi artırır, tükenmişlik duygusundan uzaklaştırır, insanın içinde yeniden umut yeşertebilir…

Günümüzün eğitim tablosuyla noktayı koyarsak!

2 yılda bir MEB değişmiş. 20 yılda 8 MEB’le tanışmışız. Her gelen ekibiyle gelmiş, kadrosunu kurup gitmiş. 600 bin öğretmen kariyer sınavına sokulmuş. Uzmanlar bunun ayrımcılık olduğunu açıklamış. OECD ülkeleri içinde öğretmen maaşlarının en düşük olduğu ülkelerden biriyiz. En yüksek öğretmen maaşı 11. 592 TL iken müftü 22.500, vekil 56 bin, bakan yardımcısı 54 bin TL alıyor. Tablo buyken acıtan ve düşündüren sonuca bakıyor ve üç yerden maaş alanlara girmiyorum bile…

Yazımı bitirmeden yazmalıyım! Olup bitene bakınca “Devleti yaşat ki millet yaşasın!” sözünü alıp “Milleti yaşat ki devlet yaşasın!” demenin tam da zamanı değil mi?