Deprem ve Gıda Tedarik Zinciri Riski: İstanbul’da Afet Planlaması Ne Kadar Hazır?

Marmara Depremi’nin üzerinden 26 yıl, Maraş Depremi’nin üzerinden 2,5 yıl geçti. Dün İstanbul’un deprem gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Önümüzde iki yol ayrımı var: Biri rant için yapılan Kanal İstanbul, diğeri hepimiz için dönüştürülen bir İstanbul.

Gıda mühendisliğinde hijyenik tasarım adında özel bir alan var. Eğer bir yerde gıda üreteceksek, o tesisin hijyenik altyapıyı sağlayan bir yapıda kurulması gerekir. Üretim alanı tamamen temizlenebilir olmalı; çöp alanı, soyunma odaları, tuvaletler gibi bölümler üretim alanından ayrı konumlanmalı; çevresel tehditlere karşı korunaklı olmalı.

Ancak hiçbir kentimizin planlaması buna uygun değil. Hiçbir kentte fırınların, gıda tesislerinin, marketlerin yeri net bir şekilde belli değil. Bu nedenle binaların altında yapıya zarar veren fırınlar, kolon kesen marketler, apartman dairelerinde ya da kaçak yapılarda üretim yapan gıda işletmeleriyle karşılaşıyoruz. Acı sonuçlarını da bizzat yaşıyoruz.

Kenti karmaşıklaştıran en önemli başlıklardan biri de gıda tedarik zinciri. Tarım arazileri ve üretim alanlarına hammaddeler nereden, hangi rotayla geliyor? Bu alanlardan çıkan gıdalar nereye, nasıl ulaştırılıyor? Tarım ve Orman Bakanlığı’yla Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bu sürecin hiçbir halkasından haberdar değil. Burası önemsenmeyen ama kilit bir alan.

Bu yüzden mevcut altyapıya uygun olarak gıda tedarik zincirini olabildiğince kısaltmamız gerekiyor. Uzayıp giden zincirler hem fiyatları artırıyor, hem gıda güvenliğini tehlikeye atıyor, hem de herhangi bir şokta sistemi çökertiyor. Üstelik bu zincir, karbon salınımını artırıyor, sosyal adaletsizlik yaratıyor ve kaynakları aşırı tüketiyor.

DEPREM RİSKİ ALTINDAKİ GIDA ÜRETİM MERKEZLERİ

Olası bir afette yemek servisi yapabilmek, kurumlarımızı hazır tutabilmek elbette önemli. Ama bu, yapılacaklar listesinde sadece küçük bir madde. İstanbul’da yaşanacak yıkıcı bir deprem, tüm Türkiye’nin gıdaya erişimini çok ciddi şekilde sekteye uğratabilir.

Gıda işletmelerinin yönetim merkezlerinin neredeyse tamamı, fabrikalarının büyük kısmı İstanbul’da. İstanbul dışında olanlar da çevresinde: Çorlu, Çatalca, Silivri, Büyükçekmece, Beylikdüzü, Esenyurt, Avcılar ve Tuzla, Çayırova, Gebze, Dilovası hattı.

İlk iş olarak, bu işletmelerin yönetim ofisleriyle birlikte Bilecik, Kütahya, Afyon, Isparta ve Sinop, Çorum, Yozgat, Sivas hattına dengeli bir şekilde dağıtılması gerekiyor.

Sonrasında ise kentsel planlama çalışmalarına gıda mühendislerini mutlaka dahil etmeliyiz. Türkiye’de hiçbir kent gıda lojistiğine, hiçbir konut da üretim ve satışa uygun değil.

İstanbul’un ve çevre illerin gıda tüketimi, tedarik zinciri ağı mutlaka haritalandırılmalı. Nereye, ne ulaştırılacağını bilmeden, afetlere hazırlıklı olmamız mümkün değil. Unutmayalım, ilk 36 saat içinde su ve gıdaya erişim normalleşmiş olmalı. Hatay’da bunun aylarca gerçekleşemediğini hep birlikte gördük.

ACİL YARDIM VE GIDA DAĞITIM HARİTALARININ GEREKLİLİĞİ

Kentimizi tüm paydaşlarla birlikte, bilimsel verilere dayalı ve ortak akılla planlamalıyız. Gıda üretim bölgelerini bu veriler doğrultusunda belirlemeli, kendine yetebilen, halkın güvenilir gıdaya erişimini sağlayan bir lojistik ağ oluşturmalıyız.

Bu ağ öyle tasarlanmalı ki, hem acil yardım hem güvenilir gıdaya erişim konusunda hızla devreye girmeli. Gıda üretim bölgelerine ve yardım merkezlerine doğrudan ve kısa rotalarla bağlanmalı, yetkinlik bilgileri kamu kurumlarının elinde bulunmalı.

Ama dün gördük ki, 1999’la hâlâ aynı noktadayız. Bu kez fark şu: Kenti ve yurttaşı düşünen yöneticiler hapiste, parayı düşünenler ise hâlâ rantın peşinde.