Cezasızlık Gıdaları, Gıdalar Sağlığımızı Bozuyor

"Gıda hakkı ihlalleri somut olarak ortaya konulamadığı için hukuki süreç başlatılamıyor. Önleyici hukuk devreye girmiyor. İhlaller tespit edilse bile hukuken bir karşılığı olmadığı için hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Hak ihlaliyle sağlığımızı bozanlar gıda hukukunun olmayışını kutluyor."

Beslenemiyoruz. Açlığın her çeşidiyle mücadele ediyoruz. İnsan onuruna yaraşır gıdalara erişemiyoruz. Sağlık için tükettiğimiz gıdalarla sağlığımızı kaybediyoruz. Tüm bunların cezası da yok. AKP’nin gıda politikaları bizi koruyamıyor.

GIDALARA ULAŞAMIYORUZ

Tükettiğimiz gıdalardan yeterli vitamin ve mineralleri almamız gerekiyor. Aynı zamanda gıdalardaki protein, karbonhidrat ve yağ oranı da dengeli olmalı. Kullanım izni verilen gıda katkı maddeleri yasal limitler içinde kullanılmalı. Aynı işleve yarayan gıda katkı maddelerinden sadece biri kullanılmalı, farklı işlevleri yerine getiren katkı maddelerinin kullanımıysa yalnızca zorunlu olanlarla sınırlandırılmalı.

Son dönemde "temiz içerikli gıdalar" adı verilen bir kavram öne çıkarılıyor. Ancak neoliberal ekonomik sistem, gıda hakkımızı bir pazarlama aracına dönüştürüyor. Ticari olarak fiyat belirlemek ve yeni pazarlar oluşturmak için temel insan haklarımız bile kullanılıyor. Gıda hakkını pazarlanmaya çalışılıyor. Oysa gıda hakkı, hepimizin yeterli vitamin ve mineral içeren, besin değeri dengeli gıdalara erişebilmesini, bu erişimin ekonomik olarak mümkün ve sürdürülebilir olmasını gerektiriyor.

Yeterince gıda tüketmemize rağmen, besin ve vitamin-mineral içeriği dengesiz olduğu için sağlıksız besleniyoruz. Bu duruma gizli açlık deniyor. Gizli açlık, hukuki olarak tanınmıyor çünkü dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri açlıkla mücadele ediyor. Yani kağıt üstünde mücadele ediyor.

Gizli açlık obezite, diyabet, kalp-damar hastalıkları ve kansere yol açıyor. Avrupa’nın en obez ülkesiyiz. Kalp-damar hastalıklarından kaynaklı ölümlerde de ilk sıradayız. Her yıl aramızdan ortalama 200 bin kişi kanser tanısı alıyor. Diyabet oranımız da hızla artıyor.

Taklit-tağşiş edilen gıdalarda buzdağının görünen kısmını Tarım ve Orman Bakanlığı tespit ediyor. Sus payı gibi düşünün. Aflatoksin ve pestisit kalıntıları gibi tehlikeli maddelerle ilgili uyarılar, sürekli olarak Avrupa Birliği’nden geliyor. Öyle ki bu konudaki bildirimler, özel hayatımızdaki mesajlardan bile daha sık yapılıyor.

SORUŞTURMA AÇILMIYOR

Sosyal devlette yaşıyoruz. Sosyal devlet ilkesi gereği gıda hakkı korunuyor. Yani korunması gerekiyor. Ancak bu hak yasal olarak güvence altına alınmış değil.

Bunun en somut örneklerinden biri, Ankara’daki okul yemeği davasında yaşandı. Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda yemek verilmemesi yönünde savunma yaptı. Mahkeme ise devletin çocukları beslemek gibi bir zorunluluğu olmadığına hükmetti. Bu karar, Türkiye’de gıda hakkının hukuken korunmadığının en açık kanıtı.

Türkiye’de, gıda hakkı ihlalinin cezai karşılığı yok. İhlaller sadece idari para cezaları veya geçici kapatma cezalarıyla geçiştiriliyor. Ama ortada insan hayatına olası bir kasıt bulunuyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ana sorumluluğu, gıda hakkı ihlallerini tespit etmek ve açlık çeşitlerine, gıda zehirlenmelerine neden olabilecek durumları önlemek. Ancak bakanlık bu ihlalleri büyük ölçüde tespit edemiyor. Çünkü yeterli insan kaynağı, yeterli altyapı, yeterli denetim sistemi ve yeterli gıda politikaları yok.

Gıda hakkı ihlalleri somut olarak ortaya konulamadığı için hukuki süreç başlatılamıyor. Önleyici hukuk devreye girmiyor. İhlaller tespit edilse bile hukuken bir karşılığı olmadığı için hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Hak ihlaliyle sağlığımızı bozanlar gıda hukukunun olmayışını kutluyor.

Cezasızlık gıdaları, gıdalar sağlığımızı bozuyor.