Şafak Akça yazdı: Ayrıştırılan eğitim, farklılaştırılan gençler

Özel okul öğrencisi, niteliksiz kamu okulu öğrencisi, dini eğitim alan kamu öğrencisi, birkaç okul dışında yıllardır yok sayılan meslek lisesi öğrencileri... Toplumsal ayrışmanın bu yaş gruplarındaki farklılıkları sosyolojinin konusu. Ama bir beka meselesi aranıyorsa buralara bakmak gerekir.

Bundan 137 sene önce, Selanikli Mustafa okul çağına geldiğinde anne ve babasının okul tercihleri nedeniyle mutsuzdu. O dönemde iki okul türü vardı: Birisi mahalle mektebi, diğeri ise klasik okul olarak bilinen ilkokuldu. Mahalle mektebinde dini eğitim, Mustafa’nın istediği okulda ise klasik, kısmen seküler eğitim veriliyordu. Bu okul türü ayrımı Cumhuriyet’le birlikte ortadan kalktı ve klasik okullarda tüm toplum aynı içerikle (müfredatla) eğitim aldı. Bunun yanında dini eğitimler ise camilerde özellikle yaz tatili dönemlerinde verildi. Okulların gelişimi sürecinde dini eğitimler veren okullar açıldı ve bu okullarda da klasik eğitim diğer okullarla aynıydı ve ayrıca din eğitimi verildi. Dolayısıyla halk arasında normal ya da düz lise ile imam hatip lisesi öğrencileri arasında eğitimsel eşitsizlik yoktu.

Cumhuriyet salt bir yönetim biçimi değildi. Aynı zamanda bir modernleşme projesiydi ve Cumhuriyet’in kurucuları modernleşme sürecinin temel dayanağını eğitime yüklemişlerdi. O yıllarda kültür de eğitim bakanlığının içindeydi ta ki 1971 yılına gelene kadar. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı eğitimi, kültürü, gençliği ve sporu içinde barındıran bir yapıdaydı. Bu bakanlığın, Cumhuriyet’in ilanından önce başlayan çalışmalarının büyüklüğünü bugün bile anlayamayan o kadar çok kişi var ki! Devrimlerin öncüsü, insan yetiştirme düzenimizin sorumlusu, kültür dünyamızın odağı, kıvılcım olarak yurtdışına giden, alev olarak dönen genç bilim insanları, İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz ikliminden kaçarak Türkiye’nin açtığı kürsülere gelen bilim insanları, köy enstitüleri, millet mektepleri, tercüme eserler gibi saymakla bitmeyecek başarıların merkezi idi Milli Eğitim.

Her şey 1980 yılında değişti. Darbe öncesi 24 Ocak ekonomi kararlarıyla başladı, darbenin ceberut yapısıyla eğitim ve kültür dünyamız yerle bir edildi ve eğitimin içi boşaltılmaya başlandı. Bu sürece gelindiğinde Türkiye’nin marka devlet okulları vardı. Hatta o okullardan cumhurbaşkanları, başbakanlar çıktı. Düşünün köylü Süleyman Demirel, Afyon Lisesi’nden mezun olup Adalet Partisi gibi liberal bir partinin genel başkanlığına geldi, uzun yıllar başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptı. Halkçı Bülent Ecevit ise o dönemin özel okulu Robert Kolej’den mezun olup sosyal demokrat CHP’nin genel başkanı oldu, başbakanlık yaptı. Bu cümledeki tezat bile toplumsal bir ayrışmayı doğurmamıştı. Çünkü eğitimin içeriği, müfredatı aynıydı. Sınavla öğrenci alan Anadolu liseleri vardı, bu ülkenin zeki çocukları parasız bir şekilde nitelikli eğitim alabiliyorlardı. Bu sınavları kazanamayan gençlerimiz ise mağdur olmuyorlar, kendi il ve ilçelerindeki devlet liselerinde okuyabiliyorlar, üniversite sınavlarında başarı gösterebiliyorlardı. Yani Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ile Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi veya Kars Alparslan Lisesi arasında bir eğitim farkı yoktu. Ya da Bursa Tophane Meslek Lisesi gibi ülke sanayisinin kurulması ve gelişmesinde çok önemli katkılar sağlayan meslek liselerimiz vardı.

1980’lerde başlayan özelleştirme furyası bir müddet sonra eğitimi de kapsamaya başladı. Bunun için özel okullar teşvik edildi ama yine de istenilen özel okul gelişimi sağlanamadı. Bu kez tersine bir politikayla kamunun nitelikli olan okul türlerinin içi boşaltıldı, kamusal eğitim niteliksiz hale getirildi. Bu sınıflama öyle bir hale geldi ki Milli Eğitim Bakanlığı kendi okullarını nitelikli ve niteliksiz diye sınıflandırdı ve halen bu sınıflandırma devam ediyor. Ayrıca ders programlarına bile siyaset kurumu müdahil oldu, kanunla okullara ‘zorunlu seçmeli’ din dersleri konuldu yani bakanlık devreden çıkarıldı. Ders programlarından ve müfredattan sorumlu olan, Atatürk’ün kurduğu, Talim Terbiye Kurulu işlevini yitirdi.

Üstelik Milli Eğitim Bakanlığı, ‘devlet okullarına çocuğunuzu göndermeyin, biz size para verelim özel okullara gönderin’ diyerek özel okullara öğrenci başına teşvik vermeye bile başladı. Yani halkın vergilerini özel okullara gidecek ayrıcalıklı öğrenciler için kullandı. Okulların sadece yönetim yoluyla örgütsel ikliminin dinselleştirilmesi değil, ders programları ve vakıf, dernek vb. kuruluşlarla yapılan protokoller, çocuklarına seküler eğitim aldırmak isteyen velilerin de özel okullara talebinin artmasına neden oldu. Bunca teşvik sonrası özel okul ve öğrenci sayıları arttı. Tüm okulların yaklaşık yüzde 20’si, tüm öğrencilerinde yüzde 10’u özel okullarda. Apartman liseler, villa ilkokullar, bahçesi olmayan kreşlerle bu dönemde tanıştık.

Temel sorun yazımızın girişindeki Büyük Atatürk’ün eğitim hayatına başladığı süreçteki ikilemin bugün evrilerek başka yapılara dönüşmesidir. Bugünkü yapıda bir değil, birkaç farklı tip öğrenci yetişmektedir. Özel okul öğrencisi, niteliksiz kamu okulu öğrencisi, dini eğitim alan kamu öğrencisi, birkaç okul dışında yıllardır yok sayılan meslek lisesi öğrencileri... Toplumsal ayrışmanın bu yaş gruplarındaki farklılıkları sosyolojinin konusu. Ama bir beka meselesi aranıyorsa buralara bakmak gerekir.

Etiketler
Okul Özel Okul Öğrenci Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Mustafa Kemal Atatürk