CHP Yüksek Disiplin Kurulu Başkan Yardımcısı Av. Ayça Akpek Şenay yazdı: Anayasasızlaşan Türkiye

Yargıtay ve AYM arasında yaşanan çatışma görünürdeki tarafları yargı organları olsa bile, gerçekte, mevcut siyasal düzenin tamamen ortadan kalktığı, devlet kurumsallığından uzaklaşılan büyük bir siyasal krizdir. Hukuki güvenceden yoksun bırakılan yalnızca Can Atalay değil, milyonlarca yurttaşlardır.

İstanbul’un öteki ucundaki namı diğer Silivri yolunda zihnimdeki berraklık; burada ikamet eden onlarca muhalif kişilik. Son 20 yılda iktidarın ürettiği bu mekândan tüm topluma yayılmak istenen mesaj da bu değil mi zaten?

Silivri, yıllardır yaşanan hukuksuzlukların simgeleştiği bir mekâna dönüştü. Bu nedenle bir cezaevinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Lefebvre’nin, ‘devletin iktidarını mekân üzerinden ürettiği şiddetle sürdürdüğü’ tanımlamasına daha iyi uyan az örnek bulunur herhalde.

Biz de Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin Can Atalay ile ilgili verdiği “hak ihlali” kararına ikinci kez uymamasının ardından, bir kez daha Silivri’ye gidiyoruz.

Görünürde yargının iki büyük mahkemesi arasındaki kavgada, filler tepişiyor çimenler eziliyor. Bizim de niyetimiz meslektaşım Serkan Günel ile birlikte Can Atalay, Tayfun Kahraman, Furkan Karabay’ı (yazı yazıldığında tahliye edilmişti) ziyaret etmek.

Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Aslında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının düzenlenmesi AKP iktidarının yaptığı en büyük reformlardan biri olarak sayılmış, öyle ki o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bile Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmıştı.

Bireysel başvurunun yasalaştığı 2011 yılında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla verilen kanun tasarısında vaat edilen de Anayasa Mahkemesi’nin hukuk güvencesi niteliğiydi.

Tasarıda şöyle denilmişti ki: “Hukuk devleti ilkesini benimseyen çağdaş ülkelerde ilk akla gelen hukuk güvencesi; bunun teminatı olan yargı organlarının varlığı ve özellikle anayasa yargısıdır... Anayasa mahkemeleri, kuvvetler ayrılığı rejiminde sistemin olası mahzurlarını giderici, onu mükemmele yaklaştırıcı bir fonksiyon icra etmektedir. Anayasa mahkemelerinin temel amacı ve misyonu; Anayasada güvence altına alınan kural ve ilkelerin yasama organının tasarruflarıyla ihlâl edilmesini önlemek, en genel anlamda Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığıyla temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır”.

“Hukuki güvence” olarak tanımlanmış bir yargı organı nasıl oldu da bu kadar rahatsızlık yaratmaya başladı. Ergenekon, Balyoz ile başlayan davalar silsilesi, ülke gündemini esir almaya başladığından beri uzun tutukluluk süreleri, milletvekillerinin tutukluluğu da Anayasa Mahkemesi’nin önemli konuları arasına girdi. Yerel mahkemelerde adalet bulamayanlar “anayasal haklarının ihlal edildiği” gerekçesiyle AYM’ye başvurmaya başladı.

Bu bağlamda Can Atalay kararı da AYM’nin ilk defa verdiği bir karar değil. Daha önce de ilk olarak Mustafa Balbay başvurusuyla ilgili olmak üzere, pek çok kez bu kararı verdi, ardından da tahliyeler de gerçekleşti. Bunun yanı sıra AYM, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Leyla Güven kararları ile daha önce aynı gerekçelerle, tutuklu bulunan milletvekillerinin tahliyesi gerektiğine hükmetmişti. O zaman da tahliyeler gerçekleşti.

AYM’nin bu içtihadını özetlemek gerekirse; Anayasanın 83. maddesine göre, “milletvekili seçilen bir kimse hakkında devam eden yargılamanın durması” gerekmektedir. Ancak Can Atalay’ın yargılaması durdurulmamış, milletvekili seçilen Atalay’ın tutukluluğu devam ettirilmiştir.

13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay buna gerekçe olarak Anayasa’nın 83. maddesinde dokunulmazlığın iki istisnasından birisi olarak düzenlenen “seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar” hükmünü göstermişlerdi. Ancak Anayasanın 14. Maddesinde sayılan durumlar bir kanunla somutlaşmadığı için belirsizdir. Mahkemelerin yorumuyla belirli hale gelemez. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu istisna düzenlemesine derece mahkemelerinin ve Yargıtay’ın yüklediği anlamı Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Aykırı bulmasının gerekçesi ise hukuki belirlilik ilkesidir. Hukuki belirlilik, kanunların yoruma yer vermeyecek açıklıkta olması ve keyfi yorumlara yer verilmesine imkân vermemesi demektir. Hukuki belirliliği sağlayacak olan yasa yapma niteliği sebebiyle yasama organıdır. Yasama organının Anayasanın 14. maddesiyle ilgili bir düzenlemesi olmadığına göre hukuki belirsizlik devam etmektedir.

Buna karşın yerel mahkeme tahliye kararı vermemiş, dosyayı Yargıtay’a göndermiş Yargıtay ilgili dairesi de Can Atalay’ın tahliyesini gerçekleştirmemekle yetinmemiş, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunmuştur.

Bu nedenle bu sefer benzersiz bir anayasa krizi ile karşı karşıyayız. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin AYM kararını iki kez yok sayması, Anayasa’nın işlevsizleşmesi anlamına geliyor. Anayasa’nın 153. maddesine göre, “herkes Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorundadır”.

Anayasalar yüzlerce yıldır aynı amaç için varlar: İktidarın yetkilerini sınırlamak, keyfiliği önlemek, böylelikle bireysel ve toplumsal hakları güvence altına almak. Ülkemiz için ise Anayasa iktidarı sınırlama işlevini çoktan yitirdi. Yargı daha önce de bu ülkede siyasal iktidar etkisinde kalmıştır. Ancak hiçbir zaman hukukun yerini siyasal ideoloji almamıştı. Elbette bu bilinçli bir tercih. İktidar ideolojik meşruiyetini hukuk üzerinden kuruyor.

Yurttaşların en önemli güvencesi Anayasa ile kurumsallaşan hukuk güvencesidir.

Yargıtay ve AYM arasında yaşanan çatışma, görünürdeki tarafları yargı organları olsa bile, gerçekte, mevcut siyasal düzenin tamamen ortadan kalktığı, devlet kurumsallığından uzaklaşılan büyük bir siyasal krizdir.

Dolayısıyla bugün ülkenin yaşadığı krizi de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Aslında anayasasızlaştırılan, bu şekilde hukuki güvenceden yoksun bırakılan yalnızca Can Atalay değil, milyonlarca ülke yurttaşıdır.

Etiketler
Anayasa Mahkemesi (AYM) Can Atalay Mahkeme Meclis CHP Türkiye İşçi Partisi - TİP