'Sanatın ruhsatını nereden alacağız?'

Yapmış olduğu grafitilerle toplumsal duyarlılık yaratmayı amaçlayan İzinsiz için mahkeme, yaptığı işin sanat olup olmadığını tespit etmek için bilirkişi raporu istedi.

'Sanatın ruhsatını nereden alacağız?'

Cihangir Köroğlu/Birgün - İsmini İstanbul sokaklarındaki duvarlardan, ‘Birleşik İsyan Marketleri’ üretimi olan ‘kaynatmalıktaş’larından bildiğimiz ‘İzinsiz’, yaptığı eserler sonucunda da cezaeviyle tanışmış bir sokak sanatçısı.

Memlekette giderek ilginç bir hal almaya başlayan yargılama süreçlerinden İzinsiz de nasibini aldı. Ülke tarihinde güzel sanatlar fakültesinden bilirkişi talep edilen ilk dava da kendisinin olabilir.

Yapmış olduğu üretimlerle, toplumsal bir duyarlılık yaratmayı amaçlayan İzinsiz ile hem kendisine dair merak edilenleri hem de hayata baktığı pencerenin başlıca noktalarını konuştuk.

► Bana vandalizmin İzinsiz’e göre tanımını yapabilir misin?

Sözlüklerde yazan tanımları sorgulamadan benimseyen biri değilim. Benim iade-i itibarla kullandığım vandalizm kavramı, sanatı sadece kendi tanımlarıyla kabul eden insanlara karşı bir tavırdan geliyor. Ben vandalizmi tanımlayan yıkıcılığı, yaratmanın ön koşulu olarak kabul ediyorum. Eskinin artık yeni olana yer bırakmadığı noktada; yıkım, devrimci olabilir. Örneğin; ön yargılar yıkılır ve bilinçte sıçramalar yaşanabilir. Değiştirmenin, dönüştürmenin bir yoludur. Bunun koşulları veya pratiği kişiden kişiye göre değişebilir tabi. Mesela ben başkasına ait bir resmi, malzeme olarak kullanmaktan çekinmem. Üstünde imzası olması kendi üretim sürecinin bittiğini gösterir. Ben o esere bakarım ve sonra benim için üretim süreci başlayabilir. Sokaktaki insanlara danışılmadan kamuya açık bir şekilde sergileniyorsa, sanatçı etkileşim almayı kabul etmiş olmalıdır. Bu etkileşimin ölçüsünü sanat adına kimse belirleyemez. Felsefi bir derinliği olduğu sürece, bunun bana karşı yapılmasını da dert etmem. Bu anlamda telif gibi ticari tartışmalar, sanatın meselesi değildir. Sanatçının ilk sahip çıkması ve koruması gerekenin, fikri olduğunu düşünüyorum. Ben sanat tarihindeki vandalizmi öğrenirken, başkaları güzel sanatlarda banka hesaplarındaki rakamları öğrenmiş olamazlar. Bu yüzden “Dış kapının vandalı” benim severek kullandığım bir tabirdir.

► Hiphop ve graffiti ilişkisinin iç içe olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'de hiphop özellikle rap müzik bir yandan politikleşirken bir yandan da son derece de piyasalaştı. Sizin yaptığınız işler için de bunları söylemek mümkün mü?

Hazmının kolay olması için sizi ideallerinizden küçük lokmalara bölüyorlar. İlkeli yaşayarak hayatta kalmak kolay değil. Bu yüzden taviz veriliyor. İlginç olan, piyasanın eskiye göre giderek kendini daha fazla politik olanla beslemesi. Ortak dertler ve kolektif akıl; kişisel iç buhranlardan daha çok ilgi çekiyor. Veya içe döndükçe başkalarıyla aynı noktada buluşma ihtiyacı artıyor belki. Piyasa, içine düştüğü içerik tıkanmalarını, genelde kendine aykırı olana kısıtlı yaşam alanları açarak çözüyor. Politik sözün çok kolay piyasalaştığı bir dönemdeyiz. Bir araya geldiklerinde piyasanın, politik içeriği yuttuğunu görebiliriz. Diğer yandan dünya, bir şeyin üreticisini aracıları ortadan kaldırarak onu sevenleriyle daha kolay buluşturan platformların çağında. Bu sayede piyasalaşmadan, daha çok kendiniz kalarak üretmeye devam edebiliyorsunuz. Sergi açmak için sokaklar artık absürt bir seçenek değil. Emeğinizin karşılığı için yakında sanat simsarlarına o kadar da ihtiyaç kalmayacak. Şimdi piyasacılar düşünsün.

► Üretimlerini yaparken müzik dinler misin? Dinliyorsan genellikle hangi tarzı dinlersin?

Dinlediğim müzik türleri birer insan olsaydı; tüm bu alakasız tipleri aynı yerde nasıl topladığımı açıklayamazdım. Bazen bir şarkı çalışmanın başından beri eşlik ediyor. Bazen de yaptığım çalışma, kafamdaki müzikal karşılığını bulunca tamamlanıyor. Fikir aşamasında, çalışmayı hazırlarken doğru müziği dinlemek işi çok etkiliyor. En zevk aldığım kısımlardan biri çalışmaların videoları için kullanabileceğim şarkının seçilmesi. Bir Enstrüman yazılabilecek tüm kitaplardan, yapılacak tüm resimlerden fazlasını hissettirebilir. Son zamanlarda jazz dinlemeyi de öğreniyorum. Kulağım iştahlıdır. Keşfetmeyi severim.

► Kabataş iskelesini çevreleyen ve Devrim Erbil tablolarını gösteren paneller üzerine yaptığın çizimler gerekçe gösterilerek “Türk bayrağını alenen aşağılama” ve “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla açılan davanın ikinci duruşması, geçtiğimiz günlerde yapıldı. Dava ileri tarihe ertelendi ve mahkeme yaptığın işin sanat olup olmadığını tespit etmek için bilirkişi raporu istedi. Yaptığın iş sana göre neydi?

Birçok sanatçının ve akademisyenin hayatı, sanatın ne olup olmadığını tartışmakla geçmiştir. Kişiden kişiye, dönemden döneme tanımı değişmiş, itibarı ayaklar altına alınıp bir yandan da kutsallaştırılmış buna benzer çok şey bulamazsınız. En genel tanımından hareket edeceksek bile, bir ifade biçimi olarak yaptığım şey sanattır. Ben sanatı bir avuç seçilmiş insanın alametifarikasının takdirine bırakılacak kadar kutsal görmüyorum. Sanatçılık bir diplomanın sonucu veya bir kurumun size verebileceği bir unvan olamaz. Bence sanat, spor kadar gündelik bir ihtiyacın cevabıdır. Kutsal olan, anlatmak üzere bizi harekete geçiren şey olabilir. Her sanatçı farklı tetiklenmelerle harekete geçebilir tabi. Beni bu resimde harekete geçiren şey toplumda infial uyandıran intiharlar oldu. Bu insanlar öldükten sonra, hayatın onlar zaten hiç olmamış gibi devam etmesi fikrine katlanamadım. Bir insan, tanımadığı kişilerin yaşadığı çaresizlikle aynı duyguda buluşuyor. Ve bu buluşmadan estetik kaygılarla ortaya bir ifade biçimi çıkartıyor. Buna sanat dememiz için illa Dolapdere’de, kentsel dönüşümle dikilmiş bir galeride mi sergilenmesi gerek? Merak ediyorum, sanatın ruhsatını nereden alacağız?

► Bir röportajda insanlarla iç içe olduğundan bahsediyorsun. Peki, insanların içinde sesini değiştirmene ve maske takmana sebep olan şey ne?

Tam da sıradan bir insan olarak sokaktakilerle iç içe kalmak için. Mesele keşke gizemli olarak kendini pazarlama stratejisi gibi basit olsa. İlk sebebim; mümkün olduğu kadar İzinsiz’den kendimi -sevdiklerimi- korumak. Çalışmalarımın maalesef hayal dahi edemeyeceğim sonuçları önüme çıkabiliyor. Toplumun çok kutuplaştığı bir dönemden geçiyoruz. Devam etmek istiyorsam, ileride olabilecekler için işi baştan sıkı tutmak gerek. Yaptığım şeyin doğasında sürpriz faktörü çok önemli. Bir hayalet kadar özgür olmalıyım mümkünse. İşin ironik tarafı, Zapatistaların lideri SubcomandanteMarcos bir söyleşisinde konuyu, “Biliyorsunuz, yüzümüze maske geçirmeye karar verdik çünkü daha önceleri kimse bizi görmüyordu. Paradoksal bir biçimde, yüzümüze maske geçirdikten sonra görünür hale geldik” diye özetler. Marcos’un kimliğinin bile ifşa edildiği bu zamanlarda kim gerçekten anonim kalabilir bilmiyorum. Başaran üstadlara tebrikler! Ama bu konuda ifşa olmasına rağmen maskesini çıkarmayarak kendi kimliğini öldüren Marcos’un tavrı bana daha çok ilham veriyor. Bir film seti gibi kameralarla dolu olan sokaklarda, ses getiren çalışmalar yapıp görünmez kalmak çok zor. Diğer taraftan kendimden de İzinsiz’i korumalıyım. Sıradan bir insan olarak kişisel zaaflarım ve çelişkilerim olabilir. Olmaz ya, insanların bana baktığında kafalarında yaratacakları kimlikle çalışmalarım uyuşmayabilir. Neden yaptığım şeyler çırılçıplak kendi başına var olabilecekken onu bir yaratıcının tepsisinde sunmak isteyeyim? Ego birçok şeyin katilidir. Kabataş’taki resmimden sonra sokak dışındaki tüm çalışmalarıma attığım imzamın bile üstünü çiziyorum. Yok olarak da var olunabilir. Siyasetin olduğu kadar sanatın da; kişi kültünden, markalaşma ve ustalaşma hiyerarşilerinden kendini arındırması gerek. Hiçkimseleşerekherkesleşmek bana daha yakın. Sıradanlığı sıradışı bir yere getirebiliriz.

► Yaptığın işin bir maddi yükü de var boyaları vs. edinmek gibi. Bu gereksinimlerini nasıl karşılıyorsun. Maskesini çıkarınca meslek sahibi olan bir İzinsiz mi var yoksa sponsorlarınmı?

İzinsiz, çok kurumsal bir şirkette bir akşam mesaisinde doğdu. Daha önce başka isimlerle yaptığım başka şeyler olduğu kadar, herkes gibi hayatımı geçindirdiğim bir işim de vardı tabi. Üstelik sevdiği işin eğitimini alma şansına sahip olmuş biriyim. Ama zamanla kendi işimden nefret eder oldum. İzinsiz, bana özgürce üretme alanı açtı. Bende onu uzun bir süre mecbur kaldığım başka işlerde çalışarak finanse ettim. Uzun çalışma saatlerine katlanmamın tek motivasyonuİzinsiz’i sponsorlardan, kirli çıkar ilişkilerinden uzak tutmaktı. Pandemi yüzünden iş bulmanın zorlaşmasına, yargı sürecimin devam etmesinden kaynaklı yaşadığım belirsizlik de eklendi. Malzemeler çok pahalı. Aklıma gelen bazı fikirleri hakkıyla yapmak için neredeyse kredi falan çekmem lazım. Eski kariyerime devam etmem giderek zorlaşınca üretmeye devam etmek için yaptığım çalışmaları, aracı bir kurum olmadan kendim satmaya başladım. “Birleşik İsyan Marketleri” de böyle doğmuş oldu.

►Sokağa çıktığında duvarlarda birçok yazıya denk geliyoruz. Özellikle sol hareketlerin sloganları, talepleri geniş yer tutuyor. Bu bir gelenek de denilebilir. Bu duruma dair neler düşünüyorsun?

Graffiti, işçi sınıfının yaşam alanı olan gettolarda doğdu. Oradaki yoksul gençlerin “Ben de burdayım!” deme şekliydi. İçerik olarak derin politik mesajlar taşımasa da insanoğlunun mağaralardan beri süregelen duvarla bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. Avrupa’da graffitinin içinden benim yaptığım çalışamaların ilk örnekleri doğmuştur. O yıllarda ise Türkiye’de duvarlar, sokak sanatçılarına yazılama yapan gençlerden miras kaldı. Hala yazılamanın devam ettiği mahalleler ve gelenekler var. Gezideyse bu duvar yazılamasının o günlerin itiraz ruhuna uygun yeniden şekillendiğini görüyoruz. Aynı yazılama eyleminin içine mizah unsuru girdiğinde etkisinin nasıl değiştiğini de hatırlarsınız. Var olanların yanında daha fazla yaratıcı eylem pratikleri görmek de heyecan verici olabilir. Yazılama ve graffiti ilişkisi üzerine üzücü olan bir şey vardı. Duvarın önünde yakalandığınızda akıllara gelen ilk şey yazılama yapan sol görüşlü insanlar oluyordu. Artık polislerin arasından bile zamanında graffitiye merak salmış kişiler çıkabiliyor. Beni üzen şey sokakta üreten birinin polise masumiyetini “Yemin ederim, ben solcu değilim memur bey” şeklinde anlatma çabası. Bu sözleri birçok siyasetçinin kabul etmesini diliyor olabilirsiniz belki. Ve evet yakalandığınızda bu sözler mecburi de olabilir. Ama bir yandan da yaşadığımız dünya, hayallerini duvarlara yazan gençlerin eseri olsaydı, belki de bugün üretmek için kimseye bir açıklama yapmak zorunda kalmayacaktık..

► Açıkçası bu soruyu sormakla sormamak arasında gidip gelirken, belki de artık tüm soru işaretlerini bununla beraber kaldırabiliriz diye düşündüm. Nedir bu yerli ve milli Banksymeselesi ?

Sizi temin ederim yerli arabadan daha yerel bir insanım. İç ve dış tasarımım tamamen bu ülkenin eseri. Türkiye’de Banksy’den habersiz onun bir sergisi açılmıştı. Sokak sanatının onuruna, oradaki rezalete açılıştan sonra karşısına yaptığım bir resimle cevap verdim. O dönemde de yaptığım resim Banksy ile anılmıştı. Banksy var olan oyunun kurallarını değiştirdi. Onunla anılmak mutluluk verici tabi. Kaçınılmaz bir çağrışım, şikayetçi de değilim. Bu duruma tepkiler ise genelde iki yönlü oluyor. Birincisi; işi sulandırmak ve magazinleştirmek için yapanlar. Sivaslı Cindy gibi. Anlatılan söze odaklanmaktan daha kolay çünkü.

Oysa sözü, biçime kurban etmemek gerek. Diğerleri ise takdir ederken bunu aklına gelen en popüler isimle eşleştirdiği için yapıyor. Kötü niyetli değil. Yaptığı bir şeyle sesi duyulan herkesin karşılaştığı bir durum. Benden bağımsız olarak diyebilirim ki, içimizden iyi bir şey çıkabilme fikrine de ısınmamız lazım.

Dünyadaki hiçbir şey onun, o dönemdeki en başarılı temsilcisiyle veya onun mucidiyle tamamlanmaz. Ufak olsa da, yapılan her çalışma o alanı zenginleştirir.

Stencil’ı bir Fransız buldu. Bir İngiliz’le popülerleşti. Türkiye’de ise yargılanıyor. Demek ki Sanatın sarsıcı özelliğini doğru bir eksenle yakalamak, popülerleşmiş bir şeyle bile mümkün. -mış gibi yapmıyorum. Benim bu biçimleri tercih etmemin sebebi, popülerliği ve dinamik oluşuyla işimi kolaylaştırması zaten. Ama tüm bunlar birer araç. Tekniklerin, biçimlerin önemi ilk sırada değil. Mermisi bitince yeni bir silah bulabilirsiniz. Kim bilir, yarın sözümü iletmenin daha etkili başka bir yolunu keşfederim. Kıymetli olan paylaştığımız ortak hayaller. Yaşadığımız gerçeklere ortak itirazımız. Anlatılanın bizim hikayemiz olması. Banksy kraliçesini, Churchill’i çizdi mesela. Benimkiler malumunuz. Kimseden sizin derdinizi anlayıp anlatmasını beklemeyin. Herkes kendi sokağına kendi hikayesini çizsin. Ayrıca tüm bunlar adını hiç duymadığınız bir sanatçının ‘Banksy Türkiye’de yaşasa başına neler gelirdi’ sorusuna cevap

Etiketler
Mahkeme