Deniz Zeyrek: Abdulkadir o yazıyı yazdıktan sonra...

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, Elazığ'da yaşanan depremle ilgili Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'nin kaleme aldığı yazıya tepki gösterdi.

Deniz Zeyrek: Abdulkadir o yazıyı yazdıktan sonra...

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin depremle ilgili yazısını eleştirerek; “Her yeri duble yollarla kapladık” diye övünürken, özellikle de o bölgede çığa karşı tedbir alınmış yollardan da söz etmiyor muyduk?" dedi.

Zeyrek 'tedbirsizliğe' vurgu yaparak "Sosyal devleti, “nakit ve ayni yardım yaptık” gibi bir cümleye hapsetmeden hayata geçirebilsek Adem Yarıcı'yı yaşatamaz mıydık?" diye sordu.

İŞTE ZEYREK'iN ÇOK KONUŞULACAK YAZISI

Uzun zamandır yazmak istiyorum. Ancak, birbirini izleyen talihsiz olaylar yüzünden erteliyorum.

24 Ocak 2020 akşamı Elazığ'da yaşanan deprem felaketinden üç gün sonra meslektaşım, arkadaşım Abdulkadir Selvi, “siyaset yazamadım” diye başladığı yazısını şöyle bitirmişti:

“Bir felaket anında milletin Cumhurbaşkanı'nı başında ve hemen yanında görmesi o kadar önemli bir duygu ki… Millet cenazesine omuz verip gözyaşı döken Cumhurbaşkanı'nı gönlünde ayrı bir yere oturtur.”

O günden beri bu cümleyi düşünüyorum.

Evet, deprem bir doğal felakettir. Ne zaman, nerede vuracağı bilinmez.

Ancak öldürenin “deprem” değil “tedbirsizlik” olduğu, hepimizin mutabık kaldığı nadir tespitlerdendir.

Depremden sonra Elazığ'da ortaya çıkan rakamlara bir bakın: 31 bina yıkıldı. 249 ağır, 56 orta, 349 az hasarlı bina var. 6.8 şiddetindeki depremde yerle bir olan 31 binayla ilgili herkes üzerine düşeni zamanında yapsaydı 41 insanımız bugün yaşıyor olurdu.

Depreme dayanıksız konutlar, siteler, mahalleler, ilçeler, iller…

Sadece İstanbul'da “ha çöktü ha çökecek” denilebilecek 50 bin bina var.

O binalarda yaşayanlar, diken üzerinde oturmuş, çaresizlik içinde o korkunç anın gelmesini bekliyor.

Sevgili Abdulkadir o yazıyı yazdıktan sonra başka depremler de oldu. Her seferinde yüreğimiz ağzımıza geldi.

Aynı şekilde o yazıdan sonra Van'da da 41 kişi çığ altında yaşamını yitirdi.

“Her yeri duble yollarla kapladık” diye övünürken, özellikle de o bölgede çığa karşı tedbir alınmış yollardan da söz etmiyor muyduk?

“Bir daha Bahçesaray yolu kapanmayacak” demiyor muyduk?

O tedbirler alınsaydı ilk çığdaki ölümler olur muydu?

Ya ilk çığa müdahale eden arama kurtarma ekipleri standart tedbirleri alsaydı acı bu kadar büyür müydü?

★★★

Geçen hafta Hatay'da da bir vatandaşımızı yitirdik. Hatay Valiliği'nin verilerine baktım. Kendisini yakan Adem Yarıcı ve ailesine 2015-2019 yılları arasında yaklaşık 44 bin TL sosyal yardım yapılmış. Kendisine bir iş de bulunmuş ama orada da tutunamamış. Yarıcı'ya maddi yardım yapılmış ama kronik yoksulluğun ve yardımlara bağımlı yaşamanın psikolojisinde yarattığı büyük travma ile onun sonucu olan intihar girişimleri, bağımlılıkları gözden kaçırılmış.

Sosyal devleti, “nakit ve ayni yardım yaptık” gibi bir cümleye hapsetmeden hayata geçirebilsek Adem Yarıcı'yı yaşatamaz mıydık?

★★★

Elbette devletin felaket anında vatandaşının yanında olması, cenazelere omuz vermesi, alkışlanacak bir davranıştır.

Ancak gönüllere sağlam bir taht kurmak, “yoksulluk da tedbirsizlik sonucu ölüm de kader değildir” diyebilmeyi ve insanı “yaşatabilmeyi” gerektirir.

Bakın Erdoğan'ın tabutuna omuz verdiği 9 yaşında depreme kurban verdiğimiz küçük Muhammet Salih Civelek'in babası Hüseyin Civelek, Abdulkadir Selvi'ye ne demişti:

“Salih, Cumhurbaşkanı'nı canlı olarak görmeyi çok istiyordu (…) Ama canlı görmesi nasip olmadı. Cenazesine geldi…”

Keşke Salih'i yaşatabilsek, büyütebilsek, kendisine güvenli, pırıl pırıl bir gelecek verebilseydik. Keşke Salih Cumhurbaşkanı'nı dünya gözüyle görebilseydi.

İşte o zaman bunu gerçek kılanları hep birlikte alkışlayıp, “gönüllerimizdeki bütün tahtlar size feda olsun” diyebilirdik.

Etiketler
Elazığ Deniz Zeyrek Hürriyet