Çorlu Tren Katliamı davası daha yeni başlıyor

Avukat Akçay Taşçı'ya ellerini iki yana açarak "Allah rızası için bir bilen yok mu?" dedirten TCDD bürokrasisi, aslında "kara kedi nerede" ile başlayıp...

Melda Onur Yazar meldaonur@gmail.com

Avukat Akçay Taşçı'ya ellerini iki yana açarak "Allah rızası için bir bilen yok mu?" dedirten TCDD bürokrasisi, aslında "kara kedi nerede" ile başlayıp, "yandı, bitti, kül oldu" ile biten tekerleme sarmalına dönmüş kamu-siyaset ilişkisinin bir tezahürü.

Çorlu tren katliamı davasının 11. duruşmasında, soruşturmanın genişletilmesi ile dosyaya yeni giren sanıkların savunmadaki sözlerinin bir türlü bir yere varamaması, önemli sorunlara da işaret ediyor: Birilerini ele vermenin isteksizliği veya korkusu ya da baskısı; sorumsuzluğun güvenliği ve hafifliği, ama bir o kadar da liyakatsızlığı ve ezikliği.

Sondan başlayalım

GÖREVİM YOK

Duruşma salonunda hazır bulunan TCDD görevlileri

"Görevim yok,

yetkim yok,

kimin olabilir,

haberim yok"

tekerlemesiyle aslında mühendis, müdür yardımcısı, teknik eleman vb titrlerle işe alınan kamu personelinin pozisyonunu anlatmış oldular. İmza kontrol etme, evrakları sayma, verilen minimum görevi yapma ama görevi haricinde tespit ettiği aksaklığı görevsizlik nedeniyle rapor edememe (çünkü öyle bir durum var galiba, göreceğiz bir sonraki duruşmada) durumundalar. Bir konunun kimin yetkisi, görevi, sorumluluğu olduğunu bilmiyor; kimin hatası, yanlışı olabileceği konusunda fikir de yürütmüyorlar.

Duruşmada sık sık duyduğumuz, (Yol Müdürü, Yol Müdür Yardımcısı, Yol Başkontrolörü, Yol Kontrolörü, Yol Bakım Onarım Müdürü, Yol Bakım Onarım Şefi, Aplikasyon Şefi, Kaynak Şefi, Köprüler Şefi, Tarım Şefi, Yol Sürveyanı, Hat Bakım ve Onarım Memuru, Yol ve Geçit Kontrol Memurunun görev yetki ve sorumluluklarını belirleyen) 105 Nolu Genel Emir'deki hiçbir madde, her ne hikmetse 25 kişinin ölümüne sebep olan Çorlu tren katliamındaki sorumluluğa denk düşmüyor. Çünkü birileri trenlerini yürütürken yaşanan olası kasıt katliamlar, bu sorumsuzluk silsilesinde sanki Allah'a havale ediliyor. Zira dün konuşan en yetkili sanık (altyapıdan sorumlu) Demiryolu Bakım Servis Müdür Yardımcısı (altyapı) Nizamettin Aras, kontrolleri yaptıklarından, yollarının gayet bakımlı olduğundan dem vurarak bu işin nasıl olduğunu bilemediğini söyledi. Aslında ailelerin tepkisinden çekinmese belki "Allah'ın işi" de diyebilirdi.

Mahkeme heyetinin ve avukatların ısrarlı sorularıyla bir nebze hakim olabildiğimiz bir hayli karmaşık yetki ve görev hiyerarşisindeki sorumsuzluk (bu cümlede suçlama değil sorumsuz olma hali anlamında kullanılmıştır) bir yandan soruşturmayı tıkarken, bir yandan da yukarıya doğru yolu açıyor. Yani şişenin içinde sıkışan havanın basınçla tıpayı açması gibi. Dün de öyle oldu.

"DAVA YENİ BAŞLIYOR"

Duruşmadan bir gün önce Sosyal Hak TV, Fikri Takip Programında davanın yeni geldiği durumu konuşmak üzere, katliamda oğlu Arda'yı kaybeden Mısra Öz ve ailelerin avukatlarından Yalçın Deniz Özen'i konuk edip konuşmuştuk. Özen, davanın geldiği yeri, yani soruşturmanın genişletilerek sanıkların arasına bir de müdürün girmesinin, 4 yıldır büyük mücadele veren ailelerin ve onlarla dayanışanların başarısı olduğunu söylemiş ve bu yeni aşamada önemli bilgiler gelebileceğini belirtmişti. Mısra Öz ise gelebilecek ya da uzaktan da olsa takip edebilecek herkesi dayanışmaya çağırarak "Biz bugünü bekliyorduk, bence yarın Çorlu Davası yeni başlıyor, esas şimdi başlıyor" demişti.

Gerçekten de böyle oldu. Dün yeni savunmalar ve hem mahkeme heyetinin hem de avukatların konuyu aydınlatmaya çalışan soruları ile iş geldi bir üst düzeye dayandı. Aslında o üst düzeyin yani Yol Müdürü Mümin Karasu'nun da sanıklar arasında bulunması gerekiyordu ama kendi talep ettiği SEGBİS bağlantısında dahi arandığı yerde bulunamadı. O olmadığı için -her ne kadar emrinde çalışanlar kendisini kollamaya çalışsa da- sorumluluğu açığa çıktı. Avukatlar ve aileler, Karasu'nun hiç olmazsa duruşmaya zorla getirilmesini istiyordu, ama mahkeme heyeti buna bir de tutuklama ilave etti. Mümin Karasu bulunup da tutuklanırsa, altyapı-üstyapı, yetkili-yetkisiz, sorumlu-sorumsuz karmaşasına kitlenen davanın kilidi belki açılır.

ADALET YERİNİ BULUR MU?

Şimdi bu yazıyı okuyan herkesin, "Ne olacak yani, Soma'da, Aladağ'da, daha pek çok katliamda adalet yerini buldu mu, yargılananlar hep alt düzey, zaten yatarı ne ki" diye düşündüğünü biliyorum. Doğru. Mümin Karasu'nun da savunması muhtemelen gözleri yukarıya çevirecek. Peki bu savunma TCDD'nin üst düzey bürokrasisine ulaşır mı? Bu iktidar olduğu müddetçe zor. Ama bırakın konuşulsun, zabıtlara geçsin, kimin ne sorumluluğu ve (gerçek anlamıyla) sorumsuzluğu var dursun dosyalarda. TBMM'de olduğum dönemde "tutanaklara geçsin" denirdi. Yani aslında muhalefet milletvekili olarak yasamayı önergelerinizle, konuşmalarınızla, verdiğiniz kanun teklifleri ile etkileme gücünüz zayıf ama birçok konuşma, birçok çalışma "tutanaklara geçsin" diye yapılıyor. Gün gelir açılır tutanaklar, lazım olur, kullanılır.

KİM SUÇLU?

Bugün yargılama doğru gitse ve dönemin ulaştırma bakanını da yargılasanız, aslında esas suçlunun yıllarca kurgulanmış sistem olduğu aşikar. Daha dün Anayasa Mahkemesi'nin Pamukova Kararı çıktı. 18 yıl sonra Anayasa Mahkemesi sorumluların ceza almadığını tespit etti. Aslında 18 yıllık bir dönemin ifşası bu. Türkiye'de AKP'li yılların demiryolu ulaştırma politikaları, hızlı tren maceraları çok yazıldı çizildi. Çok can kaybedildi, çok insan acılarıyla yaşıyor ama bu düzen insan yaşamına karşı hala direniyor. Ben başka bir ülkeden çok benzer bir örnek vereyim:

ABD'de 2015'te Philadelphia, 2016'da New Jersey'de yaşanan tren katliamlarının (onlara da öyle demeliyiz çünkü) ardından uzmanlar yine aynı noktada buluştu: İktidar politikaları. Her iki kazada da gündeme getirilen ve iktidarın es geçtiği "Pozitif Tren Kontrolü" mekanizmasından söz ediliyor.

29 Eylül 2016 tarihli bir yazıyı saklamışım: Truthout haber sitesinde yer alan The Daily Take Team adına imzalanmış "Bu Feci Tren Kazasının Arkasındaki Kırk Yıllık Reaganizm" başlıklı makalede bu katliamlara atıfla aynen şöyle deniyor:

"Ülkenin dört bir yanındaki trenler modası geçmiş teknolojilerle donatılmıştır ve bunun nedeni, Reagan'ın eyaletlere federal ulaşım finansmanını ortadan kaldırmak için sekiz yıllık agresif çabasından bu yana, ulaşım finansmanına saldırmak (kamusal bütçeyi kısma manasında), (Cumhuriyetçi iktidar) politikalarının bir ticari markası olmuştur. (Cumhuriyetçi iktidar) valileri bugüne kadar ulaşım bütçelerini boğmakta, yalnızca asgari altyapı bakımı ve güncellemeleri için ödeme yapmakta ve bunun gibi kazalar meydana geldiğinde ve bunun sonucunda insanlar öldüğünde şoke olmuş gibi davranmakta ısrar ediyorlar... Ulaşım bütçelerini boşaltmak ve hizmetleri özelleştirmek Reagan'dan bu yana standart bir (Cumhuriyetçi iktidar) oyunu... Reagan'a kadar uzanan daha iyi, daha hızlı ve daha güvenli toplu taşıma çağrılarına Cumhuriyetçilerin yanıtı şuydu: 'Güvenli ulaşım mı istiyorsunuz? Güvenli bir araba satın alın. Ya da daha iyisi, güvenli bir sürücü kiralayın. Araba alamıyor musunuz? Reagan'dan bu yana güncellenmeyen halk trenlerinde ve metrolarda ayak takımının geri kalanıyla şansınızı deneyebilirsiniz.'

PARÇALANAN KÖPRÜLER

Kazanın nedeni, yaklaşık 40 yıllık Reaganomics ve ABD hükümetinin içini boşaltmaya yönelik sağcı çabaları. Geçen yıl Philadelphia'daki kaza gibi, bu kaza da önlenebilirdi ve bunun tekrar olmasını engelleyebiliriz, ancak bunu yapmak için ulusumuzun altyapı ve toplu taşıma krizlerini ele almamız gerekiyor. Parçalanan köprülerimizi ve tünellerimizi yeniden inşa etmemiz, tren sistemlerimizi daha güvenli ve daha hızlı hale getirmek için genişletmeli ve modernize etmemiz ve 21. yüzyılda şehirlerimizin, yollarımızın ve demiryollarımızın bu etkilere dayanacak şekilde inşa edilmesini sağlamamız gerekiyor. Hayat kurtaracak güvenli ve modern bir raylı sistem istiyorsak, Reaganizmi tamamen reddetmeliyiz."

Dönelim Çorlu Davasına. Elbette 25 kişinin ölümüne sebep olan menfez defalarca soruldu. Sanıkların yanından yöresinden dolaşarak yanıt vermeye direndikleri bu çok hassas nokta, yine bir sanık avukatının ısrarlı sorularıyla aydınlanır gibi oldu. Mühendis Deniz Parlak, menfezi görmüştü, hatta balast tutucu duvar (yani demiryolundaki hepimizin aşina olduğu o irili ufaklı çakıl taşlarının kayıp gitmesini önleyen tutucu duvar) gerekip gerekmediğini kontrol etmiş ve "160 yıllık bu bakımsız eski menfez zaten çok yorgun, yeni bir balast tutucu çalışmasını taşımayabilir" diye düşünmüştü.

Bakın burası çok önemli. Mühendisin ağzından zar zor çıkan bu fikrin, yukarıya rapor edildiği avukatının sorduğu soru ile anlaşıldı ve bence duruşmanın seyrini değiştirdi. Bu yüzden eğer tutuklanıp getirilebilirse, 11 Ocak'taki 12. duruşma davanın gerçek manada başlangıcı olacak.

Tüm yazılarını göster