Yastayız, yaslıyız…

Tüm bunlardan sonra bize de yaşamını yitirenlere rahmet, geride kalan acılı ailelerine sabır ve dayanma gücü, ülkemize de baş sağlığı dilemek ve bu son olsun demek kalıyor…

1939, 1999 depremlerinden sonra Cumhuriyet tarihinin bu en büyük ikinci yer sarsıntısı olan, 10 kentle 13 milyon insanı uykusunda yakalayan 6 Şubat felaketi kayıtlara geçerek ülkemizi yasa boğdu…

Bir kez daha afeti değil, felaketi yaşıyor bu topraklar. Binlerce insanımız artık yok, daha fazlası yaralı, en fazlası göçük altında, devletin yaptırdığı binalar unufak, kamu binaları yerle bir olmuş, otoyollar yarılmış, hastaneler çökmüş, karakol binası, jandarma komutanlığı ağır hasar almış, okullar, huzur evleri de dâhil binlerce bina yıkılmış. Haritadan silinen ilçeler var, 10 kent yerle bir olmuş…

Bunun adı yine gözü kör olası felek mi, baştan yazılan kader mi, kaderin planı mı, kör talih mi, kara yazgı mı, gelir kapısına göz yumma mı, imar affı mı, yeni adıyla imar barışı mı, denetimsizlik mi, ihmalin sonucu mu? Yoksa bitip tükenmeyen kâr hırsı mı? Kentsel değil rantsal dönüşüm mü? Plansız programsız yapılan projeler mi, eksik malzeme, kalitesiz yapı, yanlış yer seçimi mi? Soruları uzatmak mümkün…

Keşke her felaketten sonra, bulandırma, dalgalandırma, kışkırtma, hurafelerle zaman geçirmek yerine bilime dönseydik, teknolojiye asılıp, uzmanların uyarılarına kulak verseydik…

Kayıt düşmek adına 10 ilimizi ve ilçelerini kapsayan büyük yıkıma il bazında bakalım…

Depremin merkez üssü Kahramanmaraş yerle bir! Hatay’da adeta atom bombası düşmüşçesine binalar kâğıt gibi yıkılmış, polis evi yok, hava limanının pisti parçalanmış, özetle o kadim şehir hayalet kente dönmüş. Tarihinin en büyük felaketini yaşayan Malatya’da 3 yıl önce yapılan bina 1 dakika içinde çökmüş, tarihi cami ve oteller yerle bir olmuş. Diyarbakır’da ciddi yıkım gözleniyor. Şanlıurfa’da 60 bina ve minare yıkılmış. Adıyaman moloz yığınına dönerken belediye binası yerle bir olmuş, yıkılan otel enkazından yardım çığlıkları gece boyunca sürmüş. Adana’da 14 katlı site tamamen çökmüş. Eski- yeni tanımayan ve bina ayırmayan sarsıntılar Gaziantep’i tanınmaz hale getirmiş, kentteki yeni binalar, tarihi yapılar, camiler ve Gaziantep Kalesinin surları yıkılmış. İskenderun’da devlet hastanesi çökmüş, yüzlerce hasta ve sağlık elamanı enkaz altında kalmış. Kilis’te 10 binler kâbusa uyanırken, deprem büyük yıkıma neden olmuş. Mersin’de halk geceyi arabalarında geçirmiş. Osmaniye’de 10 katlı blok yerle bir olmuş. Elazığ’da kurtarma ekipleri bile göçük altında kalmış. Sivas’ta binalarda hasar görülürken yaralı olmayışı yüreklere su serpmiş…

Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci depremi…

Bilinen o ki! Deprem tarihimizin 123 yıl sonra gelen bu en büyük felaketi karşısında bir yanda can pazarı yaşanırken diğer yanda insanlar soğuk havayla mücadele ediyor, bir yanda imdat çığlıkları artarak sürerken, diğer yanda zaman daralıp umutlar azalıyor…

Bir yanda enkazda can pazarı yaşanırken çöken binaların başında endişeli bekleyiş sürüyor, diğer yanda kurtarılan her kişi yeni bir umut ışığı oluyor. Kurtarılmayı bekleyenlerin; “Kurtarın bizi!” çığlıkları yürekleri dağlıyor. “Depremden değil, soğuktan, açlıktan ölüyoruz!” feryatları dinmiyor. Kucağında enkaz altında kalan çocuklarının ayakkabılarıyla çaresiz bekleyen annelerin feryatları yürekleri yangın yerine çeviriyor…

Geriye kalanlar mı? Sessizlik, karanlık, kimsesizlik! Düğümlenen boğazlar…

Depremin geldiğini, gelmekte olduğunu söylemekten dilinde tüy biten bilim insanlarının kale alınmadığı, randevu taleplerine yanıt bile verilmediği, ancak felaket kapıyı çalınca harekete geçildiği…

Yine bu trajediden ders alınıp alınamayacağı sorusu! Bu kara kışta evini, barkını, anasını, babasını, kardeşini, evladını, geçmişini, anılarını kaybedenlerin bundan sonra yaşayacağı dram!

Hala ulaşılamayan pek çok enkaz, ciddi boyutlarda barınma ve beslenme sorunu, eksi 5 derece soğukta kurtarma ekiplerini bekleyenlerin yüzlerindeki umutsuzluk. 4 evden üçünün yıkıldığı kentler, çöken alt yapı, kesilen elektrik ve doğalgaz, acı ve gözyaşının hâkim olduğu topraklar, donarak ölümlerin (hipotemi riski) başladığı yerler, marketler yıkıldığı için başlayan yiyecek sıkıntısı, tablo ağırlaştıkça azalan umutlar. “Annemi de kurtarın!” diyen küçük çocuğun kulakları yırtan sesi, enkazda hayatını kaybeden 15 yaşındaki kızının elini bırakmayan babanın yüzündeki acı…

Zamana karşı yarışta yıkıntıların başında umutla bekleşen aileler, artçı şoklar arttıkça göze daha çok batan halkın çaresizliği, ekiplerin yetersizliği, ekipman azlığı. Mağdur insanların yeterli donanıma sahip devlet desteğine ve sarıp sarmalayan güçlü ellere duyduğu ihtiyaç…

Bu satırlar yazılırken AFAD’ın açıklamasına göre yaşamını yitiren 8 bini aşan yurttaşımız, 50 bine yaklaşan yaralı sayımız, hala enkaz altında bulunan sayısız insan ve yıkılan 6 bini aşkın bina…

Hayat kurtarmak için seferber olan dünya ülkeleri! Azerbaycan, Rusya, ABD, AB, Tayvan, İsrail, Hollanda, Ukrayna, Finlandiya, Meksika, İsveç, Almanya, Polonya, Hindistan, İspanya, İtalya, Fransa, İngiltere, Macaristan, Sırbistan, Japonya, İsveç, MISIR, Filistin, Irak, Lübnan, Libya, İran ve KKTC’ye uzanan yardım eli…

Ve uzun süredir; “Bir gece ansızın gelebiliriz!” diye gözdağı verdiğimiz Yunanistan’ın bir gece ansızın(!) yakalandığımız depremden hemen sonra arama kurtarma ekipleri yollayarak acımıza ortak olması ve Başbakan Miçotakis’in Türkçe yayınladığı geçmiş olsun mesajı…

Ve en önemlisi! Gidenlerin bıraktığı ve asla dolmayacak boşluk! Kalanların ömür boyu taşıyacağı ağır yük! Hayalleri, umutları, gelecekleri bir anda yok olup giden binler! Kan bağışına koşan, yardım elini uzatan, bölgeye yardıma koşan ve tek yürek olan bir halk! AFAD’ın; “Can kaybı artıyor!” sözleri! Artık şaşırtmayan Bakan Nebati’nin; “Her şey kontrol altında!” şeklindeki sözleri! CB’nin önemli açıklamaları…

Felaketi yaşayanlara kulak verince dikkatlerden kaçmayan sözler de var…

“Ortalık savaş alanı gibi”, “Şehir diye bir şey kalmadı!” “Su, ekmek, çadır, doktor, kurtarma ekibine ihtiyaç var”, “Bu bir afet değil, felaket”, “Daha ne bekleniyor? Neden hava köprüsü kurulmuyor?”, “3500 göçük var, daha fazla kurtarma ekibi şart!” “Ailece ölümü bekledik!”, “Elbistan dümdüz oldu!”, “Hatay kaderine terk edildi!”, “Artık Maraş diye bir yer yok!”

Tüm bunlardan sonra bize de yaşamını yitirenlere rahmet, geride kalan acılı ailelerine sabır ve dayanma gücü, ülkemize de baş sağlığı dilemek ve bu son olsun demek kalıyor…