Sustum, Susmadılar… Neden mi Yazıyoruz? (1)

"Ne yazarsanız yazın, kuru bir metin olarak değil, akıcı, okunabilir, keyif alınacak bir yazı dili kullanmaya çalışın, usta kalemler böyle der ve bu yolu izlerler. Her kitap bir serüvendir."

Bazen katıldığım televizyon programlarında, bazen söyleşilerde, sık sık ders ve eğitim verdiğim kurumlarda “yıllardır dur durak bilmeden neden yazdığım!” sorulunca verdiğim yanıtların özetini biraz da gündemden uzaklaşmak için hoşgörünüze sığınarak sizlerle paylaşmak istedim bugün…

Çeşitli yerlerde önümüze çıkan bildik tanıdık sorulara, ya da akıllara takılanlara, “her şey nasıl başladı, ya da edebiyat ve yazma sevdanızın taşlarını kim döşedi, hayallerinizi pratiğe nasıl döktünüz?” gibi merak edilenlere verdiğim yanıt belleğimde tazeliğini hep korur. Genelde bu tür sorulara cevabım şudur; “Lisedeki edebiyat öğretmenim İbrahim Atlıhan “yazmalısın!” dediği gün yazın merakım başladı!

Deneye yanıla, ağlaya güle, hatalardan ders çıkararak ama yılmayarak, gözlük derecelerimin ilerlemesini göze alarak, gece gündüz çalışarak öğrenmeye zaman ve bütçe ayırarak, sorumluluk duygusunu önceleyerek yola çıktığımda bu kararı vermiştim. Tüm duyguları, deneyimleri paylaşarak, üreten, düşünen, ustaların izinden gitmeye çalıştığım an bu yolu seçmiştim! İlkelerin kendi başına varlığını sürdüremeyeceğini, onları kalıcı duruma getirmenin yolunun çaba ve özveriden geçtiğini, fırtınalı günlerdeki dayanışmanın, duygusal bağların önemini anladığım zaman edebiyat yolculuğumu zaten başlatmıştım…

Evet, haklı bir soruydu sorulan! Yıllardır gece gündüz, sabah akşam, sonbahar ilkbahar, yaz kış, keder sevinç demeden neden yazar insan? Bu yolculuk daha doğrusu yazın yolculuğu nasıl ve ne zaman başladı sorusu için özetleyerek şunları söyleyebilirim; Lise yıllarımda öğretmenlerimin yüreklendirmesiyle başlayan, üniversitede hocalarımın ve arkadaşlarımın dürtüsüyle yola girmeye çalışan, sevinince, kızınca, övülünce, yerilince, içim acıdığında, ayaklarımı yerden kesen övgüler ve ödüller aldığımda yazıp durduğum bir yolculuk bu. Ya da öğrenmek, paylaşmak, anlamak, kavramak, sormak, sorgulamak, soruları çoğaltmak, tanıklık etmek, unutmak, unutmamak, kimseler unutmasın diye, kayda geçsin diye yazılan bir yolculuk…

Bazen karşı çıkmak, itiraz etmek, hayır demek, sığınmak, sarılmak, anlamak, anlaşılmak için yazılır. Bazen de dokunabilmek, gülümsetebilmek, yalnız değilsiniz demek, kendi düşleri ve düşünceleri saklamamak için, bazen umutla, bazen hayal dünyasında gezinerek, bazen kızarak, bazen ağlayarak yazılır. Burada kişisel bir parantez açarsam; Kendime, iç dünyama, ülkenin dert haritasına dair yaptığım tüm yolculukları paylaşmak için yazanlardanım, özetle ne konuşuyor, nasıl konuşuyorsam onları paylaşmayı seçenlerdenim. Yıllar geçtikçe daha doğrusu yazılar arttıkça bunun vazgeçilmez bir alışkanlık olduğunu, kana karıştığını, hayatı şekillendirdiğini yazmayınca tedirginlik yarattığını anlayarak, “yazmadan olmaz!” deyip yazanlardanım…

Konuştum konuştular! Sustum susmadılar…

Öncelikle ve özellikle iyi bir okur olmakla övünebilirim. Yazı dizisi ve kitaplarımı hazırlarken, bazen durup, bazen koşup, bazen geçmişe- hayallere dalıp, ama hep düşündüğümün altını özenle çizmeliyim. Çok yönlü, çok farklı acılar yaşanırken sessiz kalınamayacağını, bitince insanın içine hüzün çöktüğünü, işi severek, isteyerek, özenerek, tutkuyla, adanmışlıkla yapmanın bir bedeli olduğunu bilenlerdenim…

Bir kadın yazar olarak! Dikkat çekip unutulmasın diye özellikle dinmeyen ve kabuk tutmayan bizim mahallenin öykülerini, kapanmayan yaralarını, hemcinslerimin acısını, mücadelesini, kederini, yasını, yorgunluğunu, gördüğü baskıları, tutunduğu dalların kırılışını öne çıkarmak için çaba harcayanlardanım.

Emek yolculuğu kolay değildir!

Çünkü emekte kolaylık yoktur, arkasında çaba, araştırma, geceler boyu uykusuz kalma, özveri vardır. İnandırıcı olmak, okuru sürüklemek, onu konunun içine almak, iz bırakmak, yer edinmek yazın yolculuğunun olmazsa olmazlarıdır. Özellikle uzun soluklu, derinlikli, ayrıntılı, kapsamlı bir çalışma olmasını istediğim kitaplarımın saha çalışmalarında; Konuklarımı ve kahramanlarımı konunun özüne çekerek, sorular sorarak konuşturmak istedim. O görüşmeler sırasında ben konuştum, onlar konuştular, ben sustum, onlar susmadılar…

Yazarlık yolunun yolcularına…

Çinli bir bilge der ki; “Hayat hikâyesini güzel anlatanlara ikram sunar” eğer yaşadıklarınızdan anlam çıkarmayı seçerseniz hayat size cömert davranıyor. Kendi kendime en çok sorduğum sorulardan biri şudur: Bana yapılanlara karşılık verebildim mi? Rahmetli annemin “yazmalısın” öğüdünü, bana yaz diyen hocalarımın önerisini, ya da kendimin hayallerini gerçekleştirebildim mi? Buna yanıt vermem zor. Ancak arka arkaya kitaplarım çıkınca bir arkadaşım bana; “Neşe! Biz yaşamışız sen yazmışsın be!” dediğinde bu sözün o güne kadar aldığım en güzel övgülerden biri olduğunu düşündüm…

İnsan olaylar karşısında bazen az, bazen çok öfkelenir, o andaki iç dünyanızla ilgilidir verdiğiniz tepki. Ama bazen de öyle bir öfke duyarsınız ki bunu herhangi bir ölçü biriminin karşılamasına imkân yoktur. O nedenle biz kadınların ayaklarını yerden kesen söz ve övgülere hasret kaldığımız günümüzde hayallerimizi hayata geçirmek için her zamankinden daha çok kararlı olmamız gerekir. Bazıları dert edinmese de dert edinmemiz gerekir. Tesadüflerin, tutkuların, zekânın, işe asılmanın, yaratıcılığın başrolü oynadığını unutmamamız gerekir.

O nedenle; Günümüzde çok yaygın olan kurslara giderek, iki üç kitap okuyarak, bir iki deneme yazarak yazar olunabileceğini düşünmeyenlerdenim. Yazıya yatkın olmak, ulusal ve evrensel edebiyata zaman ve bütçe ayırmak, ilgi duymak, merak etmek, tanıyarak okumak ve yüzeysel bilgilerle yetinmemek gerektiğine inananlardanım. Sık sık sorulan sorudur? Nasıl yazalım, ya da nasıl başlayalım diye, işte size uzun yılların deneyiminden damıtılmış birkaç ipucu!

Ne yazarsanız yazın, kuru bir metin olarak değil, akıcı, okunabilir, keyif alınacak bir yazı dili kullanmaya çalışın, usta kalemler böyle der ve bu yolu izlerler. Her kitap bir serüvendir. Orada yazılanlar sizi alır, yazılanların arasında dolaştırır, sizi kendinizden alıp uzaklaştırır, gezdirir, dolaştırır, sevindirir, üzer. Kitabı seversiniz, sevmezsiniz, önerirsiniz, kaldırıp atarsınız ya da başucu kitabınız olur. Konusu; tarihtir, coğrafyadır, siyasettir, teknolojidir, kadını anlatır, çocukla ilgilidir ülke- dünya ve geleceğe dairdir vb. O kitap yazarının elinden çıkınca artık sizindir.

Özetle! Adanmış bir çaba ve özveriyle yazanların hakkı kitaba verilen parayla ödenmez, anlaşıldığı, yorumlandığı okuyana yeni bir şeyler kattığı zaman ödenmiş olur. Emeğin hakkını okurun ilgisi öder. Yazarı mutlu eden, “devam et!” dedirten de bu ilgi ve geri dönüşlerdir…