Kars’tan İzler, İzlenimler! Duygular Bayatlamaz, Vefa Asla…

Önsözüm ve son sözüm şu ki; Bazı kesimlerden aldığım ve alacağım hesaplı kitaplı eleştirileri hesaba katmadan!

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Ama aydın sorumluluğumu, hemşehri kimliğimi ve Kars’a olan gönül borcumu hesaba katarak! 11 yıl sonra gidip 5 gün kaldığım memleketimde sayılı günlere neler mi sığdırdım? Özetlemeye çalışayım.

Özellikle kadın girişimcilerin elinde ve yönetiminde olan, Kazevi sahibesi Nuran Can Özyılmaz ve Hanımeli Restoranın sahibesi Dilek Adıgüzel’in başını çektiği; Lezzetin, emeğin, yerel tatların uyumu ve buluşması mı desem? Yetinmeyip hengelden tatlıya başarıyla sundukları her yemek ödünsüz ve özenli bir emek destanıdır diyerek ilave mi etsem?

Her biri beni asla terk etmeyecek vefa dolu, ikram dolu, cömertlik dolu köy ve ev ziyaretlerinden, Ağcakale’de Şenay Deniz’in, Aküzüm’de Utar ailesinin lezzetli kuzu tandır ve kahvaltı sofralarından mı söz etsem?

Sözcüklere, kavramlara, tanımlara, tanımlamalara sığmayacak kadar duygusal içerikli anılarımın adreslerinde dolaşırken yakaladığım ayrıntıların, ya da duygusal tonu ağırlıklı olan gözlemlerimin mi altını çizsem?

Hem doğup büyüdüğüm evin, hem de rahmetli eşim Dr. Beşir Doster’in muayenehanesinin kafeye dönüştürülmesi karşısında yaşadığım duygu sellerine mi değinsem?

Onca yolu kat edip taaa Tuzluca’dan kalkıp gelen kadim dostum, okuldaşım, arkadaşım Prof. Dr. Kerem Karabulut’un ortak paydalarda buluştuğumuz doyumsuz sohbetinden ve okuduğu şiirlerden mi girsem?

Memleketimin kültürel belleğinin bekçileri, sevdalıları, aydın ve vefalı yüzleri saydığım! Geçmişi bugüne taşıyan kültür elçileri olarak gördüğüm! Müziğimize, mutfak kültürümüze sahip çıkan aşıklarımızı, yöresel danslarımızı icra eden folklor ekiplerimizi, yerel müziğimizin ve enstrümanlarımızın bekçilerini görüp, izleyip dinleyince! Rahmetli Metin Sözen hocanın Safranbolu için söylediği sözünü alıp, daha doğrusu çalıp(!) biraz da değiştirerek; “Kars’ı görmeyenin bir gözü değil iki gözü kördür!” şeklinde memleketime mi uygulasam?

Geçmişin tatlarını, annelerimizin el emeğini, göz nurunu günümüze başarıyla aktaran, kültürel ve sanatsal belleğimize sahip çıkan aydınlık yüzlerimize, mutfak bilincine sağlık ve renk katanlara, el veren, el tutan, ablalık, ağabeylik yapan, yol gösteren, rol model olan, yaptıklarıyla, ürettikleriyle yeni kuşaklara yol açan, kıymetli bir mirasa ev sahipliği yapan herkese ağız ve gönül dolusu teşekkür mü etsem?

İştah kabartan vitrinine bakarken telefonumdaki Atatürk resmini gören Boğatepe Köy Mandırası sahibinin; “Telefonunuzda Atatürk resmi var, içeri girin dükkan sizin!” Şeklindeki yürek sözleri üzerine hıçkırarak ağladığımı mı yazsam?

Sokakta sımışka satan hemşerimiz koca bir avuç çekirdeği avucuma uzattığında tek bir adet almam üzerine; “Yaman tankolaşıpsan!” diyerek tümünü vermesindeki içtenliğin ve cömertliğin memleketime has oluşuna mı şaşırmasam? ( tanko= kibar!)

Şenay Deniz tarafından organize edilen özel ve özgün gecede Hemşerimiz Aşık Bilal Ersarı’nın oturduğumuz masaya gelerek; “Elde durur bah selamı/ Karsın yazar aydın kalemi/ Karsın aydın baş kalemi/ Neşe Hocam hoşgeldiniz!” şeklindeki her dinleyişimde beni ağlatan deyişini mi hatırlasam?

Yine saz ve söz ustası hemşerimiz Ensar Şahbazoğlu’nun atışmadan geri kalmayarak; “Asla olmaz nazarımız/ Dostlar ile pazarımız/ Aydın yüzlü kalemimiz, Neşe Hocam hoşgeldiniz/ Sırrınız, adabınız var/ Gönüllerde yeriniz var/ Kalpten gelen sesiniz var/ Neşe Doster hoşgeldiniz!” şeklindeki insanın gönül tellerini sızlatan sözlerini mi alkışlasam?

Yıllardır yöresel müziğimizi yaşatan, yayan, okuduğu mahnılarla, hele de “Sarı Gelin’i” çalıp okurken ağlatan Çetin Adıgüzel’in akordeon- garmon başarısını mı dile getirsem?

İzmir’de efe! Aydın’da zeybek! Ankara’da seymen! Erzurum’da dadaş! Kars’ta Hoşgelişler ola MUSTAFA KEMAL PAŞA diye anılan ve hayatını savaş meydanlarında harcayan Büyük Atatürk’ün evimize çok yakın olan heykelini her görüşte içimi çeke çeke ve hıçkırarak döktüğüm gözyaşlarımı mı silsem?

Yemek yediğimiz yerlerde servis yapan gençlerin çoğunun üniversite mezunu olduklarına ve iş bulamadıkları için hizmet sektöründe üç otuz paraya çalıştıklarına mı dikkat çeksem?

Kars’ın usta soba yapımcılarından olan baba- oğul Mehmet ve Evren Tam’ın dükkanlarında yediğim lavaş ve kaşar peynirinin tadı damağımda kalan lezzetini, Evren’in lezzet küpü dibek kahvesi ve demli çayda sergilediği hünerini mi anlatmaya kalksam?

Bir kuyumcu vitrinini andıran ışıltısıyla, hijyen koşullarına tam uyumuyla, kalitesiyle öne çıkan Zeki Demiral’a ait Çıtır Kuruyemişten alışveriş yaparken ikram edilen Kars sımışkasının tadını mı hatırlasam?

Kars Tatları sahibi Seyfet Karakaya tarafından ikram edilen kaşar, bal ve gravyer peynirinin doyumsuz lezzetini ve ikramdaki cömertliği mi dile getirsem?

Gazi Kars Kadın Kooperatifi’nin başkanı Müge Özyılmaz Kaya’nın kadın girişimcilerle ilgili insanın ayağını yerden kesen proje, çalışma ve hayallerini mi alkışlasam? Bilemedim. Bildiğim o ki; Bizim kuşağın ve bizim toprağın vefasına ulaşılmaz. Çünkü;

Memleket hasretinin yarattığı ortak paydalarımız var…

Sokaklarında koşup, yokuşlarında düştüğümüz, kışın ayazını, yazın tozunu yüzümüzde hissettiğimiz, içinde büyüyüp, içimizde büyüttüğümüz memleket hasretimiz var. Yine hep özlediğimiz, zaman zaman gittiğimiz, yer yer uzaktan bakıp iç geçirdiğimiz memleketimizin hepimizin özelinde ayrı bir yeri, ayrı bir tadı, ayrı bir rengi var.

Yine gerilere, anılara, olaylara dalıp gittiğimizde, bir bakışın fırtınalar yarattığı çocukluk ve gençlik yıllarımızın unutamadığımız tortuları- anıları var. Beyinlerimize ve yüreklerimize kazınan ortak paydalarımız, geleneklerimiz, törelerimiz, değerlerimiz, özel gün ve gecelerimiz var. Ayrıca hayallerimiz, umutlarımız, beklentilerimiz, gerçekleştirdiklerimiz ve içimizde asılı kalanlar var.

Saydığım ve sayamadığım pek çok nedenden ötürü bizler memleketimizi bir insanı sever gibi sever, bir sevgiliyi özler gibi özleriz. Ne zaman gitsek; cadde ve sokaklarda içimizi çeke çeke ve içimize çeke çeke dolaşırız. Toprağımızın başarılarına da, öykülerine de, acılarına da sahip çıkarız. Ve Şili’li Şair Pablo Neruda’nın; “Ben memleketime ellerim, kulaklarım ve ayaklarımla dokunmadan yaşayamam” sözünü her daim haklı çıkarırız.

Özetle doğduğumuz yerler bizim için sadece gözümüzü açtığımız yerler değil, Atatürk cumhuriyetinin aydınlık mayasıyla tanıştığımız, yoğrulduğumuz yerler olduğundan, içimize asılı kalan ve bizi asla terk etmeyen fotoğraf karelerini asla unutmayız. Gurbette de olsak bunu yaşatırız. Adı geçtiğinde de içimizin dolup dolup boşalmasını buna bağlarız. Böylece hemşerimiz Çıldırlı Âşık Maksudi’nin; “Gündüzün geceye, gecenin aya/ Yavrunun anaya, kuşun yuvaya/ Ağacın toprağa, toprağın suya/ İnsanın insana ihtiyacı var.”ş eklindeki sözlerini haklı çıkarırız.

Hal böyle iken soralım? Bir gün haksız bir veda ile çıkıp geldiğimiz, çekip geldiğimiz, kopup geldiğimiz topraklar bizim geçmişimiz, kökümüz, kültürümüz, gençliğimiz değil midir?

Demem o ki; Kars’a gidin, görün, gezin, tadın, sokağa çıkın, bir avlunun gölgesine sığınıp tarihi dokuyu hissedin, geçmişin mimari dokusuna hayranlık duyun, kültürel izlerin peşine düşün, gözlerinizi açmaktan ve yer yer silmekten yorulmayacak ve bana hak vereceksiniz. Çünkü kültürel miras sadece geçmişin izleri değildir, geleceğin temelidir, yol göstericisidir. Ve çünkü kentlerin belleği insanın kimliği ve girişimciliğiyle örülüdür.

Özetin özeti; 11 yıl sonraki 5 günden bana kalanları özetlemeye çalıştım. Tüm hemşerilerimi yoğun duygularla selamlayarak ve sağlık dileklerimle anarak…

Etiketler
Kars