Adıdır Cumhuriyet!

30 Ağustos’ta bir kez daha hatırlayalım! Cumhuriyet bilinci tercih değil zorunluluktur.

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Çünkü o olmadan sosyal devlet, sosyal adalet olmaz, olamaz. Çünkü cumhuriyetin temel dayanakları olan halkçılık, laiklik, eşitlik, barış, tarihsel-kültürel-siyasal inançlara saygı, kadın-erkek eşitliği, fırsat eşitliği, medeni kanun, kadın hakları, toplumculuk, emeğe saygı olmayınca beyin göçü hızlanır, gelir dağılımı adaletsizliği artar, yoksulluk kalıcılaşır.

Tüm bu yazılanları ve unutulanları yabana atarak, görmezden gelerek, ihmal ederek, yok sayarak ne elde ederiz? Bu soru yanıta muhtaçtır…

Yine o zorlu koşullarda atılan adımları, kültür, sanat, sağlık, eğitim, hukuk alanında yapılanları, Millet Mekteplerini, Köy Enstitülerini, fabrikaları, özgür yurttaş, eğitimli halk, güçlü gençlik yaratma projesini nasıl yok sayarız? Bu soruya da acil ve doyurucu yanıt gerekir…

Gelelim tarihi sürece! Cumhuriyet nedir, nasıl başlamıştık, şimdi neredeyiz?

O gün bugün her alanda ve her anlamda başımızı dik tutmamızı sağlayan bir liderin, Ata’sının ardına düşen yüzbinlerin yoktan var ettiği sistemin adıdır cumhuriyet…

Suna Kan’ların, İdil Biret’lerin, Güher- Süher Pekinel kardeşlerin, Aziz Sancar’ların, Filenin Sultanları'nın adıdır cumhuriyet…

Arkasında ortak paydaları yurtseverlik, vefa, vatan sevgisi ve cesaret olan sayısız hikâyenin, olağanüstü çaba ve gayretin adıdır cumhuriyet…

Bir çift mavi gözün ışığının aile yadigarı bir mücevher gibi taşındığı cesur adımların adıdır cumhuriyet…

Ülkelerinden kovulan Alman bilim insanlarının genç cumhuriyeti ikinci vatan sayıp ülkemize sığındıkları, öğrencilerini çocukları gibi görüp bağırlarına bastıkları, bilgi ve deneyimlerini aktardıkları, ülkemizden ayrılıp gittikten sonra bile genç cumhuriyeti ve Büyük Atatürk’ü unutmadıkları, doğan çocuklarına Mustafa Kemal adını verdikleri sistemin adıdır cumhuriyet…

Tıpkı ağaçların fırtınaya dallarıyla değil kökleriyle direnmesi gibi, bizim de kökümüzü ve temelimizi sağlam atan Büyük Atatürk’ün har darımızda bizi aydınlığa çıkarması gibi pek çok nedenle; attığımız her adımda, aldığımız her nefeste, umutsuzluğa düştüğümüz her anda başımızı dik tutmamızı sağlayan, kuşaklar boyu ve sonsuza kadar bir okyanus kadar borcumuz olan aşınmaz ve aşılmaz önderin kurduğu sistemin adıdır cumhuriyet…

Ara not: Büyük Atatürk’ün dehasını, zamanlama kabiliyetini, bölgesel ve küresel ölçekteki dengeleri gözetmesini hatırlayıp yazı yazarken, yorum yaparken, kafa yorarken insanın aklına neler geliyor neler. Örneğin Belçika Savunma Bakanı Theo Francken’in Anıtkabir ziyaretinde mozolenin önünde diz çökerek; “Atatürk dünya çapında nesillere ilham vermeye devam ediyor. Köklü reformlara öncülük ederek Türkiye’yi demokratik ve laik cumhuriyete dönüştürdü. Kadınlara pek çok Avrupa ülkesinden önce haklar verdi. Eğitime, bilime, kalkınmaya odaklandı. Bu büyük insana ve onun siyasi vizyonuna duyduğum derin saygıyı diz çökerek ifade ettim.” şeklindeki sözleri acaba yönetim kadrosuna bir şey ifade etti mi? Ya da eder mi?

Arka plana ilişkin girişten sonra gelelim 30 Ağustos’un anlam ve önemine…

Acıdır, çok acıdır. Üzücüdür, çok üzücüdür. 30 Ağustos Zafer Bayramı uzun süredir sokakların tenha, tören alanlarının coşkusuz, bayrakların çok az ve çevrenin hüzün yüklü olduğu ulusal bayramlarımızdan biri haline geldi. Etrafa bakınca takım elbiselerini giyinmiş, bayrağını balkonuna asmış, penceresinden sokakları izleyerek geçmişe dalan eski kuşakları, emekli subayları görürüz. Yine o vazife kuşağının iç çekerek ve gözleri dolarak çocukluk günlerinde ki bandosuz, mızıkasız bayramlara karşın, ulusal marşları yeri göğü inletircesine söyleyerek haykırdığı günleri hatırlayıp efkarlandığına tanık oluruz…

Nedir 30 Ağustos ve arkasında neler vardır?

30 Ağustos 1922! Aralıksız 10 yıl Bingazi’den Kafkaslara, Galiçya’dan Yemen çöllerine kadar savaşan, parçalanmaya, yok edilmeye çalışılan imparatorluğun, yeniden devlet olarak var olacağının müjdesidir.

30 Ağustos! Özgür ve bağımsız devletin kıvılcımı olan, Lozan’ı hazırlayan, Lozan’ı kazandıran gücün; Kan ve barut kokusu içinde, ayağında çarığıyla yarı aç yarı tok Mehmetçiklerin, düvel-i muazzamanın ordusunu önüne katıp Akdeniz’e doğru kovalayanların yazdığı destanın adıdır.

30 Ağustos! Kan ter içindeki atlarıyla yalın kılıç süvarilerimizin, branda beziyle onarılan uçaklarımızın, akıl almaz ağırlıktaki top mermilerini sırtlanan askerlerin, kağnılarda umudu, zaferi taşıyan kadınlarımızın yazdığı kesin ve kalıcı zaferin adıdır.

30 Ağustos! Başkumandanlık Meydan Savaşı da denilen ve bütün dünyada emsali görülmemiş bir başarının adı olan bu muhteşem zaferi sessiz, sedasız geçiştirmeyi yeğleyenlere şunu önemle hatırlatmak gerekir; Bu muhteşem tarihi yalnız ve ancak adı Mustafa Kemal olan büyük komutanlar yazar. Kanla ve kahramanlıkla yazılan o tarihin içinde bağımsızlık için başkaldırdığımız 19 Mayıslar, devlet olduğumuz 23 Nisanlar, Cumhuriyet kurduğumuz 29 Ekimler de vardır. Bu büyük gerçek sakın unutulmasın…

Özetle! Hüzünlendiren, coşturan, düşündüren 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun…