Emekli Orgeneral Doğan’dan Binali Yıldırım’a: Anlaşılan metin yazarları 'prompter’ı güncellemiyor

Emekli Orgeneral Doğan: "Anlaşılan Sayın Binali Yıldırım’ın metin yazarları yeterli bilgi sahibi olamadıkları prompter’ı güncelleştirmiyorlar"

Emekli Orgeneral Doğan’dan Binali Yıldırım’a: Anlaşılan metin yazarları 'prompter’ı güncellemiyor

Dün Cumhuriyet’te yayımlanan Orgeneral Çetin Doğan’ın 28 Şubat davasının sahte belgeleriyle ilgili açıklamalarına bugün de devam etti. Başka sahte belgeler de sunan Doğan, 28 Şubat’ın asıl hedefinin TSK olmadığını belirterek, “Hedef medyayı satın almaktı” dedi.

Org. Doğan’a eski Başbakan Binali Yıldırım’ın Edirne il kongresindeki “Balyoz’lar, Ergenekon’lar... Bunlar yalan mıydı, elbette bunlar vardı” sözlerini de yanıtladı.

Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Doğan'ın açıklamaları şöyle:

- Söyleşimizin dünkü bölümünde çok önemli bir belge paylaştınız. Bugün paylaşacağınız öteki belgenin konu bölümünde “Batı Harekât Konsepti’ yazıyor ve 28 Şubat dava dosyası ek klasöründe yer aldığı belirtiliyor. Bu belge de mi sahte?

Evet, bu sahte dijital belgeye gerekçeli kararda 246 kere atıfta bulunulmakta ve kararın 170. sayfasında şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “Anayasada belirtilen milli iradenin üstünlüğü esasına aldatmaca denildiği, demokratik seçimlerle iktidara gelindikten sonra demokratik yollarla iktidardan gidilemeyeceğini, demokratik yollar dışında iktidarın görevden uzaklaştırabileceği şeklinde ön kabuller yapılarak anayasa ve yasalara aykırı olarak demokratik sistemlerin evrensel ilkeleri ile bağdaşmayan tespitler yapıldığı görülmüştür. Ciddi ve köklü tedbirler ve müdahale etme şeklinde beyanlar kullanılarak anayasa ve yasalara aykırı olarak askeri müdahale imkânının kalmayacağı açıkça vurgulanmıştır.” Islak imza taşımayan bu belge sahteliğinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla bilgisayarda taranarak 5 No’lu CD’ye kaydedilmiştir.

- Avukatlar CD’yi Genelkurmay’a sormadı mı?

Tabii ki sanık avukatları bilgi edinme kapsamında CD’nin seri numarasını vererek akıbeti hakkında Genelkurmay Başkanlığı’ndan bilgi talebinde bulunmuşlardır. Genelkurmay Başkanlığı’nın cevabi yazısında, söz konusu CD’nin 18 Haziran 2007 tarihinde Genelkurmay Bilgi Sistemler Başkanlığı deposundan sorumlu personel tarafından çıkarıldığının tespit edildiğini, ancak kime teslim edildiği konusunda bilgi bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu husus 28 Şubat davasındaki sahte delillerin Balyoz davası için üretilenlerle aynı zaman diliminde üretildiğini kanıtlamaktadır. Ama bitti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Üçüncü bir sahte belge de var... Batı Eylem Planı...

- Orada ne deniyor?

Gerekçeli kararın 580 sayfasında adı geçen bu belgenin, mahkeme heyetince, Esasa İlişkin Değerlendirme bölümünde “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasında esas alınan en önemli delil” olduğu belirtilmektedir. Öncelikle alıntısını yaptığımız “Belge aslı emanetin 2012/ 75 sırasında kayda alınmıştır” ifadesinin tamamen yalan olduğu, emanete alınanın belge aslı değil, CD5’ten çıktısı alınan dijital belgenin fotokopisi olduğu duruşmada kanıtlanmıştır. Söz konusu belgenin iki ayrı adrese gönderilmiş nüshalarının da “belgenin aslı olarak nitelendirilen” Genelkurmay Adli Müşavirliği’nce gönderilen nüshalarının imzaları da dahil CD5’ten çıktı alınarak kopyalandığı ortaya çıkmaktadır. Gerekçeli kararda 580 kere Batı Eylem Planı’na atıfta bulunmaktadır.

Emekli Orgeneral Doğan’dan Binali Yıldırım’a: Anlaşılan metin yazarları 'prompter’ı güncellemiyor - Resim : 1

CUMHURBAŞKANI’YLA AYNI SAFTA MAĞDUR!

- Geçenlerde Binali Yıldırım’ın Balyoz konusunda açıklamaları oldu ve büyük tartışma yarattı.... Bu konuda ne diyeceksiniz?

Anlaşılan Sayın Binali Yıldırım’ın metin yazarları yeterli bilgi sahibi olamadıkları prompter’ı güncelleştirmiyorlar. Okuyanları şaşırtacağına emin olduğum Balyoz davasının bitmemiş serüvenine ilişkin güncelleme yapalım. Kamuoyunda Balyoz davasının kapandığı, adaletin yerini bulduğu yolunda genel bir algı oluşmuştur. Oysa Osmanlıca deyimi ile “Kazaye-i Anha” yahut halk deyişi ile “kazın ayağının hiç de öyle olmadığını” dava üzerinde siyasetin gölge ve müdahalesinin sürdüğünü, satırbaşları ile açıklayalım. Yapacağımız açıklama, kişisel bir yakınmanın ötesinde ülkemizde yaşanan “adalete ilişkin sorunlara” çare üretmek için atılması gereken öncelikli adımın ne olması gerektiğini tekrar hatırlatmak, cambaza bakmaktan kaçındırmak içindir.

- 9 Ekim 2013 tarihinde Yargıtay 9. Dairesi, Balyoz davası sanıklarına Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı oybirliği ile onadı.

- Bu kararın ardından “paylaşım” sorunundan kaynaklı siyasi iktidar ile F. Gülen Cemaati arasındaki gerginlik, süratle tırmanarak 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan “Rüşvet ve Yolsuzluk” operasyonu ile fiili bir çatışmaya döndü.

- Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, 24 Aralık 2013 tarihli Star gazetesindeki köşesinde Gülen Cemaatini “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kurmakla” suçladı.

- Balyoz davası sanık yakınları ve başta sevgili Şule Nazlı Erol olmak üzere avukatları, Anayasa Mahkemesi (AYM) önünde “Adalet Nöbetine” başladı. Sayın Akdoğan’ın Star gazetesindeki yazısı, ilgili çevrelerde siyasi iradenin işaret fişeği olarak algılandı. Balyoz sanıklarının bireysel müracaatına, AYM nihayet 18 Haziran 2014 tarihinde “hak ihlali” kararını verdi.

- Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen Balyoz davasında bütün sanıklar mahkemenin 31 Mart 2015 tarihli kararı ile beraat etti.

- Gel gör ki bu karar Anadolu Cumhuriyet Başsavcı Vekili Mehmet Aydın tarafından 9 Haziran 2015 tarihinde 7 kişi için temyiz edildi. İşin ilginç yanı, benim dışımda temyiz edilen silah arkadaşlarımın ayrı ayrı garnizonlarda (iki tümgeneral, iki tuğgeneral ve iki albay) görevli olmaları ve hiçbirinin 1. Ordu Karargâhı’na mensup olmamalarıdır. Bu subaylar, hiyerarşik komuta zinciri bakımından da 1. Ordu Komutanlığı’nın ast birlikleri olan kolordu komutanlarına doğrudan bağlı idiler. Haklarındaki suçlama sadece jenerik bir senaryonun tartışıldığı seminerde yaptıkları konuşmalardır.

- Temyiz tarihinden 1.5 yılı biraz aşkın süre sonra cumhuriyet savcısı Süleyman Keleş tarafından 24.6.2016 tarihinde imzalı tebliğname Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne ve sanıklara gönderilmiştir.

- Yine işin ilginç yanı, “tebliğnameyi” Yargıtay Başsavcı Vekili yerine imzalayan Sayın Süleyman Keleş’in, imza tarihinden bir hafta önce (17 Haziran 2016 tarihinde yayımlanan 548 sayılı Adli Yargı Kararnamesi ile) İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’ne üye hâkim olarak atanmış olmasıdır.

- Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nin verdiği beraat kararından tam 6 yıl, duruşma talepli tebliğnamenin tebliğinden 4.5 yıl geçmesine rağmen hâlâ Yüksek Yargıdan bir ses çıkamadı. Buna karşılık iş bilir siyasetçilerden ve yardakçılarından hâlâ “Bal gibi Balyoz vardı” yolunda kamuoyunu aydınlatıcı (!) yargıyı ikaz edici nakaratlarını duymaya devam ediyoruz. Konuyu son olarak eşi pek görülmemiş ibretlik bir ironi ile noktalayalım:

"Kumpas davalarının eski savcı ve hâkimlerini, yargılandığı kamu davasında ben ve silah arkadaşlarım ile Sayın Cumhurbaşkanı aynı safta resmen mağdur/müşteki/katılan sıfatları ile yer alıyoruz. Bunun yanı sıra ben, aynı zamanda FETÖ üyesi aynı hâkim ve savcıların iddia ve hükümleri ile sanık sıfatını taşımaya devam ediyorum. Ve bilir misiniz, 80 yaşını devirmiş birisinin 10 yılı aşkın süredir “sağır sultanlara” sesini duyurmak için bile bile havanda su döverken sevdiklerini birer birer yitirişinin acısını..."

ASIL HEDEF MEDYAYI SATIN ALMAKTI

- Ergenekon, Balyoz ve türevi davalardan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok önemli darbe aldığı yadsınamaz. Bu noktada akla gelen soru şu oluyor: 28 Şubat davasının sizce kurgulanma amacı neydi?

28 Şubat davası açıldığında TSK’nin belirttiğiniz davalarla tam teslim alındığını söyleyebiliriz. Bu nedenle kotarılan davanın asıl hedefinin TSK olmadığı kanısındayım.

- Kimdi peki?

Esasen ben dahil sanıkların bir bölümü, Balyoz davasının da sanıklarıdır. 28 Şubat davasında siyaseten bir dönemin rövanşını alma ve iktidarın dayandığı çelik çekirdek tabanı tatmin etme istemi olsa da asıl hedef medyayı teslim almaya yöneliktir. Bu konuda basın mensuplarının ve bazı siyasilerin eski cumhuriyet savcısı Bilgili tarafından soruşturmaya dahil edilmesi üzerine dönemin Başbakanı’nın 29 Eylül 2012 yılında verdiği demeci hatırlatalım: “Sadece medya sahipleri değil, bazı köşe yazarları çağrıldı. Çağrılmayanlar da var. Bana göre onların da çağrılması lazım. Bazı yerlere çağrıldılar, onlardan komut aldılar, orada bunlara neler söylendi. Bunları anlatmaları lazım. Patronların, gizli kalan gerçekleri söylemeleri lazım. Bugün söylemezlerse yarın muhakkak yine söyleyecekler, yine önlerine gelecek. Çünkü bu defter açıldı, kolay kolay kapanmaz. Bu gerçekler önümüze gelecek ki aydınlık geleceğimizi görelim.” Gerçekten de defter kapanmadı ama “Demokles’in Kılıcı” eğreti bir şekilde basının ve işadamlarının üzerinde sallandırılarak “yandaş medya” ve “yandaş işadamları” türetildi.

THEMİS’İN KILICI ELE GEÇİRİLDİ, HOYRATÇA KULLANILIYOR

- Sonuç?

Ülkemiz dünyada basın özgürlüğü açısından 197 ülke arasında 134. sıraya yerleşti. Yargı erkinin siyasal kontrolü basının susturulmasında en etken rolü oynamaya hâlâ da devam etmekte. Canlı örneği halen Yargıtay aşamasında olan 28 Şubat davasının 13 Nisan 2018 tarihli gerekçeli kararında basının “Davanın Şerikleri” olarak nitelendirmesidir. Aşağıda gerekçeli karardan alıntı yaptığımız ifadeler adaletin simgesi Themis’in elindeki kılıcın kimler tarafından ele geçirilip hoyratça kullanıldığının kanıtıdır: “Meslek ilkelerini askıya alarak 28 Şubat darbesinin gerçekleştirilmesine sınırsız lojistik destek veren, çok sayıda -görüntülü - sesli - yazılı- medya kuruluşu ve medya mensubu, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının taleplerine ve talimatlarına uygun haberler ürettiler. Gerçek olmayan haberler yayımladılar, gerçek olan haberleri gizlediler, sanal irtica haberleriyle gündem oluşturmaya çalıştılar.” “28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Sabah Gazetesi Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Yazıişleri Müdürü Erdal Şafak, Milliyet Gazetesi Yönetmeni Halil Derya Sazak başta olmak üzere, çok sayıda gazeteci, radyo ve TV program yapımcıları çok önemli bir rol oynadı. Eğer medya desteği olmasaydı 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Bu darbe sürecinde, komutanların talimatıyla manşetler atanlar, haberler yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçlarının şerikleridir.” Gerekçeli kararda 21 kişiye müebbet hapis cezası verilirken yukarıdaki alıntıda söz konusu edilen talimatlara ilişkin tek satır gerçek bir belge bulunamadığını da belirtelim.

Etiketler
Binali Yıldırım