CHP ülkücü olabilir mi?

Unutmamak gerekir ki milliyetçiliğin mütemmim cüzü olarak görülebilecek ülkücü hareket diğer milliyetçi akımlar tarafından bile ismen ve marka olarak sahiplenilmezken CHP’nin bu kimliğe sahip çıkmasını tartışmak gerekir.

Rıdvan Akar Yazar ridvanakar@hotmail.com

Türkiye’de ülkücü hareketin bir miladı var. 19. Yüzyıl sonunda sonrasında Yusuf Akçura’da cisimleşen “Üç Tarz-ı Siyaset”te Osmanlı’nın yeniden ihyası için Türkçülüğün bir çare olması ile paradigma inşa edildi.

Konuya vakıf olan okuyucularımız bu tarihi Namık Kemal ve öncesine de götürebilir. Benim meramım, özellikle Türkçülük üzerinden bir ideoloji inşaa sürecinin sonrasında ulus devlet ideali ve tecrübesi ile birleşmesi ve milliyetçi ideolojinin gerçekten de üç ana akımdan birine dönüşmesiydi. Hiç kuşkusuz milliyetçi akımlar da kendi içinde farklılıklar arz ediyordu. Özellikle Cumhuriyet sonrasında ırkçılığı bir bayrak haline getiren 30’lar Türkçülüğü ile CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) içindeki Atatürk Milliyetçiliği diye tanımlanan ana akım milliyetçilik tahayyülü ile kimi zaman örtüşen kimi zaman ise çelişen bir milliyetçiliği savunuyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Azınlıklardan Sorumlu 9. Bürosu’nun İkinci Dünya Savaşı sonuna doğru hazırladığı “Azınlıklar Raporu”nda “başka bir ülkeden (Nazi Almanya’sı) mali yardım aldığı malum olan” diye suçlanan Irkçı-Turancı çevreler ‘ikna edilebilir, samimi kandırılmış çocuklar” muamelesi görüyordu. Ta ki savaşın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi de suçlayan söylemine kadar. Sovyet tehdidine karşı özellikle Turan fikriyatı üzerinden anti-komünist ve anti-semitik faaliyetler gösteren bu akımlar bir gecede derdest edildi ve ağır işkencelerle hapsedildi. Maksat, Sovyetler’e “valla biz devlet olarak size karşı değildik” mesajı vermekti.

MİLLİYETÇİLİĞİN YENİ PARADİGMASI

Irkçı-Turancı Hareket Davası sonrasında milliyetçi gelenek gerek Avrupa’da nasyonal sosyalist akımların ağır yenilgisi gerekse Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanını geliştirmesi ile başka bir hüviyete bürünerek ırkçılık üzerinden değil anti-komünizm üzerinden yeni bir paradigma inşa etti.

İşte bu yeni dönemden itibaren sol ve sosyalist akımlar karşılarında fiili olarak aksiyoner bir milliyetçi gelenek buldu. Tan Gazetesi’nin yakılmasıyla başlayan süreç anti-komünizm dernekleri, milliyetçiliği bayrak edinmiş partiler ve STK’lar üzerinden sadece ideolojik değil, aktivist kimliği ile birlikte solun karşısına hizalanmıştı. Amaç devleti ele geçirmek isteyen komünizmi engellemekti.

1960’larda CKMP’nin MHP’ye dönüşmesi ve parti içindeki Atsız çizgisindeki Türkçü kanadın tasfiyesi ile birlikte Milliyetçi Hareket Partisi milliyetçi kimliğinin yanına İslami söylemi de katarak, Türkeş’in “9 Işık doktrini” ile yeni bir söylem geliştirdi. O yıllarda ülkenin dört bir yanında olduğu bizatihi haber ve yazı dizileri ile kanıtlanan “Komando Kampları” nedeniyle önce “Komandolar” diye tanımlanan bu sokak hareketi sonrasında kendisine “ülkücü” bir örgütlenme ve kimlik ediniverdi.

SOLA KARŞI SAVAŞ

1960’ların sonundan itibaren solun geometrik gelişimi ve sokağa hakim olmasıyla birlikte ülkücü hareket, devleti ve ülkeyi komünizmden koruyan ‘muhafız’ bir kimlikle ortaya çıktı. O tarihten itibaren 1980’e kadar süren zaman diliminde ülke adeta bir iç savaş yaşadı ve 6 bine yakın yurttaş solcu/sağcı ayrımında öldürüldü.

Ölenlerin ille de ‘devrimci’ olması gerekmiyordu. Sol, sosyal demokrat, ilerici diye tanımlanan insanlar da namluluların hedefindeydi. Dahası cebinde Milliyet (Abdi İpekçi dönemi) ya da Cumhuriyet gazeteleri okuduğu için öldürülen yurttaşlar vardı. Ecevit dönemi CHP’sinin “Toprak işleyenin su kullanın” ya da “ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen” söyleminde cisimleşen “sosyal demokrat” kimliği de namluların hedefi oldu. Çok sayıda CHP üyesi ya da Nevşehir İl Başkanı Avukat Zeki Tekiner örneğinde olduğu gibi CHP yöneticileri öldürüldü. Hatta cenaze törenine giden Bülent Ecevit’e rağmen cenaze törenine bile saldırıldı.

Yaşananların ışığında CHP ülkücü olabilir mi? Ya da “CHP’deki ülkücüler” söylemi pragmatik bir değer taşıyabilir ancak geçmişin önemsizleştirilmesinin hafızasızlığa tekabül edeceğini de unutmamak gerekir. Zira CHP geleneğinde 6 okun birini temsil eden milliyetçiliğin özü “Atatürk Milliyetçiliği” olarak telaffuz edilir. Zira Atatürk’ün -Hatay hariç- irredantist olmayan söylemi ve daha kapsayıcı “ne mutlu Türküm diyene” söylemi kan ve toprak üzerinden oluşturulan milliyetçiğin anti-tezi olarak savunuldu.

Unutmamak gerekir ki milliyetçiliğin mütemmim cüzü olarak görülebilecek ülkücü hareket diğer milliyetçi akımlar tarafından bile ismen ve marka olarak sahiplenilmezken CHP’nin bu kimliğe sahip çıkmasını tartışmak gerekir. Ölenler, kanı dökülenler, yakınlarını o saldırılarda kaybedenlere olan vefa bunu gerektirir.

Tüm yazılarını göster