Düşman Kardeşlerin Yolu Bir Kez Daha İznik'te Kesişti

İznik Hristiyanlık için çok ama çok önemli bir kavşak. Size bu önemli olayın tarihsel arka planını anlatmak istiyorum.

Hatice Turhan Yazar info@gercekgundem.com.tr

Papa 14. Leo Türkiye’ye geldi. Daha spesifik olarak da İznik’e. İznik’in neden önemli olduğunu bir süre önce anlatmıştım. Merak eden 3-4 yazı geçmişe bakar. Papa burada Fener Ortodoks Patriği Bartholomeos ile buluşacak ve birlikte İznik’i gezecekler.

İşin ilahi boyutu bir yana, ben size dünyevi boyutunu anlatmak isterim. Bu iki mezhep neden kavga etti? Bu kavga nelere yol açtı? Ve nasıl barışıldı?

Tarihsel süreç içerisinde Doğu Ortodoks ve Batı Katolik Hristiyanlığı arasındaki ilişki, teolojik nüansların ötesine geçen, jeopolitik güç mücadeleleri, kültürel yabancılaşma ve askeri çatışmalarla şekillenen derin bir kırılmayı temsil ediyor. 1054 Büyük Bölünmesi'yle başlayan tartışmalar Hristiyanlık tarihindeki en travmatik olaylardan biri olan 1204 Dördüncü Haçlı Seferi ile İstanbul'un yağmalanmasına kadar varıyor.
Hristiyan dünyasının ikiye ayrılması, tek bir olaydan ziyade yüzyıllara yayılan bir "yabancılaşma" sürecinin sonucu. Roma İmparatorluğu'nun 330 yılında I. Konstantin tarafından idari olarak bölünmesi ve başkentin "Yeni Roma" (Konstantinopolis) olarak Doğu'ya taşınması, dini otoritenin de coğrafi olarak kutuplaşmasına zemin hazırlamıştı.

Yüzyıllar içinde Doğu ve Batı, ortak bir iletişim dilini kaybetmişti. Batı Kilisesi Latinceyi kutsal ve idari dil olarak benimserken, Doğu Kilisesi Yunanca üzerinden teolojisini geliştirmişti. Bu dil bariyeri, teolojik kavramların çevirisinde ciddi yanlış anlaşılmalara yol açmış, her iki tarafın birbirinin doktrinlerini "sapkınlık" olarak nitelendirmesini kolaylaştırmıştı. 4. yüzyıldan itibaren Roma Piskoposu yani Papa, batıda siyasi otoritenin çökmesiyle birlikte hem ruhani hem de dünyevi bir istikrar unsuru olarak yükselmiş krallar ve imparatorlar üzerinde büyük yetkiye sahip olmuştu. Doğu'da ise Patrik, İmparator'un gölgesinde ancak onunla uyum içinde yaşayabiliyordu. Yani Batı’da devletler dine, doğuda ise din devlete bağlı idi. Ve aralarında şimdi benim yeterince anlayamadığım, anlayamadığım için de size açıkça anlatamayacağım bir çok teolojik sorun vardı.

Gerilim, 11. yüzyılın ortalarında zirveye ulaşmıştı. Konstantinopolis Patriği I. Mihail Kirularios, Batı'nın mayasız ekmek kullanımı gibi kimi pratiklerine tepki olarak Konstantinopolis'teki Latin kiliselerini kapattırdı ve bu kiliselerin rahiplerini Batı adetlerini terk etmeye zorladı. Buna karşılık Papa IX. Leo, Kardinal Humbert liderliğinde bir heyeti Konstantinopolis'e gönderdi. Heyetin amacı, Patriğin "Ekümenik" unvanını kullanmasını yasaklamak ve Roma'nın üstünlüğünü kabul ettirmekti. Ne garip tesadüf ki, Fener Ortadoks Patriği’nin ekümeniklik iddiası bugün hala tartışılıyor. Ve gelen Papa’da o zamanki papa ile aynı ismi taşıyor. Ve büyük ayrılma adı verilen olay da 16 Temmuz 1054 de meydana geldi. Katolikler Ortadoks patriğini kiliseden attı, karşılığı da aynı oldu.

1054'teki teolojik kopuş, 12. yüzyılın sonlarına doğru kanlı bir etnik ve sınıfsal çatışmaya dönüştü. Komnenos hanedanı döneminde Venedik, Ceneviz ve Pisalı tüccarlara tanınan geniş ticari imtiyazlar, yerel Bizans tüccarlarını iflasın eşiğine getirmişti. Konstantinopolis'te on binlerce "Latin" yaşıyor, şehrin en kazançlı liman bölgelerini kontrol ediyor ve zenginlikleriyle yerel halkın tepkisini çekiyorlardı.
Bu gerilim, 1182 yılında "Latin Katliamı"na dönüştü. Konstantinopolis halkı, şehirdeki Latin mahallelerine saldırarak on binlerce Batılıyı kılıçtan geçirdi. Katliam öylesine vahşiydi ki, hastanelerdeki hastalar öldürülmüş, Papalık temsilcisinin kafası kesilerek bir köpeğin kuyruğuna bağlanıp sokaklarda sürüklenmişti.

Bu olay, Batı dünyasında Bizans'a karşı derin bir intikam duygusu ve güvensizlik yarattı. Katliam, Doğu-Batı ilişkilerini "rakip kardeşler" seviyesinden "kan davalı düşmanlar" seviyesine indirgemişti.
Tarihin en tartışmalı askeri seferlerinden biri olan Dördüncü Haçlı Seferi, Kudüs'ü kurtarmak amacıyla yola çıkmıştı, ancak Hristiyan dünyasının başkenti Konstantinopolis'in yağmalanmasıyla sonuçlandı. Seferi düzenleyenler özellikle Venedik’ten öylesine büyük miktarda borç almışlardı ki, “Kutsal” sefer bir tür yağma seferine dönüşmüştü.

Haçlı donanması Konstantinopolis önlerine gelmişti. Bir dizi entrika ve cinayet sonrası Bizans’ın yeni imparatoru Haçlılara para vermeyi ret edince de olanlar oldu. 12 Nisan 1204'te Haliç surlarından şehre giren Haçlılar, üç gün sürecek korkunç bir yağma başlattı.

Ayasofya'nın gümüş sunak duvarı parçalanarak askerler arasında paylaştırıldı, patriklik tahtına bir hayat kadını oturtularak şarkılar söyletildi. Antik Yunan heykel sanatının şaheserleri, sadece metal değerleri için eritildi. Büyük İskender'in heykeltıraşı Lysippos'un eseri olan devasa Herkül heykeli, bronz sikke basılmak üzere potalara atıldı. Venedikliler, sistematik bir şekilde Azizlerin kemiklerini, kutsal emanetleri ve sanat eserlerini (örneğin Hipodrom'un bronz atlarını) çalarak Venedik'e götürdü. (Bu gün bile turistler kolaylıkla görebiliyor)

Bu olay Hristiyan birliğine vurulan son darbe oldu. Konstantinopolis'in düşüşüyle Bizans toprakları parçalandı, merkezde bir "Latin İmparatorluğu" kurulurken, Bizanslı elitler çeperlerde direniş devletleri oluşturdu.

Flandra Kontu Baldwin, Ayasofya'da I. Baldwin olarak taç giydi. Ancak kurulan devlet, doğuştan ölü bir yapıydı. Toprakların neredeyse yarısı, en değerli limanlar ve adalar Venedik'e verilmiş, İmparator'a sadece şehrin çevresi ve Trakya'nın bir kısmı kalmıştı.

Ekonomik çöküş o denli büyüktü ki, son Latin İmparatoru II. Baldwin, sarayının çatısındaki kurşunları söküp satmak zorunda kalmış, hatta tek oğlu Philip'i Venedikli tüccarlara borç karşılığı rehin vermişti. İmparatorluğun tek ihraç kalemi, Batı Avrupa'ya satılan kutsal emanetler (örneğin Fransa Kralı IX. Louis'ye satılan Dikenli Taç) olmuştu

Bizans'ın asıl varisi olarak Batı Anadolu'da, İznik (Nicaea) merkezli bir devlet kurulmuştu. I. Theodoros Laskaris tarafından kurulan bu devlet, sadece bir sürgün hükümeti değil, aynı zamanda kültürel bir Rönesans merkezi olmuştu. İşte İznik bu yüzden de önemli bir yerdi.

Konstantinopolis'in geri alınışı, büyük bir kuşatmadan ziyade şaşırtıcı bir tesadüf ve Venedik'in ihmali sonucu gerçekleşti. Latin askerler bir başka yere sefere gidip şehir savunmasız kalınca İznik’te bulunan

VIII. Mihail, Altın Kapı'dan şehre girerek Ayasofya'da taç giydi.

Geri alınan şehir harabe halindeydi. Nüfus 35.000'e düşmüş, saraylar yıkılmıştı.

Bu tartışmalar uzadı uzadı. Kent Osmanlı tarafından fethedildi. Ancak mezhepler arasındaki sorun devam etti. Ta ki 1965’e kadar. Bu tarihte taraflar karşılıklı aforozları kaldırdı. Ve ilişkilerdeki en somut iyileşme, 1204'ün 800. yıl dönümünde gerçekleşmişti. Papa 2. John Paul, Patrik I. Bartholomeos'un ziyareti sırasında 1204 olayları için derin üzüntülerini dile getirdi ve "Hristiyanların inanç kardeşlerine karşı silaha sarılmasının trajik olduğunu" belirterek zımni bir özür diledi. Patrik Bartholomeos bu özrü, "Uzlaşma ruhu nefretten güçlüdür" diyerek kabul etti.

Ve şimdi iki önemli dini liderin birlikte İznik’i ziyaret etmesi işte böylesi bir arka plana sahip. Ve İznik bir kez daha tarihe tanıklık ediyor.

Tüm yazılarını göster