Romalı muzaffer kumandan şaşaalı bir törenle şehre giriyordu. Ahali caddeleri, meydanları tıklım tıklım doldurmuş, coşkulu bir kutlamayla kumandana bu resmi geçit boyunca sevgilerini ve saygılarını sunuyorlardı. Kumandan altın kaplama atlı arabasının üzerinden vakarla ve gururla tezahürat yapmakta olan halkı selamlıyordu. Bu pırıltılı arabada kumandan yalnız değildi; yanında paçavradan hallice bir kıyafet taşıyan bir köle mütemadiyen kumandanın kulağına bir şeyler fısıldıyordu: “Hominem te memento. Memento mori”. Günümüz Türkçesine “İnsan olduğunu unutma. Ölümü hatırla” diye çevrilebilecek bu sözleri Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısında “Her canlı ölümü tadacaktır” biçiminde görebilir veya sokakta “İnsan ol bir dakka! Geberip gideceksin bir gün!” tadında bir höykürme olarak duyabiliriz.
Dönelim ponçik kölemize… Bu arkadaşın görevi kumandanın Hubris sendromuna kapılmasını önlemek. Halk arasında (burada necip Türk halkından bahsediyorum) kabaca “göz kalkması” olarak nitelendirilebilecek bu sendrom aslında daha derin bir konuymuş. Bizim oğlan nöropsikoloji okuyup Alzheimer hastalığına çare bulmayı kafasına koyduğu için bizim de içimiz dışımız “algısal davranış”, “çoklu benlik”, yok efendim “katarsis”, “nevrasteni” gibi garip laflarda doldu. Ben paşa paşa “Memento Mori” üzerine yazacakken sizinki önüme Hubris sendromunu koydu. Ben “göz kalkması” dedikçe, ne kadar sığ bir adam olduğum, zaten her konuda kafamda kalıplar olduğu, bu şekilde bu dünyada hala nasıl var olabildiğim, gibi bir evladın babasına söyleyebileceği en sevgi dolu lafları işittim. Sonunda önüme bir makale açtı ve gitti.
Meğer psikologlar bu sendrom üzerine çok uzundur çalışıyorlarmış. Hubris kelimesi antik Yunancadan geliyormuş; “trajik insani kusur” diye tercüme edebileceğim bir anlamı varmış. Öte yandan, ben kelimenin fonetik yönüne işkence etmeye karar verip artarda Hubris deyince sözcük Hubris’ten Hibris’e, oradan Hibri’ye ve en son kertede Kibir’e dönüştü. Tamam, dedim, buldum!
Bu noktada oğlum tekrar devreye girdi ve bu sendromun 14 adet semptomu olduğunu söyledi. O sıraladıkça benim çok yakından tanıdığım insanlar gözümün önünden geçti. Üstelik birazdan sıralayacağım bu listeden sadece üçü görülse bile o kişinin bu sendroma yakalandığını söyleyebilirmişiz. Bakalım, sizin de tanıdığınız birileri bu tanıma uygun mu?
Tüm vampirler narsisistlerdir. Neden? Çünkü aynada kendilerini göremezler.
“Beni sonsuz zekâm için mi yoksa dayanılmaz güzelliğim için mi seviyorsun?”
“Senin bu özgüvenini seviyorum.”
İlkokuldayken silgime “Güven” adını takmıştım. Yaptığım her hatada bir parçası eksiliyordu.
“Sayın seyirciler, ülkemiz gün geçmiyor ki ilginç bir olaya sahne olmasın. Bu sefer ki haberimiz yeşil sahalardan. Maçın son anlarında gol atan bir futbolcu kendi takım arkadaşları tarafından dövüldü. Evet, yanlış duymadınız, kendi takım arkadaşları tarafından. Konuyla ilgili mikrofonlarımıza konuşan takımın kaptanı “Tamam, gol attın sevin ama bu kadar uzatmanın, aşırıya kaçmanın ne alemi var? Zaten 7-1 yenik durumdayız.” dedi.”
“Ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli dünyada?”
“Ablacığım sen de kimsin? Ses aynı, görüntü değişik. Bu estetik işine biraz ara versen diyorum. Kime yalakalık yapacağımızı şaşırdık.”
“Misal, senin oğlan bugün üniversiteyi birincilikle bitirecek bir zekaya sahipse bunda benim de önemli bir payım olduğu şüphesiz.”
“Ne diyon lan sen!!!!!!”
Bu konuda şaka yapmak “şahsım hükümeti” tarafından yasaklanmıştır.
“Hayırdır Barbaros Abi, komşuyu hastanelik etmişsin? N’oldu?”
“Akşam perdelerini kapattı.”
“Eeee?”
“Lan oğlum, biz röntgenci miyiz?”
“Bu makamı taşıyan birine yapılacak hareket mi bu?”
“Boş kâğıt verirsen tabii ki sıfır alırsın, Hoca ne yapsın?... Sen sınıf başkanı seçildikten sonra çok değiştin Ercan.”
“Bu topraklarda bir Ercan kolay yetişmiyor.”
“ Kimsenin inancına, hayat tarzına müdahale etmedik”… Fıkra bu kadar.
“Bu yaptığımızı sadece tarih yargılayabilir.”
“Bu senin ilk seferin mi şekerim?”
“Bu insanlar beni anlamıyor, Necla”
“Taksim meydanında insanlara Svahili dilinde konuşma yaparsan anlamazlar tabii.”
“Sen Tanrı’yla konuşursan buna dua denir. Tanrı da seninle konuşuyorsa şizofrensin demektir.”
“Bunca yıldır bu işi yapıyorum, daha ağzımdaki sigaradan dolayı bir tüpün patladığını hiç görmedim.”
Çevrenizde, misal politika, finans, spor, din, eğitim, güvenlik, sağlık gibi alanlarda, böyle semptomlar gösteren insanlarla hiç karşılaşmamış arkadaşlar el kaldırsın! Evet evladım, sen hiç mi görmedin? Yok hocam tuvalete gidebilir miyim, diye soracaktım.
Bu belirtilere sahip kişiler gücü ne kadar uzun ellerinde tutarlarsa bu illete daha da kapılırlar ve kibirleri tam anlamıyla tıbbi bir bozukluğa dönüşür.
Antik Yunanlılar bu sendroma kapılanlar için iki çıkış yolu belirlemişler.
İlkinde, kişinin kendisi bir anda aydınlanma yaşayıp tavır ve davranışlarına çeki düzen veriyor ve daha da önemlisi insani değer yargılarına geri dönüyor. Şefkat, empati ve saygı gibi duygulara tekrar sahip oluyor. Bu pek de sık rastlanan bir durum değil tabii.
İkinci yol ise biraz sancılı. Adalet tanrıçası Nemesis olaya müdahil oluyor ve kişinin kibrini cezalandırıyor. Bu bazen gücü elinden almak, bazen onu ilahi bir cezaya tabi tutmak olabiliyor. Sendroma tutulmuş kişi bir “gerçeklik şokuna” uğruyor ve ayakları yere basmaya başlıyor. Buna da şok terapisi deniyor. Başarı oranı bir hayli yüksekmiş. Ben bilmiyordum, bana da Sokrates söyledi.
Konunun uzmanları da ikinci yolda olduğu gibi hastanın elinden gücü alınmazsa düzelmesinin imkansıza yakın olduğu konusunda birleşiyorlar. Yani Nemesis şart!
Peki bu Nemesis’i nerede bulacağız? Bunun yanıtı kolay; pencereye yaklaşıp dışarı bakın, göreceksiniz.