Sosyal medya düzenlemesi Adalet Komisyonu'nda | CHP'li Emre eleştirilerini sıraladı: Almanya örneği bizde gerçeği yansıtmıyor

CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, basın, sosyal medya ve internet haberciliğine ilişkin düzenlemelerin görüşüldüğü Adalet Komisyonu'nda teklife bazı eleştiriler yöneltti.

Sosyal medya düzenlemesi Adalet Komisyonu'nda | CHP'li Emre eleştirilerini sıraladı: Almanya örneği bizde gerçeği yansıtmıyor

AKP ve MHP milletvekillerinin imzasını taşıyan basın, sosyal medya ve internet haberciliğine ilişkin düzenlemeleri içeren Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin görüşmelerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu'nda başlandı.

Burada söz alan CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, kanaat sahibi olabilme hakkının bireyin var olmasının ön koşulu olduğunu vurgulayarak "Bilindiği üzere, kanaat sahibi olabilme hakkı bireyin var olmasının ön koşuludur. Kanaat sahibi olma, insanların düşünce ve kanaatleri belirlemesine, buna bağlı olarak da doğru ve yanlış olanı seçebilmesine ve oy vermek dâhil, diğer tercihleri yapabilmesine olanak sağlayan haktır. Bu nedenle, aynı zamanda, diğer tüm özgürlükler için bir ön koşuldur. Bundandır ki bu hakkın sınırlandırılması oldukça titiz değerlendirilmelidir" dedi.

"Bu titizlik AİHM kararlarında da kendini göstermiş ve ne yazık ki Türkiye aleyhine açılmış ifade özgürlüğünün ihlali iddiasını taşıyan başvurular diğer ülkelerden sayıca oldukça çoktur. Şimdi, bakın, ben burada rakam vereceğim, bu rakamlarda 'Efendim, AİHM yanlı.' diye düşünmeden evvel önce başvuru sayısını vermek istiyorum yani AİHM karar vermeden önce ne kadar başvuru gittiğini çünkü bu başvuru sayısına bir şey söylediğinizde bizatihi milletimizi suçlamış olursunuz" ifadesini kullanan Emre, şöyle devam etti:

"Burada Rusya 17.013 başvuruyla ilk sırada, Türkiye de 15.251 başvuruyla 2'nci sırada. Bakın, verdiği kararlardan bağımsız, vatandaşımız hakkını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde arıyor, içeride hakkını arayamadığını düşündüğü için. 2021'de açıklanan mahkeme kararlarında da daha önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye, ifade özgürlüğü alanında yine en fazla mahkûmiyeti olan ülke, geçen yıl da 31 davada Türkiye, ifade özgürlüğü şikâyetinde insan hakkı ihlalinden mahkûm edilmiştir.

'GAZETECİLİK YAPAN BİRÇOK İSİM MAHKEME KAPILARINDAYDI'

Yirmi yıllık AKP iktidarı döneminde basına yönelik baskılar tarihsel bir gerileme yaşanmasına sebep olmuştur. Bu yirmi yılda iktidarın görüşlerine eleştirel yaklaşan, diğer ifadeyle, mesleğinin gereği, halk adına gözcülük misyonuyla hareket ederek sorgulayıcı ve araştırmacı gazetecilik yapan birçok isim mahkeme kapılarında olmuştur. Buna Cumhuriyet gazetesi, Sözcü gazetesi, diğer gazete çalışanlarının hemen hemen hepsi mahkemelerde sanık pozisyonuna gelmiştir. Basın örgütlerinin 2021 yılına ilişkin açıkladığı verilere göre, gazeteciler ve basın kuruluşlarına ilişkin 179 dava görüldü, bu davalarda 219 gazeteci yargılandı, bazı gazeteciler birden çok davada hâkim karşısına çıktı ve bu yargılamalar neticesinde çıkan toplam mahkûmiyet cezası 40 yıl 7 ay hapis cezası, 32 gazeteci gözaltına alındı. Gazeteciler başta siyasiler olmak üzere çeşitli kesimler tarafından 27 kez tehdit edildi.

Çoğunluğu toplumsal olayları takip sırasında 75 gazeteci saldırıya uğradı, darbedildi. Bakın, şimdi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 2021 yılında ulusal kanallara toplam 74 ceza kesti, cezaların 24'ü Halk TV'ye, 22'si TELE1'e, 16'sı FOX TV'ye, 8'i KRT'ye, 4'ü Habertürke ve yaklaşık 22 milyon lira da para cezası kesti. İnsanımız aynı insan ama ne hikmettir ki A Haberde, Ülke TV ve Kanal 7'de, TV NET'te, CNN Türk'te, buralardaki yayınların hiçbirinde cezai bir işlem tespit edilemedi ve cezasız kapattı. Şimdi, normlardan konuşuyoruz, yasalardan konuşuyoruz ama o yasalar bu toplumda eşit olarak uygulanmadığı ve araçsallaştığı sürece problem hâline getiriliyor.

Bu bağlamda, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna özel bir parantez açılması kaçınılmaz. Radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyici bir kurum olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, geldiğimiz aşamada, ihtimaldir ki sadece diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde gözlemlenebilecek bir sansür kurumuna dönüşmüştür. Son olarak, Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu'nun iktidarın, kontrolündeki vakıflar aracılığıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne yüksek miktarda paralar transfer ettiği yönündeki, sosyal medya hesaplarından yaptığı açıklamaları canlı olarak aktaran TELE 1'i, KRT, Flash ve Halk TV'ye para cezası verdi.

'HANGİ ÜLKEDE OLURSA OLSUN, ANA MUHALEFET PARTİSİNİN LİDERİNİN AÇIKLAMALARININ HABER DEĞERİ VARDIR'

Hangi ülkede olursa olsun, ana muhalefet partisinin liderinin açıklamalarının haber değeri vardır, basın da bunu çeker; hele hele, iddialar yolsuzluksa buna kuşku duyulmaz, bunu basın muhakkak çeker, ilgililer gider ispat eder, dava açar, Man Adası davasında olduğu gibi, süreç yürür ama gazeteci bu haberi yapar. Gazeteciye böylesine bir basın toplantısını ya da bir medya haberini ya da bir sosyal medya paylaşımını canlı verdi diye hiçbir şekilde ceza verilemez. Bu, gelişmiş demokratik ülkelerde bir haber niteliği taşımaktadır. Bakın, Türkiye demokrasisine hançer gibi saplanmıştır bu karar. Bu kararlar bugün yanlış içtihatlar oluşturulmasının da temelini oluşturmaktadır. Başta hukukçular olmak üzere, bu ülkedeki adaleti savunan herkesin şiddetle karşı çıkması lazım.

'BEŞİNCİ KOL FAALİYETİ SÖYLEMİYLE HER YERE KISITLAMA GETİRİLMEK İSTENİYOR'

Basın üzerindeki baskıların bir başka adresiyse Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının başında atanmış isim olmasına karşın Türkiye yönetimine ve özellikle demokratik yaşama doğrudan olumsuz etki eden Başkanın varlığıdır. Bakın, daha önceki Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olarak geçen bir kurum Anayasa değişikliğinden sonra İletişim Başkanlığı hâline getirildi ve her şeyin içerisinde yani şu anda Türkiye'de fiilen ikinci adam pozisyonunda bir kurum hâline getirildi. Burada açıkça söylemek gerekirse ne demokrasiyle ne de devlet kültürüyle bağdaşır bir yönetim, bir anlayış benimseniyor. Bakın, ezberlenen, sürekli "beşinci kol faaliyeti" söylemiyle Türkiye'de düşünce ve basın özgürlüğü başta olmak üzere her yere kısıtlama getirilmek istenmektedir.

Bu kanun teklifinde önemli konulardan birini içeren basın kartları, diğer ifadeyle, gazetecilerin faaliyetlerinde çeşitli imkân ve kolaylık sağlayan, resmî belge niteliğindeki kartlarına Cumhurbaşkanı hükûmet sistemine geçildikten sonra İletişim Başkanlığının başına geçer geçmez âdeta el koymak istemiştir. Bir yönetmelik çıkararak gazetecilerin kartlarının simgesi olan sarı rengi turkuaza dönüştürmüş, sonra bunu gerekçe göstererek tüm gazetecilerin basın kartlarının "yenileme" adı altında iade etmelerini şart koşmuş ancak yüzlerce gazeteci, kartlarını iade etmelerinin üzerinden dört yıla yaklaşan bir süre geçmesine karşın hâlâ alamamıştır. Bunun nedenine ilişkin hem bilgi edinme hem de hukuki yollardan yaptıkları girişimlerden de sonuç alınamamıştır. Geldiğimiz aşamada basın kartları İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un keyfine kalmış bir durumdadır. İletişim Başkanının basın kartları konusunda yaptığı bununla sınırlı değildir. 2018 yılının son ayında çıkardığı Basın Kartı Yönetmeliği'nde basın kartı alma şartları zorlaştırılırken iptal etme şartları kolaylaştırılmıştır. Hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik içermeyen hükümlerle basın kartlarını rahatça iptal etme imkânına kavuşmuştur. Yönetmeliğe karşı yürütmenin durdurulması ve iptali istemiyle Çağdaş Gazeteciler Derneğince açılan davada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca "Dur." denilmiştir. Peki, bundan sonra ne olmuştur değerli arkadaşlar? Yürütmesi durdurulan maddeler daha da ağırlaştırılarak yenilenmiştir yani hukuka karşı hile yapılmıştır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının Kurulmasına İlişkin 14 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin dayanak gösterilmesine karşın Danıştay aynı davada bunu yeterli görmezken yıllarca bu dayanakla yürürlükte kalan yönetmelik, bugün yapılan yasal değişikliklerle de yasal bir dayanağa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bunun sonunda gazetecilerin basın kartı alabilmesi için memur yani devletin kadrolu bir personeli olması şartı koşulan bir duruma doğru gidildi ve enformasyon birimlerindeki çalışanlara peynir ekmek gibi basın kartı verilmesi sonucu ortaya çıkıyor. Basın kartlarına ilişkin olanlar da dâhil, gazeteciliğe yönelik tüm uygulamalarda neredeyse tek amaç gazeteciliğin sıradan bir iş hâline getirilerek, böylelikle elverişli bir propaganda aracına dönüştürülmesidir. Oysaki gazetecilik ve bağlantılı olarak basın kartlarının sadece gazetecilik açısından değil, toplumsal ölçekteki önemini Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yürütmeyi durdurma kararındaki şu belirlemeyle değerlendirmenize sunmak isterim: Demokratik toplumlarda basının en önemli işlevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda açıklamalar yapmak, haber ve bilgi vermek, eleştiri ve değer yargıları sunmak, bu suretle de kamuoyu oluşturmak toplumu aydınlatmaktır. Basına yaptığı bu işlev nedeniyle şu iki hakkın tanındığı bilinmektedir: Haber verme hakkı ile eleştirme, değer yargısında bulunma hakkı. Haber verme hakkı, kamu yararını taşıyan bir olayı topluma haber vermek, bildirmektir. Bu önemli işlevi nedeniyle basın özgürlüğünün, kamu güçlerine karşı olduğu kadar, özel güçlere karşı da korunması gerekmektedir. Bağımsız ve tarafsız yayıncılığın sürdürülebilmesi için alınacak önlemler de bu ödev kapsamındadır. İfade özgürlüğünün, sözü edilen toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM'in de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi, bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekmektedir. İfade özgürlüğü çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez. Anayasa Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli kararına göre "Demokratik bir sistemde kamu gücünü elinde bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamuoyu denetimi, en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır." Bir parantez açayım burada, özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarından ve AİHM kararlarından örnekler derlerken bir dönemi işaret etmemesi açısından, farklı iktidar dönemlerinden de kararlar aldım ki altından farklı yorumlar çıkartılmasın. "Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi için özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür."
Arkadaşlar, şimdi, bu açıklamaların ışığında basın kartının niteliğini irdelersek... Şimdi, Cumhurbaşkanı yeni sistemde aynı zamanda AKP Genel Başkanı. AKP Genel Başkanına bağlı bir kurum, Türkiye'de kimin basın kartı alıp almayacağına, kimin gazeteci olup olmayacağına karar verecek ve bu şekilde de biz, basının bir dördüncü kuvvet olarak demokrasimizde varlığını sürdüreceğine mi inanacağız? Buradaki çelişkiyi hepinizin dikkatine sunarım. Bakın, basın kartı, basın mensuplarının mesleki faaliyetlerini yürütürken daha etkin çalışmalarını, sosyal güvenlik hukukundan doğan birtakım ayrıcalıkları elde etmelerini sağlayan, hizmet damgalı pasaport uygulamaları sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan olayları yakından takip etmelerini kolaylaştıran, sektörün her türlü zorlukları karşısında kendilerini savunabilmeleri amacıyla silah ruhsatı işlemlerinde kullanılabilen, devletin üst düzey yöneticilerinin katılımlarıyla gerçekleşenler de dâhil olmak üzere her türlü kamusal faaliyete katılma konusunda akreditasyon vazifesi gören, özellikle basın mensubunu tanıtıcı mahiyete sahip resmî bir kimlik belgesidir. Basın kartı sadece bir meslek kartı olmayıp aynı zamanda, basın kartı sahibi olan kişiye, habere, bilgiye, olaya erişebilme imkânında kolaylık sağlayan, bu doğrultuda toplumun doğru bilgilendirilmesine araç olan bir karttır. Bu bağlamda, basın kartının -demin de değindiğimiz özelliğiyle ve önemi nedeniyle, basın kartı niteliğiyle- ne şekilde verileceği konusunda bu kartın verileceği kişilerde aranacak şartları içeren temel ilkelerin, anılan hakka keyfî bir şekilde müdahale edilmesini önleyecek şekilde düzenlenmesi gerekir.

'AKP İKTİDARININ USTALAŞTIĞI BİR TEKNİK'

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ifade ettiğim üzere gazeteciler üzerinde sansür ve otosansürün artırılması için basın kartları aracılığıyla yapılan ve yasalara aykırı olduğu mahkemelerce tespit edilen düzenlemeler, görüştüğümüz yasaya eklenerek yönetmelik düzeyinde yasal dayanağa kavuşturulmak isteniyor. Bu yapılırken de AKP iktidarının ustalaştığı bir teknikle gerçekleşiyor. Hâkim düzenlemelerden biri olan internet haber sitelerinin, basın mevzuatı kapsamında hukuki altyapıya kavuşturulması yıllardır süren bir sorun ve eksiklikti; bu doğru. Bu yöndeki düzenlemelerle, özellikle basın kartı üzerinden basının genelini kontrol altına alma amaçlı hükümler göz ardı edilmek isteniyor. Öncelikle şu bilgiyi vermek gerekir: İktidarın, internet haber sitelerini bu zamana kadar basın mevzuatı kapsamında yasal bir dayanağa kavuşturmamış olması, bizce bilinçsiz bir sürecin sonucu değildir. Özellikle, FETÖ'yle iş birliği yapılan dönemlerde birçok yargısız infazı ve dezenformasyonu, kontrollerindeki internet haber siteleri yapmıştır. Dolayısıyla, artık işlevi kalmayan, yerini sosyal medya ağlarına kaptıran, internet medyasına basın mevzuatı kapsamında hukuki dayanak oluşturmayı Türkiye'de ilk bağımsız internet sitesinin yayına geçmesinden yirmi altı yıl sonra gerçekleştirmesi... Bunu da bu hususta dikkatinize sunmak istiyorum.

Buralarda çalışan gazetecilerin özlük haklarının güvenceye kavuşturulacak olmasından kaynaklı söz konusu yöndeki düzenlemeleri her şekilde desteklediğimizi ifade etmek isterim. İnternet haber sitelerine ilişkin düzenleme kapsamında getirilen bazı sorunlu hükümlere ise madde görüşmelerinde yine dikkat çekeceğim.

Değerli milletvekilleri, toparlıyorum; bakın, en çok tartışılan madde 29'uncu madde. Türk Ceza Kanunu'nun "topluma karşı suçlar" başlıklı kısmına bir ilave yapılıyor ve "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" başlıklı bir madde ilave ediliyor ve bunu da bir yıldan üç yıla kadar hapis ve bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde yarı oranında artırılması... Böyle bir ifade var. Değerli arkadaşlar, burada, düzenlemenin, ifade özgürlüğü sınırlarındaki bir alana müdahale içerdiği ve devletin belli şartlar ve yasal dayanak olmaksızın ifade özgürlüğü gibi negatif statü hakları kapsamındaki haklara müdahale etmemesi gerektiği kaydedilmekle birlikte, son yıllarda alınan mahkeme kararlarında ifade özgürlüğü bakımından devletlere pozitif yükümlülük yani kişilerin haklardan etkin şekilde yararlanması için devletlere bazı tedbirleri alma sorumluluğu getirdiğine işaret edilmekte.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu kısımları da geçerek şunun altını çizeyim: Burada tartışmaların merkezine oturan kavram ise "yalan haber" ve süreç içerisinde "dezenformasyon, mezenformasyon ve malenformasyon" kavramları tartışmaya yön vermiş. Bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Hizmeti Başkanlığından Mehmet Burak Ünal'ın "yalan haber" "fake news" kavramı "Dezenformasyonla İlişkisi ve Seçili Örneklerde Parlamento Çalışmaları ile Yasal Düzenlemeler" başlıklı araştırmasında bu 3 kavrama ilişkin şu tespitler yapılmış; bunu da tüm milletvekili arkadaşlarımın okumasını tavsiye ederim, oldukça önemli bilgiler olduğunu görüyorum burada: "Kavramsal ayrımları netleştirerek yalan haberin özüne inmek gerekirse, yalan yanlış içerikli bilgilerin kapsamına alınabilecek ve kendi içlerinde farklılıklar barındıran 3 kavramdan söz etmek gerekir: Dezenformasyon malenformasyon ve mezenformasyon. Bunlardan birincisi, dezenformasyon: 'Kasıtlı olarak zarar vermek amacıyla yayılan yanlış bilgi.' mezenformasyonunda kasıt yok, ötekinde de yanıltma kastıyla paylaşılan doğru bilgi tıpkı yanlış bilgi gibi yanıltan içeriklerin kapsamına dâhil edilebilir." diyor. Şimdi, burada, "Kargaşa ve belirsizlik yaratmak için olgusal olarak doğru olan mahrem bilgilerin kamusal alana taşınması, duygusal tepkileri harekete geçirmek için bağlamından çıkarılmış doğru bilgiler verebilir." şeklinde izah da ediyor ve bu türden bilgiye de "kötü bilgi" deniyor yani malenformasyon.
Şimdi, değerli arkadaşlar, internet dünyasının geldiği durum itibarıyla, evet, Avrupa'daki birçok ülkeyi de gözlüyoruz -2017, 2018, 2020, 2021- çeşitli düzenlemeler yapılmakta; bu alanda hemen hemen bütün ülkelerde bir düzenleme yapma arayışı var. Şimdi, burada mesele nerede düğümleniyor? Esas etmen, bir güvensizlik tespiti yapılmakla birlikte dünyada bir güven eksikliği bozukluğu sendromu muzdaripliği vurgulanıyor. Sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte, ana akım medyada görülemeyecek haberlere erişim artmış ve ana akım medya tarafından muhtelif nedenlerden ötürü yer yer gizlenen ya da sunulmayan haberler sebebiyle bu tür kuruluşlara duyulan güven azalmıştır. Medya kuruluşlarının çeşitli politik angajmanlar çerçevesinde değerlendirilip objektifliğinin sorgulanması daha yaygın hâle gelmiştir. Bir haber kaynağına duyulan güvensizlik, o kaynaktan gelen haber doğru olsa dahi otomatikman inkârı beraberinde getirebilmekte ve kutuplaşmayı körükleyebilmektedir. Yalan söyleyen güvenilir kaynak, doğru söyleyen güvenilmez kaynağa tercih edilmektedir.

Şimdi, açıkçası, buralardaki izahatlar falan oldukça doyurucudur. Bu bilgileri paylaştıktan sonra, şimdi, burada, önlem ya da tedbir yasal düzenleme yapılan ülkelerdeki... Hangi ülkelerde yapılan düzenlemelerin nasıl nüanslar, nasıl farklar verdiğini, şurada bazı ayrımlarla işaret etmek istiyorum: Bakın, otoriter rejimlerde kullanıcılara ve medya platformlarına ağır cezai yaptırımlar veriliyor. Yargı kararı olmaksızın içerik kaldırma uygulamaları var, şeffaf olmayan ve önceden bilgi gerektirmeyen yaptırım uygulamaları var. Ulusal güvenlik, dezenformasyon gibi oldukça geniş ve yoruma açık içeriklere yönelik yaptırımlar var. İçerik kaldırma ve para cezası dışında, erişim engelleme ve site kapatma yaptırımları var. Demokratik rejimlerde ise, sosyal medya platformlarının içerik moderasyonuna ilişkin raporları şeffaf şekilde kamuoyuyla paylaşma zorunlulukları, içerik moderasyonuyla ilgili kararların sosyal medya platformlarında bırakılması, içerik kaldırmayla ilgili kararlara adli itiraz mekanizmaları, yaptırıma tabi olan içerik türlerini nefret suçu, cinsel istismar, kendine zarar vermeyi teşvik etme gibi içerikle sınırlandırılması, para cezası dışında sosyal medya platformlarına herhangi bir yaptırım bulunmaması.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın, burada, internet medyası ve sosyal medya ağlarının büyük bir iletişim köprüsüne dönüştüğü gerçek. Şimdi, son dönemde yapılan bazı araştırmalar var. Bakın, Denge ve Denetleme Ağı'nın çalışmasında aktardığı bilgilere göre "Türkiye'de özellikle 2010 yılından itibaren internet ve sosyal medya alanı hükûmet tarafından giderek daha fazla kontrol altına alındığını göstermekte." Demokrasinin Çeşitleri Endeksi'ne göre "2012-2020 yılları arasında tüm ülkelerden Twitter'a iletilen toplam engelleme çıkarma talebi -bakın bu somut veridir, yoruma açık değildir- 181.689 iken 49.525'i Türkiye'dendir; dünyada 2'nci sıradadır bu alanda. Benzer şekilde yani şöyle düşünmeyelim: Twitter'ı sadece Türkiye'ye özgü komplo kurmak üzere kurulmuş bir yapı olarak görmemek lazım. Benzer şekilde Twitter'a iletilen toplam 500 bin kapatma bazında görünmez kılma talebinden 107.211'i Türkiye'den iletilen talepler olmuş ve bu kategoride de Türkiye dünya ülkeleri arasında Twitter'a kapatma ve ülke bazında görünmez kılma kategorisinde yine 2'nci sırada yer almıştır. Hatırlanacağı üzere, iki yıl önce bu Komisyonda sosyal medya platformlarına ilişkin bir düzenlemeyi görüşmüş ve iktidarın oylarıyla teklif Genel Kurula sevk edilmişti.

O düzenlemede sosyal medya platformlarının yasalarımız kapsamında suç sayılan konulara ilişkin paylaşımları, belli zaman dilimleri şart koşularak kaldırmaları ve Türkiye'de temsilcilik açarak birinci düzeyde muhataplık kanallarının oluşturulması öngörülmüştü. Bugün görüştüğümüz teklifte, aynı yönde çeşitli düzenlemeler öngörülmekle birlikte Türkiye'ye erişim engeli konusunda Anayasa Mahkemesine alınan önemli bir karar da göz ardı edilmiştir.

Özellikle, internet haber sitelerinde yayınlanan haberlere Türkiye'de erişim engeli getirme yetkisine sahip kurumların siyasi misyonu ile temel ve kronik sorunumuza dönüşen yargının bağımsızlığını yitirmesinden kaynaklı getirilen keyfî erişim engellerine karşı Anayasa Mahkemesi pilot karar almak zorunda kalmıştır. İçerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı, toplu kullanım sağlayıcılarının yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik ve yer erişim sağlayıcıları üzerinden mücadeleye ilişkin esas ve usulleri düzenleyen 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesinin kişilik haklarına yapılan saldırılara karşı internet içinin sınırlandırılmasına yönelik kademeli bir müdahale yöntemi sunmak yerine, saldırının niteliğinden, boyutundan bağımsız olarak her türlü saldırının önlenmesinde erişimin engellenmesi usulünün tek müdahale aracı olarak belirlenmesinin, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin keyfî ve orantısız olmasına yol açtığını kaydeden Anayasa Mahkemesi. Dolayısıyla, mevcut hâliyle 9'uncu madde kamusal makamların takdir yetkisini daraltarak, keyfî davranışlarının önüne geçebilmek için yargılama hukukunun usulüne ilişkin güvencelerinin yanında, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve orantılı karar verilmesini sağlayacak güvenceleri de içermemektedir, tespitini yapmıştır. Şimdi, son sayfa, bitiriyorum arkadaşlar.

Geçen yılın ekim ayında alınan bu karar kapsamında, bir düzenleme yapma zorunluluğuyla hareket etmeyen iktidar, önümüze yeni yasaklar ve Türkiye'de sosyal siyasal ve ekonomik hayatta olumsuz sonuçlar yaratacak bir düzenlemeyi önümüze getirmiştir. Şimdi, sıklıkla Almanya'daki uygulama gündeme getirilip örnek alınan yaklaşım da bizde gerçeği yansıtmamaktadır. Almanya'da sosyal medya ağlarına sıkı tedbirler getirilmektedir ancak oradaki uygulama bizdekinin aksine suç tanımlarında belirlilik ve öngörülebilirlik temel kriterdir. Nefret suçu, internet üzerinden fiziki ve cinsel saldırı tehdidi gibi, net suçlamaları ve eşitlik ilkesini esas almaktadır. Oysa, biz de yakın zamanda yaşanan olayları hafızalar hatırlamaktadır. Muhalif kimliğiyle bilinen siyasetçi, sanatçı ve gazeteci kadınların sosyal medyada hedef alınmasına ses çıkarmayan iktidar temsilcileri, benzeri çirkin saldırıların birkaç ay sonra kendi yakınlarına, siyasi görüşleriyle ortaklaşan kişilere yönelmesinin ardından nasıl ki 2020 yılında hızla bir sosyal medya düzenlemesi getirdiyse bugün de hiç kuşkumuz yok ki seçim sürecinde muhalif görüşler susturulmak için bu düzenleme önümüzdedir.

'İNTERNET HABER SİTELERİNİN BASIN HUKUKU KAPSAMINA ALINARAK STATÜ KAZANDIRILMASI BU İŞİN MAKYAJI'

Özellikle, internet haber sitelerinin basın hukuku kapsamına alarak statü kazandırılması bu işin makyajıdır. Burada, kötü teklifler, kötü maddeler, mayınlar kötü niyetli bir durumun olduğunu, kötü kararların alınacağını görüyoruz biz. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve BİK gibi kurumlarda doruk noktasına ulaşan, kamunun eşitlik temelinde hizmet sunmadığı, kararları almadığı bir ortamda uygulamaya geçirilen bu düzenleme tarihe, otoriter rejim özleminin net göstergesi olarak geçecektir.

Değerli milletvekilleri, maddelere ilişkin tabii, bu kanun, bütünüyle Türkiye'de son dönemde gelen en önemli kanunlardan, önemli tekliflerden biri. Türkiye'de hızlı bir antidemokratik sürecin içerisindeyiz; buradan da en fazla nasibini basın ve basın mensupları alıyor. Dolayısıyla, getireceğimiz düzenlemelerde yangına daha fazla körükle gitmiş olabiliriz. Bu teklifin maddelerinin bütününde birçok sakınca görüyoruz, maddelere ilişkin düşüncelerimizi de ayrıca ifade edeceğiz, Anayasa'ya aykırılık ve birleştirme taleplerimizi de bu vesileyle ifade etmiş olalım.

Etiketler
Zeynel Emre Almanya İstanbul Inter