Umut Oran: CHP gerçeklerle yüzleşmek zorundadır

CHP'li Umut Oran, kurultay öncesinde çıkardığı kitapçığında önemli değerlendirmeler yaptı.

Umut Oran: CHP gerçeklerle yüzleşmek zorundadır

Siyasi partilere ilişkin analizlerini aktaran Oran, "Kendimizi avutacak cümlelerden uzaklaşarak Türk milletinin kurtuluşu için gerçeklerle yüzleşmek zorundayız" dedi.

CHP’li Umut Oran, kurultay öncesinde çıkardığı son kitapçığına, “Siyasi Partiler bu haliyle 50 yıl sonra da var olacak mı?” sorusunu sorarak başlarken, bu çalışmasında popülist partilerin giderek yükselmesi, demokrasiye olan inancın kaybolması, işçilerin sosyal demokratlar yerine popülist partilere yönelmesi, teknoloji gelişirken işsiz kalanlara nasıl umut verileceği gibi güncel ve yakıcı konulara da eğiliyor.


Türkiye’deki güncel siyasi sorunlar ve CHP ile ilgili gelişmeleri, olası sorunların nasıl aşılacağına dair görüşlerini kitapçıklar halinde hazırlayarak CHP il-ilçe örgütleri, karar vericileri ve yöneticilerine göndererek somut çalışmalar yapan Umut Oran, “CHP Gerçeklerle Yüzleşmek Zorundadır” başlıklı son çalışmasını da yayınladı.

Umut Oran, “Hızla değişen dönüşen dünyada, dijital devrim, kuantum mekaniği, robot devrimi, yapay zeka, yeni uzay çağının yaşandığı bu yeni yüzyılda siyasi partiler bu haliyle 50 yıl sonra da var olacak mı?” sorusunu sorarak yapısal dönüşümün gerekliliğine işaret etti.

Umut Oran, mevcut siyasi düzenlerin sonlandığını, güçlü siyasi partilerin sürekli kan kaybettiğini, dünyada artık dijital dönüşümle beraber dijital demokrasi, dijital siyaset ve sosyal demokrasi 4.0’ın konuşulduğunu vurguladı.

Türkiye’deki siyasal İslamcılığın ülkeyi getirdiği nokta ve Batı’daki teknolojik devrimin, eldeki veriler değişmezse Batı ile aradaki mesafeyi sonsuza dek açacağı uyarısında bulunan Umut Oran, “O halde 1919’un, yani ‘Büyük Türk Devrimi’nin, ikinci 100 yılına başladığımız bu günlerde, kendimizi avutacak tüm cümlelerden uzaklaşarak Türk Milletinin kurtuluşu için ‘gerçeklerle yüzleşmek zorundayız” dedi.

Atatürk’ün “iki büyük eserim” dediği “Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin” kaderinin aynı olduğunu; biri yıkılırken diğerinin ayakta kalmasının mümkün olmadığını” vurgulayan Umut Oran, geleceği planlamayanların sadece hayal kırıklığı yaşayacaklarını ifade etti.

Umut Oran’ın kişisel web sitesi üzerinden de yayınladığı kitapçıktaki konu başlıkları ve önemli mesajlar şöyle:

- CHP, KURUCU AYARINA DÖNÜP “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE İTTİFAKI”NI DENEMELİDİR!

CHP ömür boyu ittifak yapma zorunluğundan kurtarılmalıdır, gerekliyse sadece cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılabilir, ya da yerel seçimlerde ilgili örgütün görüşü alınarak il/ilçe bazında ittifak yapılabilir. Aksi takdirde ittifakı sürekli kıldığınızda kendi özgücünüzü, özideolojinizi ortaya koyamıyorsunuz ve ittifak ayağınızdaki prangaya dönüşüyor, ‘ittifak ortağı ne der’ düşüncesiyle gündem yaratamıyor iddia ortaya koyamıyorsunuz.

Sıra dışı kararlar almaya cesareti olanlar için üstesinden gelinemeyecek bir güçlük yoktur. Ancak öncelikle AKP’nin geçen 18 yıla rağmen neden ve hangi yöntemle iktidarını güçlü şekilde devam ettirebildiğini anlamamız gerekir. AKP’nin 18 yıldır iktidarını korumasının ilk nedeni “alternatifsizliğidir.” AKP’nin her türlü badireye rağmen iktidarda kalabilmesinin diğer sebebiyse her dönemde kendi saflarına taşımayı başardığı “meşruiyet” odaklarıdır. 2002’den itibaren AKP, ihtiyaç duyduğu “meşruiyeti” önce “liberallerden” sonra “ayrılıkçılardan” şimdi de “MHP üst yönetiminden” devşirmektedir.

O halde CHP için atılacak adım hem “inandırıcı bir alternatif olmak” hem de AKP’nin meşruiyet devşirdiği tabanı AKP’den koparmak olacaktır. Bir başka deyişle CHP, Cumhuriyet’in temel felsefesine bağlı olan her siyasi partiyi/seçmeni “Ne Mutlu Türküm Diyene!” ittifakı altında birleştirmeyi hedeflemelidir.

CHP’nin yepyeni kadrolarla “Ne mutlu Türküm diyene!” ittifakının oluşması için mücadeleye başlaması tüm ezberleri bozacak ve MHP tabanını “gayri milli AKP’den koparacaktır.” MHP’li bazı üst düzey yöneticinin AKP’ye olan bağlılığının herhangi bir anlamı yoktur! Zira MHP tabanı, üst yönetime rağmen tavır alabileceğini geçmişte ispatlamış ve İYİ Parti bu meşru mücadelenin sonunda doğmuştur.

“CHP; MHP tabanını hedeflerken HDP tabanını karşısına almış olmaz mı ya da HDP tabanı AKP’yle ittifak kurmaz mı?” diye düşünenler olabilir. Ancak bu noktada AKP’nin geçmişte meşruiyet devşirdiği her yapıyı düşmanlaştırdığını ve ittifak kurduğu her kesimle tüm bağlarını kopardığını hatırlamak gerekir. Bir başka deyişle AKP, meşruiyet devşirdiği her yapıyı “kullan at” stratejisine göre değerlendirmiş ve muhataplarını işlediği tüm günahların ortağı haline getirerek diğer muhalif gruplarla aralarına aşılmaz bariyerler örmüştür.

Ayrıca HDP’nin Kürtlerin “tek temsilcisi” olduğuna dair yaygın propaganda doğru değildir. HDP, Kürtlerin oy verdiği partilerden sadece bir tanesidir. Yaşanan tüm süreçler birlikte değerlendirildiğinde Kürtlerin önemli bir kısmının HDP’den rahatsızlık duyduğu ve desteğini çekmeye başladığı ortadadır. CHP, tutarlı politikalar izleyerek Kürtlerden aldığı oy miktarını hızla arttırabilir. HDP gibi davranmak değil CHP’li kimliğinden taviz vermeden halkın gerçek ihtiyaçlarına odaklanmak ve bölgeye dair insani/sosyal/ekonomik kalkınmayla ilgili politikaların ve projelerin gündeme getirilmesini sağlamak CHP’ye yeni bir alan açacaktır.

Başka bir ifadeyle “AKP’ye yardım ve yataklık eden her hareket, AKP’nin tüm günahlarının da paydaşı haline gelmiş ve inandırıcılığını, itibarını kaybetmiştir. Yani “Ne mutlu Türküm diyene!” ittifakına AKP’nin meşru bir zeminde karşı koyabilme imkân ve ihtimali yoktur, zira MHP üst yönetimini değil tabanını hedef almaktadır!

Aksi durumdaysa MHP üst yönetiminden meşruiyet devşiren AKP’nin çok daha pervasızca saldırganlaşacağı ve hatta MHP kadrolarını “vurucu güç olarak” kullanmak isteyeceği bilinmelidir. Son dönemde MHP’li bazı isimlerin ve çeşitli yayın organlarının aralıksız olarak bazı kişileri/çevreleri hedef göstermesi ve yaşanan şiddet olayları bu anlamda işaret fişeği olarak görülmelidir.

Dünyanın dört yanında devam eden “temsili demokrasi kriziyle”, popülist partilerin yükselişiyle ve elbette Türkiye’nin özgün yapısıyla birlikte ele alındığında topyekûn bir devrimci bakış, kurumsal bir değişim ile akıl ve bilimin ışığında sürekli “arayış” Türkiye’ye bir şans verebilir. Yaşananlardan ders almayı bilenler için bir kez daha hata yapmanın maliyeti tahmin edilenden çok daha yüksek olacaktır zira “Ne Mutlu Türküm Diyene İttifakının” alternatifi daha fazla gerileme, daha fazla şiddet ve daha fazla gözyaşı olacaktır. Gerçeğin ve geleceğin farkında olması gereken Cumhuriyet çocukları, tüm güçlerini büyük Türk milletinin bekası için “Ne Mutlu Türküm Diyene” ittifakından yana kullanmalıdır.

- İNGİLTERE SEÇİMLERİNİN GÖSTERDİĞİ ŞOK GERÇEKLERİ KONUŞMALIYIZ: Türkiye’de de rejim değişti ve 18 yıldır aralıksız olarak ülkeyi yöneten iktidar bloğu, birkaç kısa süreli gerilemeye rağmen, hâlâ ülkenin en güçlü siyasi ittifakı olarak karşımızda duruyor. O halde Cumhuriyet Halk Partisi’nin de İngiliz İşçi Partisinin yaşadığı başarısızlıklar üzerine kafa yorması ve ciddi dersler çıkarması gerekir. Zira İşçi Partisinin aldığı yenilgi “tesadüf” olarak açıklanamayacak kadar büyük bir yenilgi ve tüm Avrupa’da sol/sosyal demokrat partilerin yaşadığı yenilgiler serisinin sadece son halkasıdır. “Aynı şeyleri yaparak aynı sonuçlar alınacağına” göre “ibret almayanları” çok daha büyük yıkımlar bekliyor olacak…

- SİYASİ DÜZEN SARSILIYOR, KÖKLÜ SİYASİ PARTİLER SÜREKLİ KAN KAYBEDİYOR: Teknolojinin ulaştığı bu noktada artık serbest, adil ve tarafsız seçimler ne derece mümkündür? Sorunun cevabını düşünürken sosyal medyanın, akıllı cep telefonlarının ve bedava sunulan tüm “aplikasyonların” aralıksız olarak tüm bilgilerimizi kaydettiğini de bilmemiz gerekiyor.

Bir başka önemli sorunsa tüm dünyada değişen seçmen davranışlarıdır. Avrupa’nın her yerinde “köklü siyasi partiler” hızla seçmen kaybetmektedir. “Parti aidiyeti hızla azalırken” insanlar daha önce hiç tanımadıkları kişilere ve yeni kurulan popülist partilere ciddi oranda destek verebiliyorlar. İtalya’daki 5 Yıldız Hareketi, Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos, Fransa’da da Macron’un hareketi bu duruma örnektir.

Gelinen nokta öylesine sorunludur ki örneğin, sayıları milyonları bulan Emeklilikte Yaşa Takılanların talepleri, ataması yapılmayan 1.000.000 civarındaki öğretmenin iş sahibi olma istekleri ya da Fransa’da sokakları dolduran ve hükümeti protesto eden milyonlarca seçmenin söyledikleri “nerdeyse hiçbir anlam ifade etmemektedir.” Birkaç on yıl öncesine kadar “hükümetlerin halk tarafından etkilenebileceğine/yönlendirilebileceğine” dair tüm inançlar yerini, gaz bombalarına, polis copuna ve talepte bulunan herkesin “vatan haini” olarak suçlanarak ezildiği bir gerçekliğe bırakmıştır. Ancak birkaç milyon dolar harcamayı göze alan herhangi bir şirket için sınırsız bir özgürlük ve hükümetleri etkileme/ikna etme imkânı oluşmuştur. Yani milyonlarca insan “çok haklı” olsa ve herhangi bir şekilde politikacıları etkilemeye çalışsa da “paranın gücü” karşısında artık çaresiz görünmektedirler.

Benzer bir durum Türkiye ve CHP için de geçerlidir. Parti üyeleri veya oy verenler kimin genel başkan olacağına, milletvekili listelerine, belediye başkanlarına karar verememektedir. Bütün ömrünü davasına ve mücadelesine adayan isimsiz milyonlarca partili “sesini duyuramamaktadır.” Kim olduğu, neden partide önemli makamları işgal ettiği belli olmayan kişilere karşı tabanın hiçbir tepkisi işe yaramamaktadır. Kongreler sadece “seçim gündemiyle” toplanmaktadır ve partililerin konuşması, önemli meseleleri müzakere etmesi için hiçbir platform oluşturulmamaktadır. Artık il/ilçe kongrelerinin bile “tek adaylı” olması, divan başkanlarının bile Ankara’dan tespit edilmesi dönemi yaşanmaktadır… Bu durumda, sistemin büyük açmazı da ortaya çıkar: “Demokrasi halkın egemenliği” ise halk neden hiçbir şekilde kendiyle ilgili kararları etkileyememektedir?

- TÜM EZBERLER BOZULUYOR: Artık sadece ordular değil, paralı askerler, şirketler, televizyonlar ve filmler de savaşmaktadır ve savaş tüm hızıyla devam etmektedir. Avrupa’da solun her tonunun aralıksız seçim yenilgileri alması da popülist partilerin sürekli güç kazanması da geçmişte işe yarayan yol ve yöntemlerin etkisini kaybetmesi de bizlere aynı hatırlatmayı yapmaktadır: “Ezberler bozuluyor!” O halde bizlere düşen görev, ezberlere takılmadan, zamanın değişen ruhunu anlamak ve cesur bir şekilde değişimin gerekliliklerini yerine getirmek olacaktır. Harika bir manifesto, harika bir Genel Başkan ve sayısı artmış, harika bir üye kitlesi varken İngiliz İşçi Partisinin yaşadığı hezimet hiçbir şey anlatmıyorsa en azından şunu söylüyordur: “Bir yerde hata yapıyorsunuz?”

Peki bir siyasi partinin kendi içinde devrim yapması ya da her şeyi yeniden yapılandırması ne demektir? En yalın şekliyle: Bilinen, denenen, sonuç alındığına inanılan her şeyin yanlış olabileceğinden hareketle kurumsal, düşünsel, bireysel tüm ön kabulleri tartışmaya açmak, özeleştiri yapmak ve değişimin yaratıcı gücüne inanmak ve gereğini yapmak demektir.

İşte İngiliz İşçi Partisinde eksik olan şey budur. Onlar 19. ve 20.yüzyılın tüm doğrularını yerine getirerek 21.Yüzyılda başarılı olmayı denemişlerdir ve sonuç bir yıkım olmuştur. Örneğin İngiliz İşçi Partisi liderliği, “sosyal medya çağında yaşandığını” ya da dünyanın tahmin edilenden çok fazla birbirine bağlandığı gerçeklerini göz ardı etmektedir.

- KİTLELER YENİDEN SİYASETE KULAK VEREBİLMELİ: İkinci atılacak adımsa, “hiçbir itibarı kalmamış” siyaset düzenini baştan aşağıya değiştirmek ve kitlelerin yeniden siyaset kurumuna kulak vermesini sağlamak olacaktır. Bu durum Türkiye’de de İngiltere’de de geçerlidir zira insanlık “korku ikliminde yaşamaya mahkum edilirken” bugünlerde sürekli yenilgilerle karşılaşan sol/sosyal demokrat partilerin temsilcileri “neo-liberal politikalara destek veriyorlardı.” Ya da tüm dünya “yalan rüzgarlarının” esiri haline getirilirken geleneksel siyasi partiler de bu oyunun parçası olmuşlardı. Böylece tüm köklü partileri tek bir cümleyle mahkûm etmek mümkün hale geldi: “Hepiniz oradaydınız!”… O halde yenilgiler serisini bitirmenin koşullarından biri de bu olmalıdır: Herkesle ve her yanlışla köklü bir hesaplaşma!

Atılacak üçüncü devrimci adım, 21.Yüzyılda “siyaset üzerine konuşma cesareti göstermek” olmalıdır. Hemen herkesin elinde akıllı telefonlar varken siyasi parti genel başkanlarını sadece birkaç yüz kişinin seçmesi normal midir? Devletlerin bütçelerinden daha fazla paraya sahip olan şirketlerin birkaç on milyon dolar harcayarak herhangi bir seçim sonucunu etkileyebileceği bir dönemde 4 yılda bir gidip, bir kâğıda kerhen mühür basmak “temsil edilmek” anlamına gelir mi?

- TÜM MAKAMLARA EN GENİŞ KATILIMLA ADAY SEÇİLMELİDİR: Konuyu netleştirmek adına birkaç öneri ortaya koymak ve “Ne yapmalı?” sorusunu biraz daha somutlaştırmak faydalı olacaktır. Parti genel başkanları da dahil olmak üzere, her türlü makamın seçiminde “mümkün olduğu kadar geniş bir seçmen kitlesine” başvurmak… Her şeye bir kişinin ya da seçilmiş bir grubun karar vermesi yerine Milletvekillerinin, Belediye Başkanlarının, il-ilçe başkanlarının ve tüm yöneticilerin en geniş katılımla seçilmesi kitlelerin “siyasete ilgisini” arttıracak adımlar olacaktır.

- TEK ADAMLARA KARŞI KURUMLAR, KURALLAR ÖNE ÇIKARILMALIDIR: Seçmenler “tek adamlar” arasında seçime zorlanmaktadır, her şey lidere göre belirlenmektedir. İdeal olan, Genel Başkanlar dışında da güçlü siyasilerin var olmasına, tanınmasına, toplumun farklı kesimlerini ikna etmesine olanak tanınmasıdır. Toplumda ayrı ayrı karşılığı olan siyasetçilerin çokluğu siyasi partilerin güçsüzlüğü değil gücü olarak görülmelidir. Aynı durum, “kurulları ve kurumsal değişimi” ön plana çıkarma konusunda da geçerlidir.

- CHP’Yİ BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE: ERTELENMİŞ SİYASİ HESAPLAŞMA EĞİLİMİ: Peki dünyada bunca gelişme yaşanırken Türkiye’de ve CHP’de neler yaşanmaktadır? Çok açık ve net ki, Cumhuriyet Halk Partisinin bazı üst yönetim kadroları, yaşanılan süreci doğru değerlendirme yetisinden çok uzakta kalmış durumdadır. Özellikle “rejimin değiştiği ve tek adamın her şeye karar verebildiği” bir düzende yaşadığımız gerçeği, bilinçli olarak, göz ardı edilmektedir. Bazı CHP’li siyasilerin sadece “kazanılan büyükşehir belediyeleri” üzerinden “dünyaya örnek olacak bir strateji” geliştirdiklerini iddia etmesi sadece “yanlış analiz” değil aynı zamanda yarınlar için de kaygı verici bir durumdur.

Bu noktada, sürekli sahada olan, sürekli halkla ve CHP tabanıyla iletişim içinde olan bir siyasetçi olarak, doğru değerlendirmenin bambaşka olduğuna inanıyorum. Bana göre, CHP tabanı, 2002’de başlayan AKP-CHP kamplaşmasında büyük bedeller ödemesine rağmen her seçim döneminde insanüstü bir çaba ve kararlılıkla partisine sahip çıkmayı başarmıştır. Parti üst yönetiminin akıl almaz hatalarına rağmen başta CHP üyeleri olmak üzere tüm Cumhuriyetçi seçmenler büyük bir kararlılıkla partilerine ve Cumhuriyet’e sahip çıkmışlardır. Fakat 16 Nisan 2017 Referandumundan sonra tabanda büyük bir kopuş gerçekleşmiştir zira “artık rejim değişmiştir.”… 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin akşamında “Adam Kazandı!” denilerek “teslim bayrağının çekilmesi ve o gece kitlelerin hissettiği “sahipsizlik duygusu” ise yeni bir zihinsel bir kopuşu beraberinde getirmiştir… Kazanılan büyükşehir belediyelerine yönelik beklentilerin yüksekliği, bir anda tüm süreci tersine çevirmeye yetecek bir negatif enerji biriktirmeye başlamıştır ki bu durum hâlâ devam etmektedir. Bütün fedakarlığına rağmen Cumhuriyetini kaybettiğini düşünen geniş bir kitle, kazanılan büyükşehir belediyelerinin de “evladının işsizliğine, Cumhuriyetçi kitlelerin 25 yıldır aralıksız devam eden mağduriyetlerine ve sürekli aşağılanmasına” çözüm olamayacağı inancını büyütmeye başladıkça “ertelenen siyasi hesaplaşma eğilimi” de yeniden yükselmeye başlamıştır/başlayacaktır. Bu düşünceyi yaygınlaştıransa CHP’li belediyelerin “içi boş bir liyakat” kavramından bahsetmesidir. Sadece CHP’li olduğu için yerel yönetimlerde 25 yıldır, diğer kamu kurumlarındaysa 18 yıldır “haksızlığa uğrayan, iş bulması, görevde yükselmesi” engellenen milyonlarca insan “CV üzerinden değerlendirme yapılacağı” söylemini anlayamamaktadır. CHP tabanı, başkasının hakkını gasp etmeyi değil, gasp edilen hakkının görülmesini ve adaletin, tüm bu adaletsizlikler ortadan kaldırılarak tesis edilmesini beklemektedir.

- PARTİ İÇİ ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR: Ertelenmiş siyasi hesaplaşma eğilimini yükselten bir diğer sorunlu alan “parti içi anti-demokratik uygulamaların hızla artmasıdır.” Özellikle son dönemde giderek sorunlu bir hal alan “tek aday dayatması”, ısrarla öne çıkarılan “blok liste” uygulamaları ve kongreleri yönetecek divan başkanlarının dahi Ankara’dan saptanması gibi uygulamalar kaygı vericidir. Bütün bunlara “ittifaklar bahane edilerek önseçim yapılmaması” da eklenince ortaya çıkan tabloda CHP tabanı kendisini hem “kapana kısılmış hissetmektedir” hem de “önemsenmediği” duygusuna kapılmaktadır. Tüm bu sorunlar da hesaplaşma isteğini arttırmaktadır.

Elbette bu eğilim henüz “kararlı bir eğilim” noktasına ulaşmamıştır. Ve elbette dünyanın en fedakâr seçmeni olan Cumhuriyet Halk Partililer “birkaç doğru adım atılsa bile yeniden partisinin arkasında durma kararı” verecektir. Ancak bugüne kadar yaşananlar CHP’nin önümüzdeki ilk seçimde büyük zorluklar yaşayabileceğine işaret etmektedir. CHP’nin üye sayısının yıllardan beri hiç artmaması ve yerel seçimlerde pek çok büyükşehir belediyesi kazanılmasına rağmen geniş toplum kesimlerinin CHP’ye üye olmayı düşünmemesi içten içe devam eden ve yükselen bir tepkinin yansıması olarak kabul edilmelidir. Bu anlamda CHP üst yönetimi için acil sorun: “ertelenmiş siyasi hesaplaşma eğilimini” tersine çevirecek adımları atmak ve Cumhuriyetçileri yeniden bir araya toparlamak olacaktır. Aksi durumda Avrupa’da yaşanan seçim yenilgilerinden biri de Türkiye’de yaşanabilecektir.

- CHP TABANI KIRILIRSA ANAMUHALEFET MHP’YE GEÇEBİLİR: Hatırlanmalıdır ki “rejimin değiştiği” bir ortamda 25 yıldır heyecanla beklenen yerel yönetimlerin kazanılmasının ardından CHP tabanı bir kez daha hayal kırıklığına uğratılırsa CHP, gelecek olan ilk seçimde tarihi bir küçülmeyle karşı karşıya kalabilecek ve hatta ana muhalefet koltuğunu MHP’ye devretmek zorunda kalabilecektir.

Bu şartlar altında 18 yıllık AKP iktidarına son vermenin iki anahtarından biri “inandırıcı bir alternatif” ortaya koymak, diğeri de MHP tabanını Cumhur İttifakından kopararak Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle sorunu olmayan herkesi “Ne Mutlu Türküm Diyene İttifakı” altında toplamak olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu ve ebedi lideri Mustafa Kemal Atatürk’e olan manevi borcumuzu ödemek için Cumhuriyet çocukları, büyük mücadeleye her zaman hazır olmalıdır.

Etiketler
Umut Oran Kurultay