Filiz Gazi, izledi, yazdı - 2 | İsmailağa'da kadınlara vaaz: Evlerinizden polis zoruyla mı aldık, siz bizim peşimizden geldiniz!

İsmailağa Cemaati’nin sohbetinde kadınlara “Aydın seslere, çatlak seslere kulak vermeyeceğiz. Biz tutucu olmalıyız, bağnaz olmalıyız, dar kafalı olmalıyız. Yani efendi hazretlerimiz 70 sene önce bize her şeyi anlatmış, artık kafamız dolmuştur ve mesele kapanmıştır. Bitti!” deniyor.

Filiz Gazi, izledi, yazdı - 2 | İsmailağa'da kadınlara vaaz: Evlerinizden polis zoruyla mı aldık, siz bizim peşimizden geldiniz!

Gerçek Gündem, üç hafta boyunca İsmailağa Cemaati’nin sohbetindeydi:

İsmailağa Camii İmam Hatîbi Salih Topçu tarafından her pazartesi günü saat 09:30'da sadece ‘hanımlarla’ yapılan sohbet üç saate yakın sürüyor.

Saat 10:00’a doğru cami hıncahınç dolduğu için cemaat camiinin dışına taşar vaziyette. Kapı girişlerinde ise daha çok gençler oturuyor. Sohbete katılan kadınlar arasında şehir dışından gelenler de var.

Ancak en dikkat çeken şey cemaat içinde gençlerin çok olması. İstanbul’un çeşitli semtlerinden araçlarla getirilen ‘talebelerin’ başında ‘hoca’ dedikleri kadınlar bulunuyor. Hocalarının etrafında oturarak sohbeti dinleyen gençlerin can kulağıyla sohbeti dinlediklerini söyleyemem. Orta yaş üstü kadınlar ise sohbeti dinlemede daha dikkatli.

CEMAAT DIŞINDAKİ TOPLUM ‘ZEHİR’

Dünkü yazımda bunun nedeninden bahsetmiştim. Cemaat, ‘zehirli’ buldukları topluma karşı kendi içinde sıkıca kenetli. Modernliğin bütün alışkanlıklarına karşı direnmelerini empoze eden katı kurallar cemaatin olmazsa olmazı.

Vaazlarda sık sık bu dünyada ve öte dünyada huzur ve güveni garantilemenin ancak İsmailağa Cemaati içinde kalarak mümkün olacağı tembihleniyor. Bu haliyle İstanbul’un orta yerinde şeriat düzeninin hâkim olduğu küçük bir ülke kurulmuş gibi.

Topçu’nun yer yer sesini yükselttiği sohbette cemaatteki kadınlara gündelik hayatta nasıl davranacakları, kimlerle ilişki kuracakları, kimlerden uzak duracakları, ‘şeriata uygun hal ve tavırların’ nasıl olduğu anlatılıyor. Topçu örneğin bir sohbette denize, havuza gitmeyi şu sözlerle yasaklıyor:

“Oraya gidenler, hangi akla hizmet gidiyorsunuz? ‘Bayan havuzuymuş! ‘Bayanı’ onlar diyor, ben demiyorum. Denize giriyorsunuz, orası size aitmiş öyle mi? Birisi oraya gelirse ne yapabilirsiniz? Denize giren insana ne diyebilirsiniz, bir adam gelirse oraya? Babanın oğlu değil, evinizin banyosu değil ki! Yüzme havuzuymuş! Siz neye hizmet ediyorsunuz? Kimsiniz! Efendi hazretlerimizin varlığına hançer saplıyorsunuz siz!”

‘GÖZÜNÜZ, GÖNLÜNÜZ SADECE BU CEMAATTE OLACAK’

Bir başka sohbette ailelerin çocuklarını özene bezene okula göndermesiyle dalga geçilip, ‘esas olan çocukların namaz kılmasıdır’ deniyor:

“Çocuk sabahleyin servisi kaçırsa üzülüyor ama çocuk namazı kaçırıyor, üzülen bir tane anne, baba yok. Yok! Okula gitmesin dert küpü olursunuz ama namaza kalkmasa dert yok. Bizim halimiz bu! O çocuk namazı geçiriyor, hiçbir şey yok! Çocuğu yatsın uyusun. Niye? Sabah okula gidecek!”

Filiz Gazi, izledi, yazdı - 2 | İsmailağa'da kadınlara vaaz: Evlerinizden polis zoruyla mı aldık, siz bizim peşimizden geldiniz! - Resim : 2

Ve sohbetlerde dikkat çeken bir başka husus; cemaatin diğer dini cemaatlere yaklaşımı. Tabir-i caizse, bir şirket gibi müşterilerin diğer şirkete kaçmasına karşı cemaat önde gelenleri tedbirli olmayı elden bırakmıyor. Üç hafta boyunca sohbetin konusu değişse de her hafta mutlaka ama mutlaka değinilen konu kadınların diğer cemaatlerden uzak durmasıydı. Örneğin:

“Neyin peşindesiniz, ne eksiğiniz var? Burada ne yok! Sağa sola bakıyorsun, ne arıyorsun? Burada hiçbir şeye ihtiyaç yok. Herkesten, her şeyden bir şey alırsanız, bulanık olursunuz, matlaşırsınız. Halbuki net olmak lazım. Kusura bakmayın, belanızı arıyorsunuz! Adamın kafası zehir saçıyor, sen gidip ondan tefsir dersi alıyorsun. Gözünüz gönlünüz burada olsun.”

Yine aynı sohbette ‘kafalarının karışmaması’, cemaat dışında olan her şeye kulaklarını tıkamaları, kendileri dışındaki fikirlerden uzak durmaları için “bağnaz, dar kafalı olma” nasihati veriliyor:

“Sana biri bir şey anlattı mı, bizim beynimiz gerekli malumatla dolmuştur. Sen başka kapıya diyeceğiz. Kimseye kulak vermeyeceksiniz, biz duymuşuz duyduklarımızı… Aydın seslere, çatlak seslere kulak vermeyeceğiz. Tamam? Biz tutucu olmalıyız, biz bağnaz olmalıyız, dar kafalı olmalıyız. Ne demek dar kafalı? Yani efendi hazretlerimiz 70 sene önce bize her şeyi anlatmış, artık kafamız dolmuştur ve mesele kapanmıştır. Bitti!”

BİRİNCİ HAFTA

ONLARIN TESETTÜRÜNE TESETTÜR DEMEK İSLAMA İFTİRA

Katıldığım sohbetlerin tarihlerini güvenlik gerekçesi ile buraya yazmıyorum.

Bütün alışkanlıklarınızı, yaşam biçiminizi, tercihlerinizi, politik var olma biçiminizi bir kenara bırakarak, cami içindeki biri gibi yazılanları okumanızı öneririm.

Çok fazla tekrar var ki bir kısım tekrar ifadeleri ayıkladım. Bunun sebebi her hafta olan sohbetin aslında hep aynı konular olması. Hatta çoğu kez cümle cümle, sırası değişmeyen bir metinden okunuyormuş gibi. Sözcüklerle anlatmanın yetmeyeceği bir kısırdöngü diyebilirim.

Üç hafta boyunca katıldığım İsmailağa Cemaati’nin sohbetlerinde ilk hafta ‘ümmetin’ bozulması üzerine uzunca vaaz verildi. Çarşaf dışındaki örtünmenin İslam’a iftira olduğu, İslam’ın böyle bir “rezaleti” asla kabul etmeyeceği şu sözlerle anlatıldı:

“Toplum bozulmuş, gavura aşık olmuş böyle bir ortamda sünnetine aşırı derecede sarılana yüz şeyh sevabı verilir. Ümmetin bozulduğu zamanlarda iyi kalmak bin kat daha iyidir. Herkesin bozulduğu bir zamanda bunu ganimet olarak bilelim. Ümmetin bozulduğu zamanda sünnete sarıldığın zaman sevabının ortağı olmuyor, sevabın hepsi sana kalıyor.

Gavur yılbaşına hazırlanıyor, Müslümanım diyen insan da bunu yapıyor. Tesettürlü bayanlar görüyorum… Onların tesettürüne tesettür demek İslam’a iftiradır! İslam böyle bir rezaleti asla kabul etmez! Böyle tesettürlüler cennetin topuzunu bulamayacaklar. Bizi bağlayan şeriat. Hiç kimse kitaptan, fetvadan muaf değildir. Fetvaya uymayan bir şey asla makul değildir. Hiç kimse sizi caydırmasın.”

‘İSTER MİSİNİZ İSMAİLAĞA CEMAATİ DE YOK OLSUN, ALLAH KORUSUN’

“ ‘Efendi hazretlerimiz’ bize bambaşka kapı oluşturdu. Bunun dışındaki İsmailağa değildir. İsmailağa nedir? Tekke ve medreseyi, müderrisi ve dervişi bir araya getiren cemaattir. İlimsiz alimin İslamiyet’te yeri yok. Hem fetva hem takva olacak. Başka yerlerde yaşanmış ama şimdi sönmüş. İsim vermeyeyim… Şu yapı bundan 500 sene önce Nakşibendi ama şu anda mezardan başka bir izi yok. İstiyor musunuz İsmailağa’da öyle olsun, Allah korusun! Bizden daha canlı olacaksınız, daha imanlı olacaksınız.”

Topçu’nun sohbetinden sonra cemaatin yeni lideri Hasan Kılıç’ın geleceği söylendi. Bu her zaman olmuyor.

Bazı haftalar 2022 yılında ölen, cemaat üyeleri tarafından ‘Efendi hazretleri’ olarak anılan Mahmut Ustaosmanoğlu'nun yerine vekil seçilen Hasan Kılıç’ın da sohbete geldiğini öğreniyorum.

Cemaat içindeki kadınlar heyecanla yeni ‘efendi hazretlerini’ beklerken, kalabalığı yönlendiren iki kadın sık sık sus işareti yaparak, cemaatin sessizce şeyhlerini beklemesini sağladı. Dakikalar geçti, Hasan Kılıç gelmedi. Camiden çıktığımda halen cemaat onu bekliyordu. Sağlık gerekçesi ile bekleyemediğimi de belirtmek isterim.

Filiz Gazi, izledi, yazdı - 2 | İsmailağa'da kadınlara vaaz: Evlerinizden polis zoruyla mı aldık, siz bizim peşimizden geldiniz! - Resim : 3

İKİNCİ HAFTA

Kendisi dışındaki İslami çevreleri yeterince “bağnaz” olmadıkları için eleştiren cemaat ileri gelenleri, kadınlara toplumdan kendilerini yalıtmalarını telkin ediyor. Yine bu sohbette başka cemaatlere gidenler azarlanırken “Belanızı mı arıyorsunuz!” deniliyor. “Dinin tek başına yaşanamayacağı” üzerine durulduktan sonra “Müslüman; mürşitsiz, şeyhsiz kendi başına yaşayamaz” denerek cemaate muhtaç oldukları hatırlatılıyor:

“Bir yol tutarsın, nereden belli olduğu onun Allah’ın yolu olduğu? Şimdi Müslümanlar, anlaşılıyor ki bir şeyhe ihtiyaç var. Mürşit, yönlendiren demek. Mürşit, Allah’a giden yolu gösterir. (…) Efendimizden sonra peygamber yok, tamam. Ancak peygamberin valisi, halifesi aynı peygamber gibi olacak demek değildir. Müslüman; mürşitsiz, şeyhsiz kendi başına yaşayamaz. Halifenin, asıl olma şartı yoktur.”

BAĞNAZ, TUTUCU, DAR KAFALI OLACAKSINIZ, BİTTİ! BAŞKA CEMAATLERDE NE İŞİNİZ VAR? BELANIZI MI ARIYORSUNUZ!

Topçu, geri kalan sözlerine “Ufkun gelişmesi iyi bir şey değil, arsan var, başka arsaya göz dikiyorsun. Olmaz! Bağnaz, dar kafalı olacaksın” diye devam ediyor:

“Sana biri bir şey anlattı mı, bizim beynimiz gerekli malumatla dolmuştur. Sen başka kapıya diyeceğiz. Kimseye kulak vermeyeceksiniz, biz duymuşuz duyduklarımızı. Aydın seslere, çatlak seslere kulak vermeyeceğiz. Tamam? Biz tutucu olmalıyız, biz bağnaz olmalıyız, dar kafalı olmalıyız. Ne demek dar kafalı? Yani efendi hazretlerimiz 70 sene önce bize her şeyi anlatmış, artık kafamız dolmuştur ve mesele kapanmıştır.”

Topçu’nun sözlerinden cemaatten ayrılan kişilerin çokça olduğu anlaşılıyor ya da diğer cemaatleri baypas etmek istediği düşünülebilir.

BAŞKA KAPILARDA NE ARIYORSUNUZ!

Konuşmasının devamını kesmeden aktarıyorum:

“Öyle arayış içinde iseniz, bu kapıda ne bulamadınız? Ne yok burada? Ne arıyorsunuz? Her şey burada. Bu kapıda neyi bulamadınız, oraya gittiniz? Efendi hazretlerimizin huzuru Kapalı Çarşı gibi. Ne yok burada, arayış içindesin? Her şey burada! Neyin peşindesiniz, ne eksiğiniz var? Burada ne yok! Sağa sola bakıyorsun, ne arıyorsun? Burada hiçbir şeye ihtiyaç yok. Herkesten, her şeyden bir şey alırsanız, bulanık olursunuz, matlaşırsınız. Halbuki net olmak lazım. Her şey burada! Efendi hazretlerimize gölge düşürmemek lazım. Efendi hazretleri buyurmuştur ki, bu kapıda neyi bulamadın, oraya gittin. Her çeşmeden sulanayım, yok öyle bir şey! (Uzun uzun ‘efendi hazretleri’ övülüyor.) Kusuru bakmayın, belanızı arıyorsunuz! Adamın kafası zehir saçıyor, sen gidip ondan ders alıyorsun. Sen bu kapıda boşuna duruyorsun! Gözünüz gönlünüz burada olsun.”

RÜYACILARIN KAPISINA GİTMEYİN! AĞZINDAN ZEHİR AKAN ADAMLARIN TEFSİRİNE GİDİYORSUN!

“Nasıl ki her şeyin sahtesi var, şeyhin de var. Sahte şeyh olmaz mı? Sağlamlarından daha çok. Hakiki şeyhlerden daha çok sahtekâr var. Kim hakikidir, kim sahtekardır, buna vakıf olmak istersen, şeriata bak. Bir insanın yaptığı şeriata uyuyorsa o insan doğrudur, uymuyorsa makbul değildir! Bitti! Rüya müya değil! Sana ne benim rüyamdan! Bana ne senin rüyandan! Yok efendim, ‘mana böyle dedi, mana bize şöyle dedi!’ Çünkü maddede, zahiride bir tane şahidi yok, onun için ne yapıyor, şeriattan kaçıyor, rüyaya sığınıyor. Senin Montofon öküzünden farkın yok! Şeyh meyh değilsin sen! Uzak durun, höt deyin! Fetvaya uymayan bir şey asla makbul değildir.

Balık, suyu bulmuş, çıkmaz ki… Neyi arıyorsunuz yaw? Tekrar söylüyorum, neyi bulamadınız burada? Kafası zehir saçan, ağzından zehir akan adamların tefsirine gidiyorsun, yazık sana yazık. Pis adamlar, pis kadınlar gitsinler bulsunlar birbirlerini. Zehir saçan adamdan tefsir dinliyorsun! Neden? Çünkü sen de yolun yolcususun! Elbette bizim kusurumuz mutlaka vardır ama bu cemaat çok mübarek, mümtaz ve muhterem bir cemaattir. Dünya üzerinde parmakla gösteriliyor. Bu cemaate layık olmaya çalışın! Aramızda çürükler illa vardır. Peki bu ümmetin içinde hayırsız yok mu? O kadar var ki ama ümmet hayırlıdır. Bakın bizim istikamet ehli olduğumuz, şeyhimizin hakiki şeyh olduğunun göstergesidir.”

KOLUNU KIRSANIZ TOPLUM İÇİNDE TELEFONLA KONUŞMAZ: ŞERİATA UYGUN YAŞAYIN!

“Mahmut Efendi cemaati, İsmailağa cemaatidir. Birbirinden ayrısı yoktur. Bizim hatamız şahsımıza mal edilmelidir. Efendi hazretlerimiz yanımda demiştir: Bana bak sen beni rezil ediyorsun, sana hakkımı helal ediyorum ama bu kapıyı rezil etmeye hakkın yok! Yerken, giyinirken, konuşurken çok dikkat edeceksiniz. Bir hanım var, toplum içinde telefonla konuşuyor. İnsanların arasında telefonla konuşuyorsunuz, gülüyorsunuz insanlar arasında! Öyle insanlar bilirim ki, kolunu kırsanız toplumda telefonunu kaldırmaz.

Hiç unutmam bizim bir tane talebemiz vardı, babası yarbay, hanımı çarşaflı. Çocuğu ziyarete gelirlerdi, hanımı yüzünü köşeye dönerdi. Siz öyle köşeyi dönün demiyorum. Elinize, dilinize, kulağınıza dikkat edin, onu söylüyorum. Şeriata uygun yaşayın. Şeriat, Allah’ın hazinesidir. Fetvaya uymayan hiçbir kişi kabul değildir!”

DENİZE, HAVUZA GİDENLER EFENDİMİZİN KALBİNE HANÇER SAPLIYOR!

Salih Topçu, bu sefer kadınların denize, havuza gitmesine yasak getiriyor. Konuşmasının pek çok yerinde “Çok oluyorsunuz! Haddinizi bilin!” diyor.

“Oraya gidenler, hangi akla hizmet gidiyorsunuz? ‘Bayan havuzuymuş! ‘Bayanı’ onlar diyor, ben demiyorum. Plaj ve hanım, yan yana gelen şeye bak! Oraya gidenler hangi akla hizmet ediyorsunuz? Denize giriyorsunuz, orası size aitmiş öyle mi? Birisi oraya gelirse ne yapabilirsiniz? Denize giren insana ne diyebilirsiniz, bir adam gelirse oraya? Babanın oğlu değil, evinizin banyosu değil ki! Yüzme havuzuymuş! Siz neye hizmet ediyorsunuz? Kimsiniz? Efendi hazretlerimizin varlığına hançer saplıyorsunuz siz! Herkes aklını başına alsın! Ne gavurluk yapacaksanız gidin babanızın evinde yapın! Bu medresede nasıl olur böyle bir şey! Biz kızları Kuran okutmak için, onları örtmek için almış bulunduk. Yüzecek, soyunacak, nasıl olacak? Bayan havuzuymuş! Cemaat-i Müslim çok oluyorsunuz! Muhataplarına söylüyorum, çok oluyorsunuz!

Karıncanın gözü kadar kamera var. Orada olmadığını garanti edebilir misin? Etsen kaç yazar! Bu kameranın senin o bayan havuzu dediğin yerde olmadığını nerden bilebilirsin? Kendini bilen, dinini bilen bir insan der ki, yoktur, ama ya olursa der tedbirli olur. Yanlış diyorsun desenize!

SİZİ EVLERİNİZDEN POLİS ZORUYLA MI ALDIK? SİZ BİZİM PEŞİMİZDEN GELDİNİZ!

“Evli bir kadın kocasının ve bekar bir kadın babasının evinden başka bir yerde elbisesi giymeyen kadın Allahü Teâlânın himayesinden çıkmıştır. Ne işiniz var sizin denizde, havuzda?’ Efendim orda hanımdan başkası girmiyor.’ Nerden biliyorsun? Allah korusun, elektrik kontağından, orda bir yangın çıksa, itfaiyeci gelmeyecek mi? Orada birisi kriz geçirdi, doktor gelmeyecek mi? (…) Siz mümin değil misiniz? Biz sizi evlerinizden polis zoruyla mı aldık? Siz bizim peşimizden geldiniz. Bizim başımızı belaya sokmayın!”

ÜÇÜNCÜ HAFTA

Topçu, üçüncü hafta katıldığım sohbetinde de kadınların diğer cemaatlerden uzak durması üzerine uzunca durdu. Sonlara doğru ise çocukların okula gönderilmesinin değil, namaz kılmalarının ailelerin önceliği olması gerektiğini anlattı:

“Aramızda çürükler var ama bu cemaati göstermiyor. “Hocanın bildiği varmış! Şeriat, fetvaya uymuyorsa çıkartın onu! Rüyaymış! Rüyayla sapanları gördük, yok uçtum, yok şeyh oldum! Hakiki mürşidin en büyük kerameti nedir? Şeriat istikametidir. Kitaba göre, fetvaya, fıkıha göre yaşamasıdır. Yanlışlık yapılıyor ama ‘biz anlamayız, muhakkak bildiği vardır.’ Olmaz! Hanımlar, onun bildiği varsa da bildiğinin önemi yok. Önemli olan kitabın dediğidir. Tamam mı? Buna itirazı olan var mı? Yanlışa sessiz kalana Allah kızar. Kimse rüyasına göre bizi fetvadan saptırmamalı! Günahın vebali olmayın, yoksa ortaksınız!”

Efendi hazretleri diyor ki, şimdi size İstanbul’u verseler çarşafı vermezsin. Doğru mu? Dünyayı verseler çarşafı vermemek lazım. Bu kuvvet nerden geliyor? Rabıtadan. Rabıta nedir? Kamil ve mürşitle manevi sohbettir. Öylesi var ki, idam sehpasına çıkarsan yine çarşafı çıkarmaz. Var mı böyle aranızda? Kendimize güvenmeyelim ama biz bu cemaati öyle sayıyoruz. Çıkartanlar ise onlar farkına varmamıştır, şuuruna ermemiştir.

Filiz Gazi, izledi, yazdı - 2 | İsmailağa'da kadınlara vaaz: Evlerinizden polis zoruyla mı aldık, siz bizim peşimizden geldiniz! - Resim : 4

ÇOCUK OKULA GİTMESE DERT KÜPÜ OLUYORSUNUZ!

“Şimdi millet çocuk sabahleyin servisi kaçırsa üzülüyor ama çocuk namazı kaçırıyor üzülen bir tane anne baba yok. Yok! Bizim halimiz bu! O çocuk namazı geçiriyor, hiçbir şey yok! Okulu kaçırıyor, dert küpü oluyorsunuz, toplum böyle. Zanneder ki namaz dedelere, nenelere, babalara lazım. Çocuğu yatsın uyusun. Niye? Sabah okula gidecek.

ULEMA İDAMLARLA YOK EDİLİRKEN, EFENDİ HAZRETLERİMİZ BU YAPIYI KURDU

“Efendi Hazretlerimiz ne buyuruyor? “Ben Mahmut Ustaosmanoğlu değil, ben Mahmut Sarıkoğluyum, Sakaloğluyum, ben Mahmut Cüppeoğluyum, Şalvaroğluyum, Çarşafoğluyum. Türkiye’nin merkezi İstanbul, İstanbul’un göbeğinde efendi hazretlerimiz köyden gelmiş, Of’un en uzak köyünden, Miço’dan, yeni ismi Tavşanlı. Oradan buraya gelmiş ama burada yetişmiş, büyümüş, İstanbul beyefendisi hocalar varken, ‘haçan da’ diye konuşan birisi geldi, her şeyin atıldığı, yakıldığı, yıkıldığı bir zamanda bütün atılanları tekrar geri getirdi. İslam düşmanları neyi attıysa manevi cesaretiyle alıp, yerine koydu. Bu iş cesaret ister. Her şeyi geçtim, ulema dar ağaçlarında sallandırılıyor, idamlarla yok ediliyor, böyle bir ortamda askerden gelen bir uşak burada öyle bir yapı oluşturuyor ki, bütün dünya kendisine karşı olduğu halde efendi hazretleri tüm dünyaya karşı bu yapıyı kuruyor, hiç kimsede mâni olamıyor.

DEVLETİN AJANIYDILAR, MÜSLÜMANLARA DARBE YAPMAK İÇİN BUNLARI BULDULAR

“25- 26 sene önce bir şey ortalıkta peyda olmuştu. Neydi? Aczmendilik… Nakşibendi desen Nakşibendilik kolay değil. Onun ismine benzer, yaklaşık bir isim kurdular. Ondan önce var mıydı? Yok ki bunların geçmişi. Şimdi varlar mı? Yok. Hepsi devletin ajanları! O zaman Müslümanlara darbe yapmak için bunları buldular. Şimdi unutuldu gitti ama bak Nakşibendi… Nakşibendi, Buhara’da yaşadı. Uçakla 4 saatle gidiliyor. O isim oradan buraya geliyor. Aşağı yukarı bin seneye yaklaşıyor. İşte tesir! İşte sahtekarla, samimi böyle ayrılıyor.

Çok fazla gülmek kalbi öldürür. (Ayet okuyor) Senin çok hareketli olman, oynak olman esnek olduğunu gösterir. Yerleşik olmadığını gösterir. Hareketsiz bir şekilde konuşursan o senin yerleşik olduğunu gösterir.”

KISACA SON SÖZÜM, AMACIM

Dün anlatmıştım. Tam bu sözleri dinlerken yanıma gelen bir kadın art arda bazı sorular sordu. Bir süre daha sohbette kalıp camiden ayrıldım.

Sohbetten çıktıktan sonra hayata karışmanız bir müddet tuhaf bir geçişle oluyor. Fatih Çarşamba’dan yürüyerek, ‘dışarı’ çıktığımda, otobüse bindiğimde yani hayatıma döndüğümde en çok da geride kalan çocukları, gençleri düşündüm. Neyin, ne kadar farkındalar? Farkında değillerse kendileri için daha mı kolay? Değillerse nasıl hissediyorlar?

Gazeteci olarak olmasa da sıradan bir yurttaş olarak sözlerim, fikrim mevcut. Ancak fikirden önce haberin meramı okurun tasavvur etmesini sağlamak. O caminin içinde, aktardığım sözler eşliğinde bir hayat düşünün. Tarikat ve cemaatlerin içinde yaşanılan ‘skandal’ haberler bir süre konuşulduktan sonra -hayatın doğası gereği- haliyle kapanıyor. Fakat orada devam eden bir gerçeklik ve bu gerçeklik içinde yaşayan binlerce hayat var.

Kaynak: Gerçek Gündem

Etiketler
Tarikat İsmailağa Aydın Muş