Ahmet Ümit: Ayasofya'nın inşa edilmesinin ardında, görkemli bir aşk hikayesi de var

Yazar Ahmet Ümit, gündemden düşmeyen Ayasofya'nın şahit olduğu bir aşk hikayesini anlattı.

Ahmet Ümit: Ayasofya'nın inşa edilmesinin ardında, görkemli bir aşk hikayesi de var

İnsanlığın ortak mirası olarak UNESCO listesinde yer alan Ayasofya'nın Danıştay 10. Dairesi tarafından müze statüsünün iptal edilmesi ve Cumhurbaşkanlığı kararı ile ibadete açılması tartışmaları sürerken yazar Ahmet Ümit, "Ayasofya'nın inşa edilmesinin ardında, adeta gözardı edilen görkemli bir aşk hikâyesi de var" dedi.

Yazar Ahmet Ümit, Danıştay 10. Dairesi tarafından müze statüsünün iptal edilerek, Cumhurbaşkanlığı kararı ile ibadete açılan Ayasofya'yla ilgili İstanbul Life dergisinde, 'Aşka adanmış bir tapınak: Ayasofya' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yazısında, Ayasofya'nın Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından 537 yılında ibadete açıldığını, 1453'te İstanbul'un fethiyle camiye dönüştürüldüğünü, Cumhuriyet döneminde ise 1935 yılından itibaren müze olarak hizmet verdiğini hatırlatan Ümit, "Tartışma bu görkemli yapının kıymeti değil, kutsallığı üzerinden yapılıyor. Yaklaşık 1500 yıllık anıtsal bir bina olan Ayasofya’nın kıymeti herkes tarafından kabul görüyor. Evet, hiç kuşkusuz Ayasofya dini ihtiyaçları karşılamak için yapılmış bir yapı, farklı dinler tarafından da bu amaç için kullanılmış ama inşa edilmesinin altında çok da konuşulmayan, adeta göz ardı edilen bir neden daha var: Görkemli bir aşk hikâyesi..." ifadelerini kullandı.

"Bir imparatorluğun, bir hükümdarın, bir kraliçenin ve hepsinden önemlisi bu şehirde gerçekleşen en büyük isyanlardan birinin kaderini belirleyen bir aşk hikâyesi" diyen Ümit, yazısına şöyle devam etti:

"Üçüncü Ayasofya’yı öğrenmek için öncelikle iki başkahramanın hikâyesini bilmemiz gerekir. Bir çiftçi ailesinin oğlu olmasına rağmen tahta oturan Jüstinyen ile önce dansçılık, ardından seks işçiliği, sonra da imparatoriçelik yapan karısı Teodora’dan söz ediyorum. Üçüncü Ayasofya, bu iki tarihsel şahsiyetin fırtınalı aşklarının eseridir dersek inanın abartmış olmayız.

"Günümüzdeki Ayasofya’nın inşası yıllarca sürdü"
"Eğer Teodora yeteri kadar cesur, kararlı ve acımasız olmasaydı bugünkü Ayasofya yapılamazdı. Çünkü Jüstinyen, 532 yılındaki Nika Ayaklanması’nı asla kendi iradesiyle bastıramazdı. Ayaklanma bastırılamayınca da Ayasofya inşa edilemezdi. Nika Ayaklanması bu şehrin tarihindeki en önemli isyanlardan biridir. Ayaklanmaya neden olan olay, dönemin Konstantinopolis valisinin Yeşiller ve Maviler’den yedi kişiyi tutuklamasıyla alev aldı.

"Jüstinyen, Doğu Roma’nın en önemli imparatorlarından biri olmak istiyordu. Nika Ayaklanması ona bu fırsatı verdi. Şehri yeni baştan kurdu. Elbette yıkılan büyük kilisenin yerine yenisi yapılmalıydı. İşte günümüzdeki Ayasofya’nın yapımı böyle başladı. İnşası yıllarca sürdü. Mimarlar kadar bilim adamlarından da yararlanıldı. Matematikçiler Tralleisli Anthemos ve Miletoslu İsidoros bilgilerini mabedin yapımında kullandılar. Yaklaşık on bin işçi gece gündüz demeden çalıştı. Ve 27 Aralık 537 tarihinde açıldı. Konstantinopolis kışının en mutlu günüydü. Tapınak tamamlanmıştı. Beş yıllık hırs, zekâ ve emek, yepyeni bir kilise olarak kendini göstermişti. İmparator ve imparatoriçe oradaydılar. Beş yıllık düşlerine bakıyorlardı. Teodora’nın eli, Jüstinyen’in avucundaydı.

"Dünyanın kötülüklerinden korunmak için imparatorun kudretli avucuna sığınan bir kuş gibi. Ama kimin kime sığındığı belirsizdi. Teodora sokaklardan geliyordu. Sokaklar, Roma devletinin yüksek terbiyesiyle büyüyen bir imparatorun öğreneceğinden çok daha fazlasını öğretmişti ona. Teodora olmasaydı Jüstinyen olmazdı. Jüstinyen olmasaydı ne Roma yeniden altın çağını yaşayabilir ne Konstantinopolis küllerinden doğabilir ne de görkemli Ayasofya yaptırılabilirdi. Jüstinyen o güne kadarki en büyük, en ihtişamlı, en etkileyici tapınağa bakarken, yeryüzündeki ilk tapınağı yapan Süleyman Peygamber’e şöyle seslendi: “Görüyor musun ey Süleyman, seni geçtim.” Ayasofya o güne kadar yapılan en büyük kubbeli yapıydı. Aradan bin yıl geçtikten sonra bile, çok istemesine rağmen Mimar Sinan hem Süleymaniye Camii’nde hem de Selimiye Camii’nde bu genişlikte bir kubbe yapamamıştır… Ayasofya’nın yapımından yüzlerce yıl sonra ancak üç yapı bu büyüklüğü aşabildi. Londra’daki Aziz Paul Katedrali, Roma’daki Aziz Pier Katedrali ve Milano’daki Duomo Katedrali…"