Yılmaz Özdil'den dikkat çeken S-400 yazısı: Çehov'un tüfeği

Türkiye'ye S-400'lerin teslimi başladı. Yaptırım tartışmaları sürerken Yılmaz Özdil dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Yılmaz Özdil'den dikkat çeken S-400 yazısı: Çehov'un tüfeği

Türkiye'ye S-400'lerin teslimi başladı. Yaptırım tartışmaları sürerken Yılmaz Özdil dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

S-400 almanın belediyeye otobüs almak olmadığının altını çizen Özdil, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un “Türkiye'ye Patriot yerleştirilmesi Rus yazar Anton Çehov'un piyeslerinde duvarda asılı olan tüfeğe benziyor” sözlerini anımsattı.

Anton Çehov'a da atıf yapan Özdil, "Eğer oyunun birinci sahnesinde duvarda asılı silah varsa, o silah üçüncü sahnede mutlaka patlar." diyerek uyardı.

Özdil'in bugün "Çehov'un tüfeği" başlığı ile yayınladığı yazısı şöyle

Soğuk Savaş dönemiydi… ABD'nin casus uçakları U2'lerin konuşlandığı ülkelerden biri, elbette Türkiye'ydi.

Uydu teknolojisi henüz bugünkü kadar etkin değildi, CIA'nın talebi üzerine geliştirilen U2'ler 30 bin metre irtifaya, stratosfer'e çıkabiliyor, pilotları astronot kıyafeti giyiyor, Sovyet toprakları üzerinde gelişmiş optik cihazlarla fotoğraflama yapıyordu.

1 Mayıs 1960…

CIA'in sivil pilotu Francis Gary Powers'ın kullandığı U2 uçağı, İncirlik'ten havalandı, Van üzerinden İran'a geçti, Sovyet sınırını takip ederek, Pakistan'a Peşaver'e indi.
Yakıt ikmali yaptı, tekrar havalandı, Ural Dağları'ndaki balistik füze merkezi Sverdlosk ve uzay üssü inşaatına başlanan Plesetsk şehirlerini görüntülemek üzere, Sovyet topraklarına girdi.
Pilot gayet rahattı.
Çünkü bu yüksekliğe ulaşabilen silah yoktu.
İstedikleri gibi cirit atıyorlardı.

Taa ki o güne kadar…
Sverdlosk üzerindeyken, bum!
Yerden fırlatılan füze, U2'yi vurdu.

Tarihte ilk'ti.

O füze…
S400'ün dedesi S75'ti.

ABD'nin casus uçaklar geliştirmesi, Türkiye, Pakistan, Norveç gibi ülkeleri havaalanı olarak kullanabilmesi, Sovyet yönetimini yüksek irtifa hava savunma sistemi geliştirmeye yöneltmişti.

Sovyet toprakları üstü açık kutu gibiydi.
Sınırları karadan ve denizden koruyorlardı ama, tavan açıktı, U2'ler vızır vızır dolaşıyordu.
Gökyüzünü kapatabilmenin tek yolu, yüksek irtifa hava savunma sistemiydi.

Aslında, S75'ler henüz geliştirme aşamasındaydı.
U2 tespit edilince 14 adet S75 fırlatılmıştı.
Casus uçağı tam denk getirememişlerdi ama, patlamaların yarattığı şok dalgasıyla düşürmeyi başarmışlardı.

Pilot kurtarma koltuğuyla uçağı terketti, paraşütle Sovyet topraklarına indi, tutuklandı, 10 yıla mahkum edildi, iki yıl yattı, ABD'de yakalanan KGB casusuyla Doğu Almanya'da takas edildi.

1962 yılındaki bu takastan hemen sonra, Küba krizini tetikleyen hadise yaşandı.
Küba'da konuşlanan S75 füzesi, Küba üzerinde U2 casus uçağını vurdu. Bu defa tam denk getirmişlerdi, pilot hayatını kaybetti.

Böylece Sovyetler Birliği, hava savunma sistemlerinde dünya liderliğini ele geçirmiş olduğunu kanıtlamıştı.

S75 geliştirildi…
S125 oldu, S200 oldu, S300 oldu.

En büyük mahareti radar'ıydı.
Füzeyi pek çok ülke geliştirebiliyordu ama, Sovyet hava savunma sisteminin mucizesi, S serisi füzelerin hedef algılama radarıydı.
200 metre yükseklikten uzaya kadar tarayabiliyordu.

Gel gör ki, 200 metrenin altı kimsenin aklına gelmemişti!

28 Mayıs 1987…

Henüz 18 yaşındaki Alman vatandaşı Mathias Rust, amatör pilottu, sadece 50 saat uçmuş ve brövesini yeni almıştı.
Cessna 172 tipi, tek motorlu, küçük bir uçak kiraladı.
Hamburg'tan havalandı, Faroe Adaları'na indi, yakıt ikmali yaptı, İzlanda'ya indi, yakıt ikmali yaptı, Norveç'e indi, yakıt ikmali yaptı, Finlandiya'ya indi, yakıt ikmali yaptı, kuleye İsveç'e gideceğini söyledi, havalandı, telsizini kapattı, 100 metre yüksekliğe alçaldı, Estonya kıyılarını takip ederek, Sovyet topraklarına girdi, yerden sadece 50 metre yükseklikte uçarak, taaa Moskova'ya ulaştı, Kremlin'in burnunun dibine, Kızıl Meydan'a indi!

Sovyetler şoke oldu.
Dünyada yer yerinde oynadı.

Aşılması imkansız kabul edilen, dünyanın en etkileyici hava savunma sisteminin açığı ortaya çıkmıştı.

Sovyetler Birliği alay konusu oldu.
En başta savunma bakanı, 100'den fazla üst düzey görevli istifa etmek zorunda kaldı.

Peki, 18 yaşında bir maceraperestin böylesine imkansız bir hadiseyi başarabilmesi mümkün müydü?
KGB'ye göre mümkün değildi.
Amatör bir pilotun, kimseden yardım almadan, tecrübeli pilotların bile korkulu rüyası olan, buzlanmalar, fırtınalar barındıran Kuzey Denizi'ni aşabilmesi mantıklı değildi.
Alman gibi sağlamcı bir ülkenin, Alman uçak şirketinin, sadece 50 saat uçmuş bir amatöre, binlerce kilometrelik uçuş için uçak kiralaması mantıklı değildi.
Ayrıca… Uzuuun uçuş için dört kişilik uçaktaki koltuklar çıkarılmış, yedek yakıt depoları monte edilmiş, yedek depolarının çalışabilmesi için elektrikli pompa yerleştirilmişti, amatör pilotun bu hassas teknik işlemleri yapabilmesi mantıklı değildi.
KGB'ye göre, dört dörtlük CIA operasyonuydu, maceraperest amatör pilotun maşa olarak kullanıldığını düşünüyorlardı.

Çünkü…
Zamanlama cuk oturmuştu.

ABD başkanı Ronald Reagan'la Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov arasında orta menzilli nükleer füzelerin imhası için görüşmeler yapılıyordu.
ABD yönetimi kendisinin “yıldız savaşları projesi”nden vazgeçmiyordu ama, Sovyetler'i taviz vermeye zorluyordu.

O küçücük uçak…
Sovyetler Birliği'nin gardını düşürmüştü.
Rejimin yıkılışına giden süreçte son yumruktu.

“Dünya barışı için bu işi yaptım, Gorbaçov'un elini sıkmak için buraya indim” diyen Mathias Rust tutuklandı, dört yıl hapse mahkum edildi, bir yıl sonra Gorbaçov'un jesti olarak serbest bırakıldı.

Şu anda Berlin'de Alman Teknik Müzesi'nde sergilenen o küçücük uçak, Sovyetler'in yıkılışını hızlandırmakla kalmadı… Hem Rusya'nın hava savunma sistemlerini değiştirmesine, hem ABD'nin füze sistemlerini değiştirmesine yolaçtı.

Pentagon, radarlara yakalanmadan Moskova'ya kadar ulaşabilmek amacıyla, yeryüzü şekillerini takip ederek 20-30 metre yükseklikten bile gidebilen, pilotsuz uçak tabir edilen Cruise füzelerinin geliştirilmesine yöneldi.

Rusya ise, hava sahasında bir santimlik boş alan bile bırakmamak için, S serisi hava savunma sistemine odaklandı, neticede füze kalkanında mükemmele ulaştı, S400'ü üretti.

S400'ler Amerikan Patriot'larından iki misli menzile, iki misli sürate sahip, Patriot'lardan katbekat üstün… Hedefi 600 kilometrede tespit ediyor, adı üstünde, 400 kilometrede vuruyor.

Bir önceki nesile göre, S300'lere göre müthiş bir farkı var…
Cruise tipi füzeler de kaçamıyor.
Ne uçak, ne balistik, ne Cruise, S400'ün ıskaladığı hedef yok.

Biraz önce bahsetmiştim, en büyük mahareti radarı…
Füze kabiliyeti elbette önemli ama, S400'ü S400 yapan, eşsiz radarı.

Hani bizim bademler “barış konuşlanması” filan diye ambalajlayarak “radarı açılmayacak” diyor ya… İşte bu yüzden.

ABD yönetimi F35'leri bize verirse, kendi uçaklarımızın, yani F35'lerin elektronik bilgilerini S400'e yüklemek zorundayız.

Bu bilgilerin S400'e yüklenmesi demek, radarda görünüp görünmediğinin ortaya çıkması anlamına geliyor.

F35'in hayalet uçak olduğu, radarda asla görünmediği iddia ediliyor.

Beri yandan, S400 radarının F35'i görebildiği öne sürülüyor.
Bu test edilirse, F35 hakikaten S400 radarına yakalanıyorsa, trilyonlarca dolarlık F35 projesi anında iflas eder, ölür, buna mukabil, S400 sistemi trilyonlarca dolarlık olur.

Füze dediğin, radar dediğin, hükümetleri boşver, rejimleri bile değiştirebilecek nitelikte kavramlardır.
Dünyanın dengelerini altüst edebilecek seviyede kararlardır.

Zurna değildir.

“ABD'yi amma morartık” filan diyerek, cahil cühela duyguları okşamak isterdim ama… Bu işin belediyeye otobüs almaya benzemediğini söylemek zorundayım.

Ve, eminim hatırlarsınız…
2012 yılında Türkiye'nin Suriye sınırına Patriotlar yerleştirilirken, Rusya dışişleri bakanı Lavrov çarpıcı bir değerlendirme yapmıştı.
“Türkiye'ye Patriot yerleştirilmesi Rus yazar Anton Çehov'un piyeslerinde duvarda asılı olan tüfeğe benziyor” demişti.

Eğer oyunun birinci sahnesinde duvarda asılı silah varsa, o silah üçüncü sahnede mutlaka patlar.

Etiketler
Türkiye Yılmaz Özdil