Yönetim kömür madenciliği için zeytinlikleri gözden çıkarmış. Bu arada kültürel miras hiçe sayılıyormuş, zeytin üreticisi eylem yapıyormuş, kalitesiz kömür için kaliteli yaşam kaynağı olan, sabahın serinliğinde çırpılarak toplanan, bereketin, emeğin simgesi olan zeytinler yok olacakmış, korku içinde bekleyen üreticinin, orman, mera ve zeytinlikleri tehlikede imiş, yasa geçerse köy halkı göçe zorlanacakmış, böylece zeytincilik bitecek, meralar ve su kaynakları yok edilecekmiş. Önemli mi? Ya da kime ne? Mühim olan sermaye ve yönetimin iş birliği ve iş bitiriciliği o kadar!
Egeli köylüler; “Bu tasarı geçerse başımıza gelecekleri biliyoruz!” diyerek geleceklerinin yok olmaması, hayat damarlarının kesilmemesi için 3 Temmuz’dan beri Cemal Süreya Parkı'nda yerlerde yatarak eylem yapıyorlar…
Ülkemizin ormanlarını, dağlarını, yaylalarını, topraklarını, kurdunu, kuşunu, suyunu, nefesini bitiren yangın haberleri Türkiye’nin dört bir yanından gelmeye devam ediyor. Güne Tekirdağ’da başlayan Çanakkale- Gelibolu sınırına ulaşan, Ayvacık ve Şarköy’ü de etkisi altına alan haberle uyandık. Bir kez daha köyler boşaltıldı, evler ve hayvan barınakları kül oldu, çok sayıda canlı hayatını kaybetti. Habitat denilen bitki ve hayvanların gelişip büyüdüğü doğal ortama ateş düştü. Ekosistem denilen ve organizmaların hava koşulları ve araziyle etkileşime girdiği coğrafi alanlar kül oldu…
Şimdi birkaç örnekle neler olduğunu özetlemeye çalışalım…
Orman yangınlarının ardından yapılan açıklamalarda “can kaybı yok!” deniyor, şimdi soralım can kaybı yok mu? Peki tüm ekosistemin yanması, milyonlarca hayvanın ölmesi, toprağın çölleşip çökmesi, yaşamın kaybolup gitmesi can kaybı sayılmıyor mu?
Yangınların hayvan barınaklarını, onların yuvalarını, saklanma alanlarını yok ederek milyonlarca canlıyı korumasız bırakıp, yırtıcı hayvanlara av olarak sunması can kaybı sayılmıyor mu?
Yangınların bitkileri, meyveleri, tohumları, böcekleri, yeşil alanları, ormanları, ağaçları yok etmesi, su kaynaklarını kirletmesi, böylece hayvanların açlıkla ve susuzlukla yüzleşmesi can kaybı sayılmıyor mu?
Yanıtını bildiğimiz halde soralım! Sökülen her zeytin ağacı bir çocuğun, bir gencin, bir evin, bir hayatın yok olmasıdır. Varını değil yoğunu da çocukları için seferber eden ailelere yazık değil mi?
Gelecek kuşakların bize emaneti olan zeytin bir geçim kayrağıdır, kadın emeğidir, kültürdür, bellektir, 500 yıl yaşayan bir direncin sembolüdür. Hal böyle iken bir imza ve üç beş dozerle birkaç dakikada sökülen bu köklü yaşam kaynağına günah değil mi?
Yine kirlenmiş, yok edilmiş, tarım alanlarına ve işsiz kalan, göçe zorlanan köylülere yazık değil mi?
Sermayenin acımasızlığı başka yere taşınmayı önerirken; o köklü zeytin ağaçlarının orada yaşamayacağı, oraya alışamayacağı akla gelmiyor mu?
Muğla ve Yatağan’daki sahaların genişlemesi halinde 57 köyün etkileneceği, 25 köyün maden sahasında olduğu için taşınmak zorunda kalacağı, doğal sit alanlarının tehlikeye gireceği bilinmiyor mu?
O topraklarda 4 bin yıldır zeytincilik yapıldığı, zeytinin tonunun 5 bin dolar ettiği, bu ürünün kalp ve kanser riskini azaltıp, gıda güvenliği, kırsal kalkınma ve özellikle de kadın istihdamı sağladığı önemsenmiyor mu?
Kömürün ömrünün en fazla 30-40 yıl olduğu, tonunun 400 dolar ettiği, kalp ve solunum hastalıkları riskini artırdığı unutuluyor mu?
Hele de Ege Bölgesi'nde binlerce hektar ormanın yanıp kül olduğu günümüzde! Birçok köyün artık olmadığı, yüzlerce evin yandığı, yüzlerce tarım alanının çöpe döndüğü, binlerce insanın mağdur olduğu ülkemizde! Biz eskiden “su zenginiyiz!” diye övünürdük. Artık HES’ler sayesinde gürül gürül akan dereleri de kuruttuk. Orman alanlarına ev yapma izni vererek yeşili azaltıp dereyi, ormanı çimentoya boğduk, cesaretle örülen tarım yolculuklarını bitirdik. Bu yasaya evet diyenler için önemli mi? Biz bilemeyiz. Bildiğimiz o ki Platon; “Her şeyin en mühim noktası başlangıçtır!” der.
Zeytin üreticisi de “Saklanma öne çık!” der ve diyor…