Yükü alan az! Yük olan, yükü artıran çok…

Siyasi hava, politik iklim, yönetim kademesinde atılan adımlar değişti gibi! Tıpkı Sn. Akşener’in önce saçlarını sonra da tavrını değiştirmesi gibi! Ya da CB ile CHP genel başkanının birbirlerini ziyaretleri gibi.

Siyasi hava, politik iklim, yönetim kademesinde atılan adımlar değişti gibi! Tıpkı Sn. Akşener’in önce saçlarını sonra da tavrını değiştirmesi gibi! Ya da CB ile CHP genel başkanının birbirlerini ziyaretleri gibi. Veya birbirinin ardından konuşmak yerine birbiriyle konuşan liderlerin, yük olan değil yükü alan yöneticilerin artmasına duyulan ihtiyaç gibi…

Hava böyle olunca insanın aklına “belirsiz, müphem, muğlak, kurgu” vb. gibi zamanın ruhunu içeren kavramlar daha az geliyor. Bu durumda da bize düşen şu oluyor! Parti genel başkanlarından birinin yumuşama, diğerinin normalleşme adını verdikleri buluşmalara bazen şaşırmak, bazen hüzünlerden hüzün beğenmek, yer yer endişe içinde yaşamaya devam etmek veya ustalıkla yoğrulan gerçekle hayal dünyası arasında gidip gelirken görünenle saklananını ayırmaya çalışmak. Çünkü tüm iyi niyetle adımlara rağmen umut hala Kaf Dağının ardında! Ayrıca şu da bir gerçek ki; İktidar tutkalı elden gitmek üzere olunca siyasilere tüm yollar mubahtır…

Bu arada 22 yılda her yönden ve hemen her konuda bölünmüş, yabancılaşmış, sevgisiz, değerleri önemsemeyen bir toplum yaratıldı. Hesaplı kitaplı adımlarla yitirdiğimiz değerler yüzünden ilgi ve duyarlılık azalınca da hem yoksul, hem sevgisiz bir toplum haline geldik, (getirildik mi demeliydim?)

Özetle! Telkin olmadı tehdit, olmadı vaat, yine olmadı baskı, o da olmazsa para. Mevzu derin, sorun çok, yönetenler sessiz…

Bu kadar siyaset yeter deyip gelelim siyaset dışı konulara!

Teknolojik gelişmeler karşısında yaşanan dehşete düşme halleri, “yok artık!” dedirten yapay zekânın akıllara durgunluk veren uygulamaları, Z Kuşağı başta olmak üzere harflerle tanımlanan kuşaklar derken artık eski günleri özlemeye, yüz yüze, göz göze sohbeti daha sık anmaya, aramaya başladık. Restoranda, sinemada, derslerde, hastanede, toplu ulaşım araçlarında herkesin gözü cep telefonunda, gencecik çiftler bile kafalar birbirine dönük değil öne eğik oturuyor. Bu durumda da insan sormadan edemiyor, birbiriyle konuşmak, birbirini anlamak tarihe mi karıştı? Yoksa konuşacak lafımız mı kalmadı…

Sırada ekonomi var!

Yoksulluk artıyor, borçlanma artıyor, bir kişinin sağlıklı ve dengeli beslenmesinin günlük maliyeti 600 liraya yaklaştı. Tabip odası; “yoksulluk insanımızı sağlığından etti, zamlar arttıkça özellikle çocuklarda bodurluk ve obezite arttı!” diye açıklama yapıyor.

DİSK’e göre işsizlik yüzde 27.2 oldu, 10 milyon işsizimiz var. Halkın yüzde 20’si açlık sınırında (17 milyon eder), yüzde 40’ı yoksul ve zor geçiniyor (34 milyon eder), yüzde

20’si kendi yağıyla kavruluyor (17 milyon eder), ancak yüzde 20’si zenginmiş (17 milyon eder) kimin umurunda, ya da kime ne? Önemli olan bu sorunun yanıtıdır.

Yine ülkemiz 20 yıl öncesine kadar tarımda kendine yeten 7 ülkeden biriyken bugün; Yanlış tarım politikaları çiftçiyi üretimden çekilme, tarımdan kopma noktasına, tarımı da geniş anlamda bitme noktasına getirdi. Artık pamuktan buğdaya, mısırdan arpaya, şekerden muza, fasulyeden cevize, nohuttan mercimeğe her şeyi ithal ediyoruz. Rusya, Kanada, Bulgaristan, Arjantin, İrlanda, Mısır, Kazakistan, ABD, Çin Brezilya, Hollanda, Kostarika, Avusturya, Fransa bizim tedarikçilerimiz oldu. Biz artık Suriye’den zeytin, Brezilya’dan börülce, Ukrayna’dan toz şeker alan bir ülkeyiz.

Bitmedi biter mi? Enflasyonda Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüyüz, üstümüzde Suriye, altımızda Sudan var. Emeklilikte Hindistan, Filipinler, Arjantin’den sonra en kötü dördüncü ülkeyiz.

Siyaset hem vefasız, hem acımasızken…

Dün eğitimde fırsat eşitliğiyle, herkese eşit eğitimle köylü gençlerle kentli gençleri aynı okulda okutan sistem, bugün yolları tümüyle ayırıyor. Özel okulların yanına yaklaşılmıyor, devlet okulları dini eğitimi esas alıyor, veliler ya işin ayırdında değil, ya duyarlı STÖ’lerin çıkışlarına güveniyor, ya da ne yapacağını şaşırmış durumda. Cumhuriyetin eğitimde fırsat eşitliği sağladığı yıllarda MEB tarafından bastırılan ve ülkenin en başarılı çocuklarının yer aldığı “İftihar Kitabında” dönemin başbakanı İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü ile Karslı esnafın oğlu aynı sayfada yan yana yer alıyorken! Bugün yöneticilerin çocukları başta ABD olmak üzere yurtdışında eğitim alıyor. Yani Anadolu kaderine terk edilmiş durumda…

Dün eğitim için Avrupa’ya kızlı erkekli gönderilen öğrenciler yerine, bugün üniversite giriş sınavlarında kız ve erkek öğrencilerin aynı sınıfta ve aynı katta sınava girmesi engelleniyor. Gelinen noktada yaşananlara ve dayatılanlara siyasi iktidarın karma eğitim karşıtlığı bu kadar mı olur diye sormayacak mıyız? (Cevabını bilsek de!)

Yine dün cami temizlemeye götürülen küçük çocuklara bugün ödül olarak olsa gerek(!) milli eğitim müdürünün mihrapta oturarak izlediği camide kültür şenliği adı altında palyaço gösterisi, halat çekme yarışı, çuvalla zıplama yarışması, bowling ve meddah gösterisi yapılmasının nedeni nedir diye sormayacak mıyız? (Yanıtını bilsek de!)

Sırada üniversitelerle ilgili sorular var…

ABD’den Çin’e, Hindistan’dan Japonya’ya dünyadaki 5 bin 663 üniversite 9 kriterde incelendi. 2025 Dünya Üniversiteler Sıralamasına 1503 üniversite girdi. Bizde ancak bu sıralamaya ODTÜ, İTÜ, Bilkent girebildi. Acep bu sonuçtan; “Üniversite sayısını 76’den 208’e çıkardık!” diye övünen ve kendi döneminde 132 üniversite açan yönetimin haberi var mı?

Amca, hala, teyze, eş, kız, oğul, yeğen, gelin, damat gibi özel kadrolarla yönetilen, adrese teslim ilanlarla işe alınan üniversitelerde mezunların iş bulmasını bir yana bırakıp, araştırma ağı, akademik itibar, mezun istihdamı, mezun itibarı, akademisyen başına atıf sayısı, öğrenci başına düşen akademisyen sayısı, sürdürülebilirlik vb gibi kıstasları sorsak mı?

Ya da yanıt vermeye çalışarak; Niye olsun ki? Biz ancak ÇEDES adı altında, ya da yeni maarif yasasıyla mezuniyet törenlerini yasaklamakla, harem selamlık cami ziyaretleriyle, üniversite sınavlarında kızlarla erkekleri ayrı sınıflarda oturtmakla meşgulüz. Çünkü amaç siyasal ve ideolojik uygulamalarla yeni bir nesil yaratmaktır.

Kısaca! Yazımın başlığı son söz olsun. Keşke yük olan, yükü artıran değil, yükü azaltan yöneticilerle yönetilebilseydik. Keşke bizim de Atatürk döneminde olduğu gibi gözlerinden zekâ fışkıran, bakışlarıyla çok şey anlatan, ağzından çıkan her sözcüğü aklının ve mantığının süzgecinden geçiren, sorarken yanıtlayan, kırmadan incitmeden eleştiren ve öğreten yöneticilerimiz olsaydı…