Yeni 'Kanal İstanbul Adası' ve Olası Bir Düşman İşgali (1)

Hızla değişen bu baş döndürücü ve çok şaşırtıcı peş peşe devam eden kritik gündemlerin arasında kalan “Kanal İstanbul” projesi tartışmalarının hızının şu...

Hızla değişen bu baş döndürücü ve çok şaşırtıcı peş peşe devam eden kritik gündemlerin arasında kalan “Kanal İstanbul” projesi tartışmalarının hızının şu üzücü son depremle beraber giderek azaldığını görüyoruz. Her şeyden önce ifade edelim ki, orada canlarını kaybedenler, yaralananlar, evini kaybedenler için acımız büyük. İnşallah yaraları çabuk sarılır. Deprem konusu başlı başına çok büyük bir ülke sorunu… Daha sonra bu konuda da söyleyeceklerimiz olacak…

Ama bugün biz, deprem konusu tartışmaları hızla devam ede dursun bir yandan da söz konusu Kanal İstanbul proje çalışmalarını-tartışmalarını sürdürelim istedik. Yani daha önce olduğu gibi yine bir süreliğine bu yaşamsal konu rafa kalksın, unutulsun, aniden tekrar önümüze getirilsin vs. istemedik...

Özellikle de söz konusu Kanal İstanbul ile, İstanbul Boğaz’ın Batı yakası sahili, Karadeniz ve Marmara denizi arasında kalacak, ister istemez her tarafı denizle çevirili yepyeni oluşacak Kanal İstanbul Adası’nın “ulusal güvenlik, askeri strateji ve tabiye” yönüyle ulusal savunmamıza karşı oluşturabileceği risk ve tehditler açısından mevcut çalışmalara, akademik yazına bir başka açıdan da katkıda bulunalım dedik. Üstelik böylelikle tarihe de bir not düşülmüş olsun, istedik…

Aşağıda yazdıklarımızı Genelkurmay’daki Milli Savunma' daki “kurmayların atlamamış olduklarından" oldukça emin olmakla beraber amacımız; bu projenin gerçekleştirilmesine yönelik tartışma içeriklerini biraz daha da zenginleştirmek. Zira Kanal İstanbul’a karşı çıkalım veya çıkmayalım, bu memleket hepimizin ve aynı gemideyiz…

Uluslararası İlişkiler konuları kapsamında, tıpkı insanın doğuştan gelen o aç gözlü ve hırslı doğasına benzetilen, güç ve çıkara dayalı realist teori perspektifinden konuya baktığımızda, “kaotik ve anarşik uluslararası sistemde ve de hiyerarşik iç sistemde” Türkiye devlet olarak ulusal çıkarlarını belirlemiş ve bu doğrultuda sürekli güç geliştirmek istemektedir. Söz konusu bu gücünün içinde belli ki Kanal İstanbul mega projesi de olsun istenmektedir.

Buraya kadar kâğıt üstünden bu yaklaşım anlaşılabilirdir; ancak "Acaba devletin gelecekte gücünü kullanılacağı kendisini tehdit edecek o olası karşıt ülke/ ülkeler ya da düşman kim olabilir?” sorusunun da bizce zorunlu olarak bu projeyle birlikte analiz edilmesi gerekiyor. Zira devletlerin sürekli geliştirmek zorunda olduğu söz konusu bu “mutlak gücü (Askeri-ekonomik…)” geliştirip kullanabilmeleri için, ulusal çıkarları doğrultusunda tehdit/ düşman odaklı ihtimalat (olası durum) planları hazırlamaları gerekir. Normal olarak işte bu tür planlar da belli varsayımlara dayanır.

Eğer bu “varsayımlar” 2-3 sayfayı geçmeyen senaryolara çevrilip harp oyunları, plan tatbikatları, bilgisayarlı tatbikatlarla ya da fiili arazi tatbikatlarıyla ve de manevralarla vs. denenirse, hazırlanan planlar kasalarda dursalar da alınan dersler, teknolojik ve askeri tabiye ile ilgili gelişmeler-yenilikler doğrultusunda, sürekli geliştirilirler, yani yaşarlar.

Hele denenmezse, dersler çıkarılmazsa, sürekli geliştirilmezse ve güncellenmezse de bu harekât/ ihtimalat planları zaman içinde yok olup giderler. Varsayımlar (genişletilmiş halleriyle senaryolar) ise stratejik askeri planların esas dayanağıdır. Yani gün gelir o varsayım belli emarelere göre gerçekleşmeye başlarsa, o raftaki hazır ilgili ihtimalat planı duruma uygun bir plan olur ve hemen uygulamaya konulur; zaten hazırlıklı bulunmak üzere ülkeler de savunma sanayileri dahil milli güçlerini süreç içinde bu önceliklerin yönünde devamlı geliştirirler…

İşte size konunun biraz daha iyi anlaşılabilmesi maksadıyla teorik anlamda, önümüzdeki 10-20 yıl sonrasına yönelik en kötü olasılığı düşünerek, ülkemizin ulusal güvenliği için detaylandırılıp, çeşitli senaryolara dönüştürülebilecek “çalakalem birkaç taslak stratejik varsayımı” beyin fırtınası kapsamında peş peşe sıralamak istiyoruz;

1.Ülkece bugün olduğu üzere “NATO’ya devam!” varsayımıyla konuya bakarsak,

-Rusya karşıtımız (Çin destekli veya desteksiz),

-Yukarıdakilerin her birisinde ilaveten, PKK veya DEAŞ vs. gibi iç cephede ayaklanma ve sabotajlar yapan olası “işbirlikçi iç düşmanımızın” bulunması …

2. “NATO’dan ayrıldık veya NATO dağıldı!” varsayımı doğrultusunda;

-Sadece Yunanistan olası karşıtımız (AB yanında olmadan),

-AB olası karşıtımız (Yunanistan dahil),

-ABD olası karşıtımız,

-ABD + AB olası karşıtımız (Beklenmedik bir “kırmızı çizgiyi aşma” odaklı Yunanistan Türkiye krizi-savaşı, ardından Türkiye’nin askeri başarısı ve sonra buna müsaade etmeyen Batı aleminin karşıt müdahalesi/ mesela 1897 Türk Yunan Harbi-Dömeke zaferinin muharebe alanlarında kazanılması ama masa üstünde bunun kaybedilişi gibi durumlar…),

-Rusya olası karşıtımız (Çin destekli veya desteksiz),

-Rusya ve AB olası karşıtımız,

-Rusya ABD ve AB hepsi birlikte olası karşıtımız (Süreç içinde yalnızlaşan Irak örneği),

-Yukarıdakilerin her birisinde ilaveten, PKK veya DEAŞ vs. gibi iç cephede ayaklanma ve sabotajlar yapan olası “işbirlikçi iç düşmanımızın” bulunması …

3. İran, Irak, Ermenistan ve Suriye’nin yukarıdaki varsayımlarda, bir tarafa yamanarak dahil olması (bize karşı ilave karşıt cepheler açılması),

4. Doğal afetler (büyük çaplı depremler; bölgesel şiddetli seller, tahrip edici fırtınalar; güneş sisteminden kaynaklanan nedenle ani/ hızlı iklim değişikliği- küresel ısınma ve de buzulların eriyip denizlerin yurt içlerine doğru taşması; yeryüzüne büyükçe meteor düşmesi…),

5. Önü uzun süre alınamayan olası esrarengiz pandemik hastalıklar; büyük çaplı bölgesel kıtlık, olası nükleer reaktör kazaları ve buna bağlı geniş çaplı bölgesel radyasyon serpintisi vs…

İşte bütün bunlar günümüzde ulusal güvenlik planlamacıları tarafından sürekli yapılan “risk ve tehdit değerlendirmeleri” doğrultusunda emareler-istihbarat bilgileri-akademik yazın da dikkate alınıp analiz edilip önceliklendirilir ve söz konusu planlar işte bu durumlara göre hazırlanır. Bu varsayımlara daha onlarcası da eklenebilir.

Ayrıca “Hayır bunların hiçbirisi olmayacak. Hep barış ve refah içinde yaşayacağız!” cümlesi de bizce iyimser de olsa bir varsayımdır. Ülke için asıl amaç da hiç kuşkusuz bu olmalıdır…

Fakat bu kaotik dediğimiz uluslararası sistemde hele 10-20 yıl sonrasını, “kim müttefik kim düşman” olacak şeklinde şimdiden ayırt etmek tüm ülkeler için artık çok güçleşmeye başlamıştır; zira günümüzde gidişat oldukça muğlaktır… Bir anda patlayan ve artık ardı arkası kesilmeyeceği anlaşılan kitlesel göçler zengin ve gelişmiş ülkeleri bile refah toplumu yaratamaz duruma düşürmeye başlamıştır. Batı, birkaç asırdır tarihsel süreçte kendisinin yarattığı bu koca devi telaş içinde kontrol altına almaya çabalamaktadır… Bilinmezlik her yerdedir…

Mesela bir gün ansızın birisinin uçağını düşürürsünüz veya sizinki bir füzeyle düşürülür, ya da onların uçağı/füzesi sizin zırhlı geminizi vurur veya yine askerinizin başına çuval geçirilir, siz onlara geçirirsiniz; komşularınızda hiç beklenmedik ırkçı ve saldırgan iktidarlar başa geçer; mesela bir alanda güç geliştirmenize bir projenize karşı çıkılır vs. vs… Kısacası sadece 24 saat içinde dahi dost düşman durumu bir anda değişiverir, siz de şaşıp kalırsınız…

Yakın zamanlarda bunları yaşamadık mı? Çok şükür karşılıklı gayretlerle ülkemiz için savaş çıkmadı. Fakat bu arada, meydana gelen bir seri operasyon ve kanlı çatışmalar sonucu aniden büyük devletler Rusya ve ABD de sınır komşularımız oluverdi.

Tuhaf bir devirde yaşadığımızı söyleyenlerin sayısı işte bu nedenle hiç de az değil.

Mesela yakın tarihimize baktığınızda, bugünlerde Brexit/ AB’den ayrılma idari sürecindeki İngiltere 1853-56 Kırım Savaşı sırasında can dostumuz, 1914-18 Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları’nda ise can düşmanımızdır. Şimdilerde ise tekrar müttefikimiz…

Günümüzde, yukarıda ki bu kötümser yada bazılarına göre abartılı gelebilecek varsayımları ancak; “Diplomasiniz, jeo-stratejik konumunuz, başta üreten ekonomik gücünüz olmak üzere milli gücünüzün akıllı güç olarak (Yumuşak+Kaba güç) toplamı ve caydırıcılığı, ders alıcı milli tarih bilinciniz dahil sorgulatan-akılcılık odaklı fırsat eşitliği sunan özgün eğitim sisteminiz, insan hakları başta olmak üzere evrensel değerler odaklı gelişmişlik/ çağdaşlık karneniz, insanınızın gelişmişliği ve gelir dağılımı adaletli refah durumunuz, ülkenizin tasada sevinçte birlik beraberliği ve moral değerleriniz, güçler ayrılığı durumu ve demokrasinizin gücü, medyanızın bağımsızlığı, adalet sisteminizin dünyadaki ve kendi insanınız üzerindeki saygınlığı, vs.” gibi temel konularda ülkece başarılıysanız, ürküten varsayımları en aza indirgeyebilirsiniz …

O halde, şimdi gelin yukarıda listelediğimiz bu belki de abartılı bulduğunuz o varsayımlardan sadece birini alın; plan yapmak için dişinize göre beğenebilirseniz bir beğenin bakalım…

Ne kadar zor bir seçim değil mi? Yoksa kolay mı?

İşte bütün bunlara göre de mesela Kanal İstanbul projesi gerçekleşirse, yukarıda çok sayıda sıraladığımız o varsayımlardan sadece birisinin bile koşullarının oluşması halinde, olası bir gerginlik/ krizin ardından, topyekûn bir savaş ya da orada bölgesel çok şiddetli sıcak bir çatışmanın aniden başlatılması durumunda, süreç içinde bizce ulusal savunmamız açısından ve askeri stratejik değeri olan aşağıdaki şu önemli gördüğümüz kritik hususların biri veya birkaçı bizce bir anda karşımıza çıkabilir:

1. Olası Kanal İstanbul, Karadeniz, İstanbul Boğazı batı kıyıları, Marmara Denizi arasında kalan genişçe bir bölgede, bir anda ister istemez “Dört bir tarafı derin sularla çevrili”, içinde büyük düzlüklerin bulunduğu (Birisi yeni biten olmak üzere iki büyük hava alanı ve çıkacak hafriyatla doldurulacak geniş arazilerle…) yepyeni bir Kanal İstanbul Adası oluşturuluyor. Kolay iş değil ama gerçekleşirse, ister istemez bizim Trakya’nın coğrafyası da (Askeri coğrafya dahil), ulusal savunma esasları da taarruzi harekât, savunma ve geri hareketler vs. dikkate alındığında aslında bazı ciddi değişikliklere uğrayabilir. Panama, Korint ve Süveyş suni kanalları da birbirlerinden bazı farklılıkları olmakla birlikte fiziki coğrafyayı ve hatta her türlü yaşamı, ülkelerin deniz alaka ve menfaatlerine göre gayet doğal bir sonuç olarak ilgili ülkelerin ulusal güvenlik ve askeri faaliyetlerini, stratejilerini olumlu veya olumsuz, değiştirmiştir…

2. Bizim Trakya askerî harekât alanı Kanal İstanbul projesinin gerçekleştirilmesi halinde böylece askeri operasyonel anlamda, ikiye bölünmüş oluyor. Örneğin tarafımızdan eğer stratejik savunma yapılacaksa Trakya hududuyla bu olası yeni kanalın arası, “Büyük savunma bölgesi”; yeni kanal ile İstanbul Boğazı arasındaki alan ise yani Kanal İstanbul Adası yani “İkinci savunma bölgesi” olarak adlandırılabilir. Varsayılan karşıt/ tehdit ülkenin hudutları geçip İstanbul istikametinde taarruz etmesi halinde, mesela “Birinci savunma bölgesinin” düşmesi halinde, İstanbul ve Boğazlar’ın savunması her şeye rağmen ikinci savunma bölgesi veya bu yeni ada nedeniyle yine de devam edebilir. Ama düşman devam eder de eğer “İkinci savunma bölgesini” yani Kanal İstanbul Adası’nı da ele geçirirse İstanbul Boğazı da otomatikman düşer…

3. Aynen Kanal İstanbul gibi bir savaş anında, çok kritik bir “Stratejik Hedef” olduğu aşikâr olan İstanbul Hava Limanı da aslında, askeri stratejik harekât esasları açısından baktığımızda, öncelikle “hızla havadan getirilecek paraşütlü hava indirme tümenlerinin ve veya helikopterli uçar birlik hücum tugaylarının” taarruzlarına karşı çok hassastır. Söz konusu olası kanal boyunca ve hava alanlarında (İstanbul-Atatürk) ve de etraflarındaki olası eski-yeni geniş olası yeni düzlüklerde benzer türdeki havadan taarruzlara karşı çok ciddi ulusal savunma ve askerî harekât riskleri oluşabilir. Hele mevcut İstanbul Hava Alanı, olası Kanal İstanbul ile müştereken ele alındığında, üstelik aşağıda ancak bir kısmına dikkat çekebildiğimiz yakın tarih olayları da dikkate alınırsa bu yeni oluşan-oluşturulacak Kanal İstanbul Adası’nda bizce ister inanın ister inanmayın gelecekte beklenmedik siyasi gelişmelerin sonrası, dehşetengiz ulusal savunma-askeri güvenlik riskleri ile karşı karşıya kalabiliriz. Mesela bu olası yeni ada, söz konusu yeni kanalla birlikte bir anda paraşütlü ve helikopterli olası havadan karşıt/ tehdit eden ülke askeri işgallerine karşı çok hassastır. Dolayısıyla eğer inşa edilirse burası zaman içinde Trakya’daki ulusal savunmamızın “Yumuşak karnı” haline de gelebilir…Hatta bilmeyerek de olsa bu yaratılan ortam-koşullar oluşursa belki de “olası kurnaz düşman gözlerin”, gelecekteki yayılmacı iştahlarını dahi kabartabilir, kim bilir?

“Tarih bir aynadır” dedik. Mesela; 1901’de ABD’nin Panama Kanal’ına aniden 2000 asker çıkarması ve bitmiş kanala müdahale ederek egemenlik durumunu silah zoruyla siyaseten tersine çevirmesi; 1941 de Nazi Alman özel Waffen/ Paraşütçü birliklerin desteğiyle Yunanistan’ın suni olarak inşa edilen Korint kanalını havadan paraşütlü ve de planörlü birliklerle çok kısa sürede ele geçirmesi; daha sonra aynı süreç içinde Girit’in benzer şekilde önce hava alanının bin askerlik paraşütlü bir taburla havadan ele geçirilmesi ve sonrasında da tüm adanın kısa sürede hava yoluyla paraşütçü tümenlerle işgali; Nazi ordusunun Hollanda’yı ansızın “havadan paraşütlü birlik” atıp sürpriz şeklinde işgali; Yine Nazi Almanya’sının Otto von Skorzeny özel kuvvetlerinin Belçika’nın kuvvetli savunma hatlarının tam üzerine aniden “havadan paraşütle atılarak” o aşılmaz denilen koruganları sadece bir-iki günde ele geçirmesi ve ardından zırhlı birliklerinin Blitzkrieg/ yıldırım harbi tekniği ile uyumlu olarak Paris ve Fransa’nın çok önemli bölümünü kolayca sadece birkaç haftada işgali; 1945 Normandiya Çıkarmasında Amerikan ve İngiliz Paraşütlü Hava İndirme tümenlerinin Alman sahil savunmasının aniden gerisine atılıp bütün yolları tıkamaları ve Alman General Runsted’in gerideki zırhlı birliklerinin kıyıya müdahalesinin önlenmesi ve böylece Nazi kıyı savunmasının çökertmeleri sonucu kıyı başının müttefiklerce zayiatla da olsa tam tesis edilmesi; 1974 de Kıbrıs’ta bizim Hava İndirme ve Helikopterli Komando tugaylarımızın ilerleme yollarını ve kritik arazileri havadan ele geçirilmesi suretiyle Beşparmak Dağları’nda dahice kullanılması; 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan-Kabil’i işbirlikçilerin de yardımıyla işgale “aniden” hava alanını ele geçirerek, sonra oraya “hava koridoru” kurarak, daha sonrasında da tüm ülkeyi bu üsten yayılarak işgal etmesi; 1982 yılındaki İngiltere-Arjantin arasındaki Falkland adalarına havadan indirme-helikopterli uçar birliklerle ve de denizden yapılan amfibi taarruz harekatıyla tüm adanın İngiltere tarafından kısa sürede ele geçirilmesi; 1983 yılındaki ABD’nin Karaip’lerdeki Grenada Adası’na havadan paraşütlü-helikopterli birlik indirip-atması ve havadan- denizden taarruzla burasını işgal ederek, illegal bulduğu ülkenin Sovyetler Birliği yanlısı askeri yönetimini askeri güç kullanarak toplamda sadece dört gün içinde değiştirmesi; ABD’ nce 1989 yılında yine Panama Kanalı’na bir anda on binlerce paraşütçüsünü indirerek havadan-denizden ani yapılan “Just Cause” adlı işgal harekatı; 2008 de Rusya’nın karışıklıkların çıkması üzerine Gürcistan’a özelliklede Güney Osetya’yı-Abhazya’yı havadan bombalaması-aniden karadan ve belli bölgelerin helikopterli hava hücum, paraşüt birlikleriyle beş günde havadan karadan işgali ve kendi istediği düzenin kurulması; 2013’de Ukrayna’ya bağlı Kırım’ın beklenmedik şekilde ve “asimetrik tarzda” ünlü Rus Spetsnaz Özel kuvvetleri ve hava indirme tümenleri tarafından sessiz sedasız ve aniden işgal edilmesi; en son 2020 yılı başında Irak ABD büyükelçiliğinin basılması üzerine, mottosu ‘Havadan gelen ölüm” olan ABD’nin 82’inci Hava İndirme Tümen Paraşüt birliklerinin (4000 paraşütçü askerin) acilen bölgeye gönderilmesi operasyonun başlatılması vb…

Okurken bile nefesiniz kesildi değil mi? Ama hepsi gerçek ve tamamını yazsak gerçekten kitap olur…Dikkat!

Konunun uzmanı olarak olası bir düşmanın “havadan gelen şiddetli taarruzunun anlamını” biraz daha somut örnekleyerek açarsak, özet olarak şu argümanları da ortaya koyabiliriz: İstanbul Hava Limanı arazisi de benzeri büyük çaplı havadan birlik taşıyıp uçakla indirmelerine, çok büyük uçaklarla aniden mesela bir gece yarısı yüklenip getirilecek özel askeri kıtaların (şok edici tarzda) hava alanına peş peşe indirilmesi suretiyle önce hava alanının merkezinin hızla işgaline; ardından veya aynı anda duruma göre paraşütlerle/ helikopterlerle takviyeler getirilip (özel kuvvetlerin de kritik yerleri önceden ele geçirmesi dahil), havadan indirilecek hava indirme tümenleriyle “olası/ varsayılan karşıt/ tehdit eden ülke” tarafından kıyasen oldukça kolay bir şekilde ele geçirilmesine de neden olabilir. “Olamaz” diyen varsa yukarıda sadece birazını hatırlattığımız yakın tarihe tekrar baksın, deriz…
Bu aniden indirilecek-havadan atılacak olası karşıt ülke kuvvetlerine, eğer gerçekleştirilirse Kanal İstanbul’un varlığı nedeniyle (hele hem kanal köprüleri hem de Boğaz’ın üç köprüsü de aynı anda tahrip edilirse veya karşıt ülkenin özel kuvvetlerinin bir anda eline geçerse), hele hava hakimiyetiniz veya bölgesel hava üstünlüğünüz de yoksa geriden gelip de yeni İstanbul Hava alanını ele geçirecek bir olası askeri tehdide kolay kolay gerilerden ya da ileriden birlik taşıyıp müdahale de edilemeyebilir. Zira bunlara muhtemelen işbirlikçi sabotajcıları da ilave etmek gerekir… Yani bu tür olası bir ani havadan işgal, eğer bunlara anında müdahale yapılamazsa ne yazık ki başarılı da olabilir… Her türlü köprülerin olası tahribi zaten Anadolu’dan cepheye askeri birlik getirilmesini de aşırı zorlaştırabilir...
Üstelik muhtemelen “Askeri vesayet kalmasın!” diye boşaltılan, askerden alınıp muhtelif sosyal maksatlara tahsis edilen-edilmesi düşünülen İstanbul’un içindeki askersizleştirilen/ askersizleştirilebilecek olan eski askeri kışlalarda, ülkemizin jeo-stratejik gerçeklerinden kaynaklanan zorunluluklar tam dikkate alınmadan yeterince askeri birlik bırakılmaması artık bu olası kanal projesiyle birlikte ciddi bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunda ısrar edilirse eğer ve de olanların da ya olası Kanal İstanbul’un öbür tarafına alınmış olması ya da hemen berisinde bırakılıp daracık yerleşik alanlara sıkışılacak olması nedeniyle, cephedeki duruma gerektiğinde müdahale edebilecek “yeterli ve esnek ihtiyatlarımız” da kalmamış olabilir.

En son aşamada ise, bu yeni hava alanı ve olası Kanal ile oluşacak çok riskli hassasiyet, eğer mecbur kalınırsa “Kanal İstanbul Adası’nın ve de İstanbul’un” sokak sokak savunulması kapasitesini de zayıflatabilir… (Devam edecek…)

Kanal İstanbul ile ilgili 16 ay önceki köşe yazımız için

( https://www.gercekgundem.com/yazarlar/cihangir-aksit/525/ulusal-guvenlik-bakisiyla-kanal-istanbul )

Etiketler
Kanal İstanbul