İstekler ve cevaplar!

Neşe Doster Yazar nesedoster@yahoo.com

Mimarlar Odası başta TOKİ olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlara, yetkili ve etkili kişilere yapılan harcamaların, özelikle de sarayların maliyetini soruyor. Verilen cevap evlere şenlik; “Maliyetin açıklanması ülkenin ekonomik çıkarlarına zarar verir.”

Aslında kestirmeden de olsa kendi açılarından doğru bir yanıt vermişler! Bu ekonomik dar boğazda ağız uçuklatan harcamaların tutarını söyleyecek halleri yok ya! Açıklamayarak ülkenin çıkarlarını olmasa da halkın beynini, psikolojisini, moral değerlerini düşündükleri kesin…

Son yıllarda yapılan yurt dışı atamalarda eski deyimle sefirlikten büyükelçiliğe, (yönetim monşer diyor) ataşelikten müşavirliğe bu çok özel ve zorlu alanda diplomatik teamüllere uyulmadığı, ehliyet ve liyakatin dışlandığı cümlenin malumu! Sağlam eğitimin, zengin birikimin, engin deneyimin, güçlü belleğin yerinde yellerin estiği gün gibi ortada! Bugün görmezden gelinip yok sayılsa da bir zamanlar devlet yönetiminde bilgi, deneyim liyakat geçer akçe idi…

Örneğin Bern’e 12 bin dolar maaşla atanan ataşe dil bilmediği için, 6 bin dolar maaşla ona yardımcı olacak tercüman atanırken, kalkıp dışişlerine bu nasıl iş diye sorsanız; bekadan girip, yerliden çıkıp, milliden dolanıp, yandaşa göz kırparak verilecek cevap bellidir!

O halde ne yapmalı?

Mikrofona geçen yetkili paldır küldür söylediklerini özenle hazırlanmış bir edayla hazırlanmış gibi açıklarken uyuklayarak değil gözü kulağı açarak dinlemeli. Nasılsa doların çıkışına, enflasyonun düşmeyişine, borsanın tavan yapmasına, benzinin düzenli artmasına, zam yağmuruna, maaşların yerinde saymasına değinmeyecektir. 17 yıldır yaptıkları gibi ezberlerinde olanları söyleyerek, şaha kalktığımızın, büyüdüğümüzün, batının bizi kıskandığının altını defaten çizerek çekip gidecektir.

Şimdi yeri gelmişken bir soru! Türkiye büyüyor doğru ama bu büyümede aslan payı kevgire dönen sınırlarımızı aşıp gelenlerin neden olduğu sayısal büyüme, artan kalabalık olmasın? Bu arada kaynakları azalan, işsizliği çoğalan, yeşili küle dönen ülkemizi ABD ve AB niye kıskansın? Anlamak zor!

Yeri gelmese de bir soru daha! Dünya liderliğini bize kaptırmanın üzüntüsüyle kıvrım kıvrım kıvranan ABD başkanı yine ve yeniden derin hesaplar içine girmesin?

Şimdi bir başka konuyu sütuna yatırma zamanıdır!

Ülkemiz insanı doğup büyüdüğü toprakları neden terk eder? Birine tutulduğu için mi, bir gönül hikâyesi mi, ülkesinden bıkması mı, vatanından kaçmak mı, aldığı cazip bir teklif mi? Hangisi etkendir bu zorlu kararı almasında?

Yine sorunun temeli siyasi mi, sosyal mi, ekonomik mi, kişisel arayış mı, hepsi mi? Veya hiç biri mi? Yoksa son yıllara damgasını vuran ve geçer akçe olan birinin yakını olmadan, bir gruba yakınlık duymadan işe girmenin giderek imkânsızlaştığı ülke gerçeği mi?

Bu iç acıtan sorulardan sonra 17 yıla sığdırılan genel duruma bakalım!

Her şeye rağmen günü kurtaranlar var, yarın ola hayır ola diyenler var, öbür gün için umutlu olanlar var, geleceği sahipsiz görenler var, günü havada tavada karşılayanlar var, yarına şüpheli ve umutsuz bakanlar var…

Yine Cumhuriyetin kurucu felsefesine her koşulda sahip çıkanlar var, kendine her koşulda görev yaratanlar, durumdan vazife çıkaranlar var, elini taşın altına koyanlar var, bu arada sorumsuzluğun tavan yapması karşısında sesini duyuramayanlar ve insanı teskin etmeyen teselliler var…

Peşkeş çekilmeyen kamu kurumu kalmadığını, birikimlerin savrulduğunu, ülkede satılacak yer ve alanın çok azaldığını, yolsuzlukların, kadın cinayetlerinin, istismar, taciz, hayvanlara yönelik şiddetin arttığını, kurumlara akrabaların yerleştirildiğini, bilimin müfredattan çıkarıldığını, bilimden duyulan rahatsızlık sonucu bilimsel yeterliliğin yerini ilmi yeterliliğin aldığını, “bilim adamı” yerine “ilmi yeterliliği olan kişi” dendiğini unutmayalım.

Oksijen depolarımızı yakmakta sınır tanımadığımızı, 1 günde 27 yangınla rekora koşarken yangınların yüzde 95’inin insan kaynaklı olduğunu unutmayalım. İzmir’den Balıkesir’e, Muğla’dan Bodrum’a, Milas’tan Çanakkale’ye, Antalya’dan Marmara Adası’na, Antep’ten Sinop’a, Seyitgazi’den Eceabat’a, Gebze’den Dursunbey’e uzanan bu yangınların toprağı çırılçıplak bıraktığını gözardı etmeyelim.

Yeşilin ve ormanın insanı sakladığını, ona baktığını, onu doyurup koruduğunu, börtü böceğe ev sahipliği yaptığını hiç akıldan çıkarmayalım. Hele de onu yok edersek insanın da yok olacağını hiç unutmayalım! Ne derler eskiler; “İki göç bir yangın eder.” Bu kaçıncı göç ve kaçıncı yangın?

Sözü buraya getirmişken tarımdaki drama girmek gerekir, ancak girsem çıkamam! Sadece bir soruyla yetinirsem! Bir zamanlar dünyada tarım ürünleri kendisine yeten 7 ülkeden biriyken, şimdi 125 ülkeden tarım ürünleri alan bir ülke durumuna nasıl geldik?

Daldan dala atladığım örneklerden sonra demem o ki; Bu ve benzeri konuların yakasını bırakmayan biri olarak, iç siyasetteki egemen aktörlerden gerekçeli değil, gerçekçi yanıtlar beklemek yurttaş olarak hakkımız olmalı…

Tüm yazılarını göster