Hilmi Hacaloğlu'ndan Can Atalay'a mektup: Bu iflah olmaz kötülük senin Hatay'dan milletvekili seçilmen sonrası da devam ediyor

Abone ol

Gazeteci Hilmi Hacaloğlu Gezi tutuklusu ve TİP'ten milletvekili seçilmesine rağmen halen hukuksuzca tahliye edilmeyen Can Atalay'a mektup yazdı. İşte o satırlar...

Gazeteci Hilmi Hacaloğlu, Birgün’de yer alan ‘Dışarıdan içeriye mektuplar’ serisinde, TİP'ten aday gösterilerek Hatay milletvekili seçilen Can Atalay'a ve diğer Gezi tutuklularına seslendi.

Hacaloğlu, "İnsanın hapisteki dostuna yazması kolay olmuyor" diyerek Birgün’de şu satırları kaleme aldı:

“Sevgili dostum
Şerafettin Can Atalay,

Aslında aylardır yazmak istiyorum sana. Ama insanın hapisteki dostuna yazması kolay olmuyor. Belki de ben beceremiyorum. Neredeyse her gün çeşitli sebeplerle senden, Çiğdem’den Tayfun’dan, Hakan’dan, Mine Özerden’den, Mücella abladan, Osman Kavala’dan bilvesile mutlaka bahsediyorum. Bazen bir haber oluyor, bazen bir anı ya da attığınız bir tweet, yazdığınız bir yazı oluyor bunun nedeni ama bil ki etrafımdakilerle sizi anmadığım, üzerinize söz kurmadığım bir zaman dilimi hiç olmadı. Fakat yazmak öyle değil. Niyeyse kağıda aktarılan bir kelime dudaktan dökülenden kıymetli. Ama dahası var. İnsan bazı “an”ların içinden çıkamıyor.

Benim için o anlardan biri. 25 Nisan 2022 saat 18:35’ti. İstanbul 30. Ağır Ceza Reisi, Gezi Davası’nda kararı açıkladı o an. Salonda bir an sessizlik oldu. Sonra tepkiler, alkışlar, yuhalamalar. Tayfun ve Mücella abla ile sandalyenin üzerinde “Şunu bilin zulme boyun eğmeyeceğiz, zulme karşı direneceğiz. Elle gelen düğün bayram, Halep oradaysa arşın burada” derken gözlerin öfke saçıyordu. Bu hukuksuzluğu kabullenemiyordun. Gözüm Mücella ablaya takıldı önce. Bir Yunan tanrıçası gibi dimdik duruyordu. Gözleri etrafta geziyor ama kimse ile temas kurmuyordu. Açık adaletsiz karara karşı, içinde fırtınalar koptuğu belliydi. Ama bir taraftan da şaşkındı. Nasıl şaşkın olmasın, senin için sürpriz olmayacak ama seni dinlerken göz pınarlarım çoktan çalışmaya başlamıştı bile.

'KOCAMAN BİR ZULMÜN ŞAHİDİYİM'

Bir ara Murat Utku’yu gördüm. Hemen yanında Nadire Mater. Hemen önlerinde Çiğdem. Yeni dönmüştü yurtdışından, ayağının tozuyla gelmişti karar duruşmasına. Sözünü esirgemez Çiğdem. Mahkemede de, sonrasında cezaevinde takip ediyorum hep. Ağrı Dağı gibi vakur. Ama o an o da sarsılmıştı, bütün salon gibi. Kürsünün sol tarafında Hakan Altınay gözüme takıldı. Eşi Hande Altınay ile sarıldılar birbirlerine. Benim yüreğime bir yumruk gibi oturdu enstantane. Çıkamadım içinden. Hakan’ın çocuğu olduğunu duymuştum. Bizim Sera’dan biraz büyük, şimdi üç yaşında olmalı. (Tayfun’un kızı Vera’yı gördüm Twitter’da, bayram sabahı, bir ağacın üzerinde. Yandı içim yine) Ardında onu bırakacak, ne büyük hasret. Ateş bu topraklarda hep düştüğü yeri yakıyor. Mine Özerden’i tanımıyordum. Göremedim o kalabalıkta. Dev bir haksızlık, kocaman bir zulmün canlı şahidiydim, salondaki herkes gibi. Ve çaresizdik.

'HEPİMİZ ORADAYDIK'

Halbuki Gezi, bu toprakların 21. Yüzyıl’da gördüğü en güzel şeydi. Hepimiz oradaydık. Ve sadece ilk üç gün değil. Sosyalisti milliyetçisi, Türk’ü Kürt’ü, laiki -evet çok geniş kitlelerle olmasa da- mütedeyyini, genci yaşlısı, yaşadıkları kentin betona peşkeş çekilmesine karşı yan yana durmuştu. Türkiye’nin dört bir yanında da bu duygu, bu itiraz karşılık bulmuştu. Ama sonrasında Gezi’nin yıldönümlerinde belki biraz daha azaldı bu ilgi. Ve şimdi binlerin milyonların hep beraber örgütlediği bir büyük halk itirazının sorumluluğu birkaç kişinin sırtına yüklenmekteydi. Bir demokrasi resitalinden size 18 yıl, Osman Kavala’ya müebbet hapis suçu icat ettiler. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları ortayken.

Bu büyük vicdansızlık, bu akıldışı hukuksuzluk, bu iflah olmaz kötülük senin 14 Mayıs’ta Hatay’dan Türkiye İşçi Partisi milletvekili seçilmen sonrası da hiç ivme kaybetmeden devam ediyor. Bu memleketin kurucu iradesi açıktır, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. Hatay halkının iradesiyle milletin vekili oldun. Yüksek Seçim Kurulu adaylığın için engel görmedi, mazbatayı arkadaşlarına verdiler, Meclis’te odan var. Ama sen hala cezaevindesin. Utanmak da bir erdemdir. Lakin görülüyor öyle bir karabasan iklimindeyiz en temel insani vasıflar, vicdanlı olmak, utanç duymak filan bile unutulmuş halde. Ne yazık, ne acınası bir “dava” sahibiymiş dönemin kudretli zalimleri.

Benimle ilgili hep anlattığın hikayedendir belki, çok severim Nazım’ın “Kuvayı Milliye”sini. Şiirdir, destandır, mazlum bir halkın önce kendisine sonra dünyaya meydan okuyuşunun en güzel halidir. “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim” der ya bir yerinde. Hakikaten öyle. Burası bizim, bu topraklar ona gözü gibi bakmaya sevdalı, onu yok etmek için yemin etmişlerle her koşulda dövüşmeye yemin etmiş bizlerin. Bu sevda, bu kavga, bu yol uzun. Yan yana kalmaya, mutlaka daha güçlü bir şekilde dayanışmaya, daha çok mücadele etmeye ihtiyacımız var. Birkaç gün önce Mustafa amcayla söyleştiğimizde dediği gibi “söylemekten başka şeyler yapmalıyız.” Tayfun’u, Hakan’ı hasretle kucaklıyor, candan selam ediyorum. Her zaman yanınızdayım.”

Gerçek Gündem'i Twitter'da engellemelere takılmadan takip edin Güncel ''Acı reçete sürekli vatandaşa kesiliyor" Siyaset CHP'den Madımak Katliamı için kanun teklifi Siyaset Ölümcül hastalığına rağmen cezaevinde, aylardır ilacı temin edilemiyor Gündem