Tarif, Taltif ve Taraf Arasında Gidip Gelenler…

Tarif sözcüğünün tarif etme tanımlama dışında doğuda yaygın olarak kullanılan bir anlamı daha vardır: “Teriflemek”, yani methetmek, yani övgülere doyamamak, yani methiyelere boğmak…

Neşe Doster Yazar nesedoster@yahoo.com

Hal böyle iken başlığı alıp siyasilere taşıdığımızda ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor. Tanımlara sığmayan, tariflere dar gelen, taltiflere doyulmayan bu alanda dün söylediğinden bugün 180 derece dönüşler mi dersiniz? Milletten oy alamayan, ama alınan oyları çeşitli ve kıvrak çalımlarla iç etmeyi başaranlar mı dersiniz? Sınırları aşarken sinirleri yerle bir eden taltif ve ikramlar mı dersiniz? Yolsuzlukla suçlayıp içeri tıkma ya da vaatlerle süslü transfer operasyonları mı dersiniz? Yoksa taleplerle tahminler arasındaki uçuruma mı takılıp kalırsınız? Ve en önemlisi millet yoksulluktan inim inim inlerken, feryatlar arşa varmışken tüm bunları duymayan, görmeyen ve önemsemeyenler mi dersiniz? İşin o boyutunu sade yurttaşlar olarak biz ne biliriz? Bu ancak o alanın uzmanlarının, yetkili kurumların, daha doğrusu kulların ilgi ve bilgi alanına girer…

Bizim bilip gördüğümüz, yaşayıp tanık olduklarımız sınırlı ve kısıtlıdır; Konuyu soruyla açarsak? Politik gerginlikler, siyasilerin ayar veren baskıları, artan yaşam maliyeti, yarınlara ilişkin hayal ve beklentilerimizin yüzeysel ve kısa olup, soru işaretlerimizin uzun ve çengelli oluşu, trafikte önümüze çıkan acemi sürücülerden çektiklerimiz, markette gözümüze ve cüzdanımıza çarpan fiyat etiketleri, televizyonlardaki kutuplaşmalar bünyede nelere mi yol açıyor?

Tamam mı? Tamam değil tabii ki…

Yine şaha kalkan yoksulluk, kiraların ağız uçuklatan ederi, oy alamadan belediye satın almanın yolları, toplumda yaratılan altı boş zarfı dolu algı yönetimi, DİB’in Cuma hutbelerinde “Türk Medeni Kanunu” “Miras Hukuku” ve “Kadınların eşit miras hakkını” hedef alan çıkışları, anayasayı ihlal eden hamleler ve cumhuriyetin temel kolonlarına yapılan saldırılar toplumda nelere mi mal oluyor?

Bu soru ve daha doğrusu sorunu uzman görüşlerden yararlanarak sıralamaya çalışalım; başta gizli depresyon olmak üzere, kaygı arttıkça umutsuzluk çoğaldıkça ilaçlara sığınma artıyormuş, sürekli sıkışmışlık hissi, keyif alma duygusunun azalması, depresif ruh halinin yaygınlaşması, sürekli yorgunluk hissi, odaklanma zorluğu yaratıyormuş. İştahın azalması, ya da tersine aşırı yeme isteği, nedenli nedensiz ağlamalar, içe kapanma ve boşluk hissi giderek yaygınlaşıyormuş…

Bitmedi. Biter mi?

Bu arada kadınlar öldürülüyormuş, sahte diplomalar ortada cirit atıyormuş, sokak ortasında çocuklar katlediliyormuş, kötülük yapmak için, kin tutmadan ötürü, başıboşluk nedeniyle ve denetimsizlik başı çektiği için kazalar, yangınlar, afetler, cinayetler alıp başını gidiyormuş... Önemli mi? Önemli olan siyasi transferler değil mi?

Yine rant uğruna, çıkar uğruna, uçsuz bucaksız yeşilin, bereketli toprakların, derelerin, kıyıların, ormanların, doğanın anası ağlatılıyormuş. İnsanlar açlıktan ölmemek için çöplerden, pazar artıklarından yiyecek topluyormuş, yoksullukla varsıllık arasındaki uçurum her gün biraz daha artıyormuş... Ne kıymeti var. Seçimlerden bu güne transfer sayısı 57’yi bulmuş ya!

Soru notu: Eskiler ve gelişmiş batının; “Gelecek kuşaklara entelektüel miras bırakın, ancak o zaman kuşaklar arası iletişim sağlanır ve yarınlar daha güçlü nesillere teslim edilir!” şeklindeki vasiyet gibi algılanması gereken bu özlü sözün yerini eskiden sadece sporda karşımıza çıkan transfer kavramının günümüzde siyasette karşılık bulması gençlere miras olarak bırakılır mı?

Hatırlatma notu: Ne diyor Mehmetçik; “Siperin arkasında vatan vardı, dayanacaktık!” Bu söz çok kıymetli buluyor, kullanıyor ve şunu ilave ediyorum. Özellikle biz kadınlar; Kadını yok sayan, eve tıkmaya çalışan, aman vermez kadın cinayetlerinde suskun kalan zihniyete karşı üstü çizilenlerin altını çizmek, yetinmeyip Cumhuriyetimizin temel kolonlarına karşı yapılan saldırılar karşısında dik bir duruş sergilemek zorundayız…

Yine asla geri adım atmayıp görünmeyen yüzleri önemsemek, işitemediğimiz çığlıklara kulak vermek, yarınlarımız için, ülkemizin geleceği olan çocuklarımız ve torunlarımız için, aydınlık Türkiye’nin kararmaması için mücadele etmek zorundayız…

Unutmayalım ki; Kendimize gelmezsek hiç bir yere gelemeyeceğimizi bilmek zorundayız. Kadını yok sayan, kazanımlarını kısıtlayan, dört duvar arasına sıkıştıran öneri ve uygulamalar karşısında kenetlenerek, bilinçlenerek, sorunları görüp göstererek dik bir duruş sergilemeliyiz. Bunun için de; Hayatın her sahasında ve her sayfasında: Sağlıktan, siyasete, eğitimden bilime, tıptan, sanata ülkemizin ve toplumumuzun kurtuluşu ve aydınlık yarınları için yer ve görev almalıyız. Ve bunu Büyük Atatürk’e ödenemez borcumuz saymalıyız…

Not: Keşke bu yazının başlığı umut ya da güven içeren bir tümce olsaydı. Mehmetçik’lerin dediği gibi…

Tüm yazılarını göster