Hayata tutunabilmek, yüreklere dokunmak, işin neresinden tutacağını bilmek vb. kişiden kişiye değişir kuşkusuz. Şanslı isek doğarken bir sıfır önde başlarız. Çünkü arkamızda kırıp dökmeden yolu çizen, arka çıkan, sırt veren, sorun çözen, maddi destek sağlayan bir ailemiz vardır. Kimi baba evinde başlayan çevresel ve toplumsal kurallarla büyür, bu baskı ve eril dil koca evinde de devam eder, çünkü o öncelikle babasının kızıdır, o kocasının karısıdır, o çocukların annesidir, yani kendisi değildir, başkalarının adıyla, sanıyla anılır, tanıtılır, tanıştırılır. Karısı ölen erkeğe hemen eş aranır. Kocası ölen kadın için; “el alem ne der?” denir!
Gelelim ülke atmosferini yansıtan konulara…
AKP 25. 26. 27. Dönem Erzurum milletvekili olarak TBMM’de yer alan, 1972 doğumlu olmasına rağmen ticari zekası çok gelişmiş, aşırı yetenekli bir hemcinsimiz var. İnşaat sektöründen çiftliklere pek çok alana el atmış ve tuttuğu da altın olarak, uçsuz bucaksız servet olarak ona geri dönmüş. İngiltere’de çiftlik, Afrika’da madenler, son derece lüks bir yat, 100’e yakın taşınmaz, 3 AVM, milyonlarca dolarlık birikim ve kilolarca altını var kendisinin. Az şey mi? Ama kadınlar için ne yapmış derseniz? Ona dair bilgi yok…
Bu özgün ve özel örnekten sonra gelelim isyanla mukadderat arasında gidip gelenlere! Bazen ayaklarının üzerinde duran, bazen de savrulup gidenlere! Özellikle de anlatılmaya değer pek çok hikayesi olanlara! Çocukların eğitimi, evin düzeni, dar bütçelerle yaşamın devamı için elini taşın altına sokanlara! Aile büyüklerinin sağlık sorunlarına omuz verenlere! Çocuklarına öğretmen, mutfağına aşçı, hastalara bakıcı, düzenlemede mimar, bütçede ekonomist olanlara! Özetle evdeki konforu sağlayanlara! Bunca çok şapka ve sıfata rağmen bir de değerimiz bilineydi diyenlere! Daha da önemlisi ve altı çizilesi ise “tüm bunları kadınlar yapmasaydı erkekler ne kadar başarılı olurdu?” sorusuyla noktayı koyanlara…
Hal böyle iken! Neden kadın istihdamı dünyada yüzde 60, bizde yüzde 34 iken bu konuda gerekli adımlar atılmıyor? Bu “evinizde oturun!” demenin yolu yordamı olmasın? Oysa biz hareket alanımızı daraltmayın diyor, soyadına sığınmadan birinin kızı, diğerinin karısı, falancanın kardeşi gibi bağlara güvenmeden kendimiz olalım istiyoruz. Örneğin STÖ’lerin ve siyasi partilerin yönetim kurulunda var olmamıza rağmen neden karar mercilerinde yokuz? Bize düşen bahane ve mazeretlere sığınmadan karar mekanizmalarında yer ve görev almaktır.
Tüm bunlar yorucu sorular ve konular olabilir. Burada biraz soluklanıp, toplumsal tabloya göz atalım.
Geçen hafta kadın ve cumhuriyeti anlatırken pek çok kadından şu soruyu duydum? Önceliklere bakınca, aşsız mutfak, işsiz koca, diplomalı evlatlarımızın ev genci oluşu, vb. gibi nedenlerle sanatsal etkinliklere bütçe nasıl ayrılır? Müzik dinlemek neyi çözer? Kafa karışık olunca kitap nasıl okunur? Bilet fiyatları artınca tiyatroya nasıl gidilir? Sonuçta sosyalleşme olmayınca zorunlu olarak kopan insani bağlar nasıl onarılır? Haklı nedenlere dayanan soruları tartıştık, çözüm yolları araştırdık ancak şu soruya yanıt bulmakta zorlandık; “Öfkeli toplum olmanın, korkularla yaşamanın, kindar nesil olmanın taşları iyi ve sağlam döşendi, nasıl aşacağız?”
Konuyu bağlamaya çalışırken dedim ki; Gelişmiş batıdan çok daha önce 1930 yılında bize verilen oy hakkının, İsviçre’de 1971 yılında, Afganistan’da 1965 yılında verildiğini unutmayalım. Atatürk’ün sağladığı kazanımlarımıza sahip çıkalım. Bugün gelinen noktada İsviçre’deki kadınlara bakalım, sonra da dönüp yürüyen hapishane dedikleri “burka” içindeki kadınlara, daha doğrusu Taliban’ın nefes aldırmadığı ülkenin ruh halinin aynası olan Afganlı hemcinslerimize bakalım…
Yetinmeyelim! Dünyada sadece 25 ülkede kadınların devlet ya da hükümet başkanı olarak görev yaptığını, Suudi Arabistan’da kadınların seçme ve seçilme hakkını 2015 yılında kazandığını, cinsiyet eşitliği sağlayan ülkeler Finlandiya, İzlanda, Estonya’nın geldiği yeri hep akılda tutalım…
Özetin özeti şu ki; Uygar toplumlarda; nezaketin, dayanışmanın, anlayışın, özverinin, söze ve zamana saygının olmazsa olmaz olduğunu unutmayalım. Tıpkı Atatürk Cumhuriyetinin ektiği tohumları unutmamamız gerektiği gibi. Demek ki bize düşen Cumhuriyet kazanımlarını sıklıkla yazmak, anımsatmak, vurgulamak ve yinelemektir, çünkü unutturmak isteyenler bunun aksini yaymak ve yapmak için sınır tanımıyor ve çok yol alıyorlar.
Yine unutmayalım ki; Bazı yangınlar sönüyor, ama vicdandaki yangın köz, yürekteki yangın kabuk tutmuyor…