Deprem, bölgesel kalkınma ve siyaset(çi)

Bugün köşemizi Türkiye’nin değerlerinden birisi olan, başta liyakatsızlığa isyan edip çeşitli zorluklara maruz kalan sayın Ahmet Katıksız’a ayırıyorum.

Bugün köşemizi Türkiye’nin değerlerinden birisi olan, başta liyakatsızlığa isyan edip çeşitli zorluklara maruz kalan sayın Ahmet Katıksız’a ayırıyorum. Kendisi liyakatsizliğe isyan edip, devlet memurluğunu da bırakırak ailesiyle beraber yurtdışına çıkmış ve yeni bir hayat kurmuştur. Ortaya koyduğu proje ve bölgesel gelişmeye katkılarının engellerle karşılaşması, onu bir bakıma bu sürece itmiştir. Yazısını sizlere sunuyorum.

Buyurun!

***

ENAG’ın kurucusu hani TÜİK’in rakamlarının karşısında hepimizin her gün yaşamın içinde hissettiklerini yansıtarak gerçekleri dile getiren Veysel Hocamın Kalkınma Ajansları üzerine yazdığı yazıdan sonra yaptığım yoruma köşemiz açık demesi üzerine geçtim klavyenin başına!

Bir tarafta ihmaller, tedbirsizlik ve koordinasyonsuzluktan dolayı resmi rakamlara göre 44.000 ama mezarlıklara bakınca çok daha fazlasını gördüğümüz ölümler dururken Anadolu’nun düştüğü yerden kalkması için bakış açısını değiştirmek gerektiğine inandığım için yazıyorum bu yazıyı.

Şehirlerimiz, bizim şehirlerimiz,

Mahallelerimiz, bizim mahallelerimiz,

Köylerimiz, bizim köylerimiz,

Evlerimiz, bizim evlerimiz, ışıkları bir bir sönen...

Her birimizden bir parça koptu. Hayatta olanlarımızın her biri dünden bugüne daha eksik bir şekilde soluk alır olduk.

Ne anlama imkânımız var yaşanan acıları,

Ne de hissetme,

Yaşayan bilir derler ya, öyle işte…

Tam 1 yıl önce bugün Türkiye’den ayrılmak zorunda bırakıldım.

Veysel Hocamın yazdığı Bölgesel Kalkınma alanına 20 yılımı verdikten sonra yaşanan liyakatsiz atamaları zihinsel dünyamda kabul etmemem dolayısıyla baskılara tahammül edemeyerek Anadolu adlı aşık olduğum coğrafyadan ayrılmak zorunda kaldım!

Yıkılan 10 şehrimizin ilçeleri ve köyleri ile beraber yeniden inşa edilmek zorunda. Bu süreçte olması gereken ama asıl kuruluş amacından çok uzakta olan Bölgesel Kalkınma kurumları olan Kalkınma Ajanslarını ve Kalkınma İdarelerini yapısal olarak her zaman savundum.

Kurumsal kültürün simgesi olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın kalkınma yerelden başlar anlayışı ile planlamayı merkezden değil yerinden yapmak adına kurduğu 26 kalkınma ajansı ve 4 bölge kalkınma idaremiz var. Yereldeki ihtiyaç ve beklentileri en doğru şekilde tespit etmek merkezi yönetimin kaynakları Anadolu’ya daha verimli bir şekilde aktarması için kurulmuş yapılar.

YOK OLAN DPT KÜLTÜRÜ

Kuruluş mantığı olarak baktığımızda tam da Türkiye’nin ihtiyacı olan yapılar. Çünkü merkezden bakış açısıyla yereldeki insanların yaşamına dokunamazsınız. Her gün sahada olanlar en doğru planlamayı yapar ve yaşamların içerisine girerek ihtiyaç ve beklentileri karşılarlar.

Devlet Planlama Teşkilatına sonradan entegre edilmiş bu yapılar aynı zamanda planlama kültürünü yerele indirgeyen ve kamunun yatırım önceliklerini belirleme noktasında önemli roller üstleniyorlardı. Maalesef Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapanması yerine Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kurulmasıyla birlikte DPT kültürü ortadan kayboldu. DPT insanların liyakate olan inancıyken, inancın yerini emek vermeden kurum dışından atamalar aldı. Devletin yetiştirdiği isimlerin yerini alanlar kurumsal kültürü de yok ettiler.

Bugün 26 Kalkınma Ajansı ve 4 Bölge Kalkınma İdaresi en ilgisiz oldukları Bakanlıklardan birine Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı bir şekilde çalışıyor. Planlama ve yerinden kalkınma anlayışını geliştirmek, kamunun kaynaklarının kullanımındaki verimliliği arttırmak ve en önemlisi bölgeye ulusal ve uluslararası arenadan daha fazla kaynak getirilmesi için var olan bu yapılar kendilerine ayrılan bütçeleri ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına aktarmaktan sorumlu aracı yapılara dönüşmüş durumda.

Bir örnek vermek gerekirse; kitap okumak ve kütüphane kurmak önemli bir iştir. Fakat bu yapıların kütüphane kurmak yerine model geliştirmek ve bu modelin yaygınlaşmasına öncülük etmeleri gerekirken kütüphaneler kurmakla uğraşmaları, onların etkinlik derecesini inanılmaz ölçüde düşürmektedir... İnsanlar açken ve gelirleri yokken memleketin her tarafını kütüphane yapmanın bir anlamı olmaz. Bu yapıların insanların kitap okuyabilmesi için istihdamı arttırarak refah düzeyini yükseltme süreçlerine katkı sunmaları gerekirken maalesef bundan çok uzaklar.

Devlet Planlama Teşkilatı liyakati kendi içinde koruduğu gibi bağlı kurumlarında da koruyan bir yapıya sahipken, maalesef Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlandıktan sonra, bir ilçeye belediye başkan adayı yapılan şahsın hiçbir devlet memurluğu tecrübesi yokken bir anda bölge kalkınma idaresine başkan olabilmesi akıllara durgunluk veren bir gelişmeydi. Ya da belediyeye istisnai kadrodan özel kalem müdürü yapılmış bölge kalkınma idaresine veri kontrol hazırlama elemanı olarak geçmiş biri bölgesel kalkınma alanında tecrübesi yokken kurum başkanı olabilmişti...

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Son günlerde sosyal medyada gördüğümüz gaza niyetine ok atan AFAD Daire Başkanı’nın da aynı Sanayi Bakanlığı’nda Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış olması da aslında liyakatin geldiği noktayı görmemizi bir kez daha sağladı.

Bugün AFAD’ın başında çekirdekten yetişme biri olmamasını kamuoyu derinden eleştiriyor. Zaten AFAD’ın başında çekirdekten yetişme, kurumsal kültürü bilen ve sahadan gelen biri olsaydı deprem sonrasındaki yaşanan birçok sorunu yaşamayıp belki de bir kişiyi fazladan hayatta tutabilecektik.

Bölgesel kalkınmadaki durum tam da böyle…

Çekirdekten yetişen, bölgesel kalkınma coğrafyasına ve süreçlere hakim olmayanlar yönetici olarak atandıkları için bir yönüyle ENAG ile TÜİK’in verileri örtüşmüyor.

NEDİR/NE DEĞİLDİR BÖLGESEL KALKINMA?

Bölgesel kalkınma deneme yanılma yöntemiyle şekillendirilebilecek bir süreç değildir. Onun yapısal bir sistemi vardır ve yönetim mekanizması sistemi koruduğu müddetçe elde edilen başarı artar. Siyasi basamaklardan hızla yükselmişlerin bu yönetim kadrolarına atanması ve her seferinde yeni gelenin taa baştan her şeyi şekillendirmek istemesi hem kurumsal etkinliği azaltmış hem de çalışanların enerjisini tüketmiştir.

Kurumlarda liyakat sağlanmadığı, siyasetle yönetimler belirlendiği müddetçe Türkiye kısır bir döngünün içine hapsolmaya mahkumdur. Ben, tercihimi yaptım. Memuriyeti, kariyerimi, yıllarca verdiğim emekleri, ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından anlatılan hikayem dahil her şeyi geride bıraktım. Ve Türkiye’den ayrıldım. Ayrıldım demek kolay. Nasıl ayrıldım onu bir ben bir de Allah bilir. Zaten istedikleri buydu. Kendilerinden daha iyi olanlar sistemden çıkacak ki liyakatsizlikle geldikleri koltukları sağlamlaşsın.

Koltukta oturmak sorumluluktur. Depremin üzerinden neredeyse 20 gün geçti. Bölgesel Gelişme alanında sorumluluk sahibi olan kurumlar ve kişiler neler yaptılar?

Sahaya indiler mi?

Hangi bölgede/bölgeye göçün nasıl olması gerektiğine dair çözüm önerileri ortaya koydular mı?

Yanıtlar koca bir HAYIR!

Bugün kurumların asli görevlerinden uzaklaşmasının acısını bütün toplum olarak yaşıyoruz. Bir günde on binlerce insanını kaybetmiş bir coğrafyanın insanları olarak artık biraz daha şu anlamsız kavgaları bırakarak gerçek manada halk olarak dayanışmayı sağlama zamanımız gelmedi mi?

Gelmedi diyorsanız daha yaşayacak çok acımız var demektir!

Bu acı hepimize bir ömür yeter!

Çocuklarımıza acının olmadığı bir coğrafya bırakmak dileğiyle,

Köşenizi bana açtığınız için teşekkür ediyorum Veysel Hocam…

Selam ve saygılarımla

Ahmet Katıksız

Etiketler
Veysel Ulusoy Türkiye