Bir solcunun mülteci sorunu

Özellikle batı dünyası için son yirmi yılın en büyük sorunu mülteci krizi olmuştu. ABD ve müttefiklerinin rakibi olmadan dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde...

Özellikle batı dünyası için son yirmi yılın en büyük sorunu mülteci krizi olmuştu. ABD ve müttefiklerinin rakibi olmadan dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde başlayan “Arap baharı” ve benzeri hareketler başta Avrupa ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülkeye pahalıya patlamıştı. Mülteci krizinin çoğu batı ülkesinde karşılığı aşırı sağın yükselişi oldu. Sağın kendi ülkesine yabancı bir ülkeden giriş yapan milyonlarca “yabancıya” vereceği tepki aşağı yukarı belliydi. Peki ya sol ne yapmalıydı?

Solun mülteci krizine uluslararası tepkisi

Dediğim gibi, sağcılar için tartışılacak pek bir şey yok. Yabancı karşıtlığı pek aşina olmadığımız bir kavram değil. Mantıktan ziyade güdülerle açıklanabilecek bir takım tepkilerden bahsediyorum. Ancak sol için işler değişiyor. Çünkü solcular arasında dünyanın her yerinde bir çekişme var. Mülteci krizine bakış açısı her solcu için aynı gibi gözükmüyor.

Suriye iç savaşının başlarında gerçekleşen batıya mülteci akınındaki görüntüleri dün gibi hatırlıyorum. Havaalanında koridor oluşturan liberalleri… Ellerinde “mülteci kardeşlerimiz hoş geldiniz” pankartlarıyla… dünya çapında sol görüşlülerin ortak fikri gibi olmuştu o zamanlar. “Mülteciler her zaman kabul edilmeli” fikri insanların aklına yerleşmişti. Aksi yönde görüş bildirenler “zenofobik” (yabancı karşıtı) olmakla suçlanmışlardı.

Peki bunun aksi yönündeki görüş ne olabilirdi? Neticede bir solcunun bakış açısı sağcınınki gibi güdüsel olamazdı.

Geçtiğimiz haftalarda bir yazı gördüm. İrlanda Merkez Bankası ülkeye yeterince göçmen gelmemesinin maaşların düşmemesine sebep olacağını endişeyle söylüyordu. İrlanda Merkez Bankası bu konuda kendisi kadar açık sözlüsü olmasa da tek değildi. Batı merkezli bir çok şirket ve kurumun “yabancı sevdası” ucuz iş gücü merakından öteye gitmiyordu. ABD’li muhafazakarlara cevap verilirken hep “kayıt dışı göçmenlerin ekonomiye katkısı” üst başlık olarak sunulurdu.

Kendi ülkesinin muhafazakar beyaz çoğunluğunu düşünün. Kendi yaptığı işin iki katını yarı fiyatına yapacak kadar zor durumda bir insan onun yerine işe alınınca ne tepki verirdi? ABD’li liberaller buna “sanki tarlada sen çalışacaktın da onlar işini elinden aldı. Pasta hepimize yetecek kadar büyük” diyorlar. Ancak bu İrlanda Merkez Bankası’nın söyledikleri kafama takılmadı değil. Demek ki maaşları aşağıya çekebilmek için göçmenlere ihtiyaçları vardı.

Birçokları İrlanda’nın “insani yardım” adı altında ucuz iş gücünü istismar eden ülkeler arasında en önde gelenlerinden olduğunu söylüyor. Sürekli göçmenlerin işçi sınıfının kazancını arttırdığını yineleyen ekonomistlerin söylediğine epey ters bir durum bu.

Neo liberal “hümanizm”

Batı dünyasının azınlıklara ses verme ve sahip çıkma heyecanının altında biraz da bu ucuz iş gücü merakı yatıyor. Emperyalist savaş makineleri ve onların istihbaratları okyanus aşırı ülkelerde darbeler ve ekonomik saldırılar tezgahlar, dağılan ülkelerin parlak bireyleri yeni “azınlık dostu” kurumlar tarafından batıda işe alınır, mülteci olmak zorunda kalan sıradan vatandaş ise yıllarca emeğinin istismar edileceği şirketlerde ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda bırakılır.

Bir de bunun kültürel boyutu var. İsveç bunun en korkunç örneklerinden birisi. Kültürel olarak kendisiyle tamamen ters olan göçmenler nüfusun %5’inden fazlasını oluşturuyor. Mültecilere sahip çıkan İsveçliler bile “entegrasyon” sorunu yaşandığını itiraf ediyor. İsveçlilerin yavaş yavaş terk ettiği şehirler, girilmez bölgeler mevcut. Ülkenin kültürel yapısı son on yılda ciddi anlamda değişime uğramış.

Solun bu konudaki duruşu ise canımı çok sıkıyor. Batılı vatandaşların yaşadığı sorunlar otomatik olarak “beyaz üstünlükçülük” diye açıklanırken göçmenlerin hiçbir güvence olmadan ucuz iş gücü olarak çalıştırılması görmezden geliniyor.

Bu derece ciddi bir kriz varken solun “zengin ve neo-liberal” görüşten olmayanların sorunlarına kulağını tıkaması sağın yükselişine ön ayak oldu. Normalde ırk veya etnik köken ayırmaksızın kendisini temsil etmesi gereken sol partilerden fayda bulamayan işçi sınıfı beyazlar kendilerini sağ partilerin kucağına bıraktılar. Mülteci sorununa karşı aranacak sahici çözümler “yabancı düşmanlığı” içinde kayboldu gitti.

Türkiye ve işin doğrusu

Türkiye’nin mülteci sorunları batıya nazaran çok daha ağır. Nüfusumuza göre İsveç’i aratmayacak kadar sığınmacıyla karşı karşıyayız. Fakat batının aksine mülteci dostu %50’ye karşı mülteci karşıtı %50 bizde yok. Nüfusun çok büyük bir kısmı mültecilere tümden karşı.

Bana göre işin doğrusu ise ülkelerin uzak coğrafyalardaki emperyalist akınlarının ve istismara açık göçmen politikalarının karşısında olmak ancak düşmanlığın zor şartlarda yaşayan mültecilerin kendilerine dönmesine izin vermemek. Kimse evini, hayatını bırakıp başka ülkede zor şartlarda yaşamayı keyfi buyurduğu için istemez. Solun kimlik siyaseti adı altında neo-liberal politikaların savunuculuğuna soyunduğu tek konu da maalesef bu değil. Emek sermaye çatışmasının hangi cephesinde olduğumuza dikkat ettiğimiz günlere… Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.