ABD'nin ırkçılıkla mücadele paniği

Batı toplumunun kanayan yarası ırkçılıkla mücadele için her dönemde farklı taktikler izlendi. Otobüs’te ayağa kalkmayı reddeden Rosa Parks’tan Martin Luther...

Batı toplumunun kanayan yarası ırkçılıkla mücadele için her dönemde farklı taktikler izlendi. Otobüs’te ayağa kalkmayı reddeden Rosa Parks’tan Martin Luther King’e uzanan hak hareketleri yerini zamanla “renk körlüğüne” bıraktı. Yani insanların tercihlerinde karşısındakinin ten renginin önem arz etmemesi gibi. Ancak geçtiğimiz on yılda yeni bir ayrımcılıkla mücadele yönü ortaya çıktı; Critical Race Theory (CRT) yani Eleştirel Irk Kuramı.

Nedir bu CRT?

Aslında uzun zaman önce CRT ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Batının bu yeni ayrımcılıkla mücadele yöntemine eleştirilerim vardı. Şu an bu konuya geri dönüyorum çünkü ABD’de gündemi epeyce işgal ediyor. Tüm şirketler, kurumlar ve tanınan kişiler bu ideolojiyi benimsediler fakat ırkçılıkta azalmayı bırakın sürekli artış var. Peki nedir bu CRT?

Özetlemek gerekirse CRT uzun yıllar önce ABD akademisinde ortaya çıkan ve ırksal ilişkilere alternatif bir bakış açısı getiren bir düşünce sistemi. ABD’li siyahların sistematik ayrımcılığa maruz kalmasının sadece ırkçılık eylemi yapanların değil buna ses çıkarmayanların da suçu olduğunu düşünen bir sistem. ABD’deki yoksulluk da dahil olmak üzere tüm adaletsizlikleri bu ırk ilişkileri ile bağlayan bu yapı, aynı zamanda apolitik olmakla ırkçı olmak arasında fark olmadığını söylüyor. Dahası ideolojinin temelinde fırsat değil sonuç eşitliği isteyen bir eğilim var.

İşte bu ideoloji Hristiyanlığın etkisinin azalarak bitme noktasına geldiği beyaz orta sınıfa bir ruhsal arınma aracı olarak yetişti. CRT ırk temelli bir ideoloji olsa da Intersectionality (kesişimsellik) adı verilen bir analitik çerçeve ile diğer kimlik gruplarının kesişmesi ile farklı ayrımcılık deneyimlerinin ortaya çıktığını iddia ediyor. Bu nedenle sadece ırk değil, erkek egemen ve hetero normatif toplum yapısına eleştiri yapan bir üst şemsiyenin bir halkası konumunda oluyor. Yani CRT’nin yaptığı ırksal çıkarımların LGBT ve kadın hakları meselelerinde de yapıldığını söylemek mümkün.

Peki sorun nerede?

CIA’dan ABD ordusuna, ABD’nin mevcut hükümetinden bütün uluslararası şirketlere bu ideoloji benimsendiyse sistematik ayrımcılığın bitmiş olması gerekirdi, değil mi?

İdeolojinin bilimsellikten uzak yapısının yanı sıra basit mantığa aykırı olan tarafları da var. CRT’nin ırkçılık tanımı aslında çok basit; güç + önyargı = ırkçılık. Yani bizim aşina olduğumuz önyargı=ırkçılık fikrine yeni bir element daha ekliyor. Bu da batı toplumunda azınlık sayılan kişilerin ne kadar ayrımcılık yaparsa yapsın “ırkçı” damgası yiyemeyeceği anlamına geliyor. Beyazlar sahip oldukları imtiyazlar nedeniyle doğuştan ırkçılar ve hayatlarını bunun bedelini ödemek için geçirmeliler.

CRT’nin “kutsal kitap” gibi davranılan kitapları da var. Üniversitelerde beyazlara okuma zorunluluğu getirilen kitaplar bunlar. İbram X Kendi’nin “Nasıl Irkçılık karşıtı olunur?” ve Robin DiAngelo’nun “Beyaz Kırılganlığı” kitapları. Eğer CRT’nin ne olduğunu anlamak istiyorsanız bu iki kitabı okumanız yardımcı olacaktır.

Kendi ve DiAngelo ırkçılığı tanımlarken “ ırkçı olmamanız yetmez ırkçılık karşıtı olmak zorundasınız” ifadesini kullanıyorlar. Ve beyazların günlük hayatlarında yaptığı çoğu hareketin ırkçılık temelli olduğunu iddia ediyorlar.

CRT’nin en korkutucu kısımlarından birisi çekinmeden liyakatin ve objektifliğin “beyaz üstünlükçü aracı” olduğunu söylemesi. Eğer 2 kişinin işe alınacağı başvuruya 5 kişi geliyorsa alınan 1 kişi beyaz 1 kişi siyah olmak zorundadır. En iyi ikisinin alınması demek 2 beyazın alınması demek oluyorsa orada ırkçılık vardır, bu nedenle liyakat beyaz üstünlükçülüğe hizmet eder.

İşte bu sayede insanların kimliklerine bakılmadan yapılan “kör mülakatlar” kaldırılıyor. Şirketler işe alırken yeteneklere değil kimliğe bakmaya başladılar.

Bu ırkçılıkla mücadele sisteminin yavaştan bir dini yapıya bürünmesi uzun sürmedi. Bu kutsal kitap olarak görülen kitapların okunması üniversitelerden mezun olmak için şart koşuldu.

Üniversitelerde “ayrımcı” sayılabilecek konuların es geçileceği öğretmenlere tebliğ edildi. Şirketlerde beyaz erkeklere özel “ayrımcılık” seminerleri düzenlemeye başlandı.

Erkekler bir şey yapmasalar bile “kadınlardan ve tüm azınlıklardan imtiyazlarım için özür dilerim” dedikleri bildiriler imzalatıldı.

Üniversite profesörleri “Ben bir ırkçıyım, daha iyi olacağım” dediği metinler yazıp imzalamak zorunda bırakıldı.

Okullarda “beyazsız alanlar” kuruldu. Yani sadece siyah öğrencilerin gidebildiği yerlerdi bunlar.

Batıdaki bu delirme halinin üstüne George Floyd cinayeti işlendi. Ve yavaş yavaş kurulan bu dini yapının “peygamberi” bulunmuş oldu. Floyd’un öldüğü yere heykeli dikildi. Öldüğü noktada vaftiz edilenler oldu. Doğuştan günahkar beyazlar için kendini feda eden Mesih’ti o artık. Bu son söylediklerim benim çıkarımlarım değil. ABD’li liberaller bunu açıkça söylüyorlar. Belki o çok dalga geçtikleri semavi dinler gibi görülmemek için Mesih demiyorlar ama öyleymiş gibi davranıyorlar.

Her dini yapıda olduğu gibi bir kiliseleri de oluştu. Yani sürekli “ırkçı” (günahkar) olduğunu söyleyip daha iyi olacağını (tövbe edeceğini) iddia eden ve hayatını beyaz üstünlükçülerle (kafirlerle) mücadele etmeye adayan beyaz orta sınıf ABD’liler ortaya çıktı.

İşin en korkunç tarafıysa bu ideoloji düşünce özgürlüğünü terk etti. Batılı solcular artık düşünce özgürlüğünün de aşırı sağın oyuncağı olduğuna inanıyorlar. Düşünce özgürlüğü, sonuçlardan özgür olmak değilmiş artık!

Bir de şunu belirtmek lazım. Bu ideoloji ortaya çıktığından beri ırkçılık arttı. Aşırı sağcılar “İyi ki CRT var” diyorlar. Çünkü o seminerlere yollanan tüm beyaz erkekler sahip olmadıkları bir imtiyazdan dolayı suçlandıklarını hissediyorlar. CRT’ye göre tüm beyazlar biraz ırkçıdır. Çünkü hepsi imtiyaz sahibidir. Ancak Virginia’da madende çalışıp 3 çocuğunu geçindirmeye uğraşan beyaz babanın bu imtiyazdan haberi yok. Ve parmakla gösterilip ülkedeki tüm sorunların müsebbibi ilan edilmesi onu sağa yavaş yavaş itiyor. Bunu ABD’den alın Avrupa’ya da uyarlayın, formül hep aynı.

Medyada sürekli döndürülen “batıda aşırı sağ güçleniyor” haberlerine bir de bu açıdan bakmak zorundayız.

Şu an neden CRT gündem oldu?

Çünkü çoğunluğu sağcılardan oluşan ama içinde libertaryen ve sosyalistlerin de olduğu bir kesim CRT’den rahatsız. Bu ideolojinin okullarda okutulmasının tehlikeli olduğunu düşünüyorlar ve bir çok veli çocuğunu okuldan almaya bile başladı. Bazı muhafazakar eyaletler CRT’nin okullarda öğretilmesini yasakladılar. ABD’nin özetle çok konuşulan gündem maddelerinden birisi bu oldu.

Benim bu ideolojiye bakış açım ise hiç olumlu değil. Çünkü CRT ve türevlerini solun etkisizleştirilme aracı olarak görüyorum. ABD başta olmak üzere tüm dünya milletlerinin eşitsizlik ve adaletsizlik sorunlarına sadece kimlik tarafından bakarak insanları birbirine düşman eden bir fikir bu. Evet ABD’nin zengin sınıfı büyük çoğunlukla beyaz. Irkçılığın da içinde olduğu bir takım tarihsel gerçeklerden ötürü böyle. Ancak beyazların yine büyük çoğunluğu siyahlar gibi yoksullar. Gelir adaletsizliği, emeğin değersizleştirilmesi yerine neo-liberal merkez solunun dikte ettiği yolda kimlik siyaseti tercih edildi.

Size soruyorum, CIA’nın FBI’ın ABD ordusunun, Twitter’ın, Facebook’un Apple’ın ve diğer tüm güç odaklarının benimsediği bir ideoloji nasıl halk dostu olabilir? Nasıl ezilenlerin, azınlıkların sesi olabilir? CRT adına yazacak ve anlatacak çok şey var, önümüzdeki aylarda daha çok konuşulacak gibi de duruyor. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.