ABD Brezilya'yı da karıştırmış!

ABD’nin uluslararası maceraları genellikle seçim dönemlerinde ortalığa saçılırdı. 2008’de Obama’nın kampanyası Bush ve Irak işgalini eleştiriyorken 2016’da...

ABD’nin uluslararası maceraları genellikle seçim dönemlerinde ortalığa saçılırdı. 2008’de Obama’nın kampanyası Bush ve Irak işgalini eleştiriyorken 2016’da Trump’ın kampanyasının hedefi Hillary Clinton ve Obama’nın Ortadoğu maceraları olmuştu. ABD’nin kirli çamaşırları bu dönemlerde ortaya çıksa da kimsenin yaptırım gücü olmayınca iç siyaset malzemesi olmaktan öteye gidemiyordu.

Trump dönemi Ortadoğu açısından eskiye göre sakin geçse de ABD’nin emperyalist gündemi Güney Amerika’da varlığını sürdürmeye tam gaz devam etmişti. Venezuela’dan Bolivya’ya aktif olarak devrimler, darbeler tezgahlanmış fakat işin sonunda hepsi başarısız olmuştu. Brezilya ise biraz farklıydı. Brezilya’nın sol damarı Obama döneminde kesilmişti. 2 dönem seçilmeyi başarmış eski sendikacı Lula yolsuzluk soruşturması kapsamında hapse atılmış, seçime girme şansını kaybetmiş ve dünyanın “Tropik Trump” olarak tanıdığı Bolsonaro’ya yol açmıştı.

Brezilya’da ABD’nin parmağı

Bu operasyonların başındaki savcıların ABD ile yakınlığı zaten biliniyordu. Ancak Biden hükümetinin “Yolsuzluk ile Mücadele Ekibi” Latin Amerika’da yolsuzluk mücadele operasyonlarına aktif katkı sağladıklarını Brezilya’nın da bunlardan biri olduğunu söyledi. Aynı zamanda CIA de dahil olmak üzere farklı ABD’li kurumlar yabancı ülkelerin iç işlerine dahil olmuştu.

Tabii Biden hükümeti bunu “hava atmak” amacıyla söylüyor. Belki 60 yıldan fazla süredir Güney Amerika siyasetine Cumhuriyetçi Demokrat fark etmeksizin yaptıkları müdahalelerden ve yerleştirdikleri aşırı sağcı yönetimlerden zerre utanç duymadıklarını belirtiyorlar. Brezilya’nın siyasetinde bu operasyonlar sonrası sol çöküşe girmiş halkın dilinde “sol gelince çalmaya başlar “ slogan halini almıştı.

ABD liberal medyasının başarısız sınavı

Konu ABD’nin dış politikası olunca ülkenin barış güvercini liberal medyası aynı Bolivya’da olduğu gibi sol adayların yolsuzluk operasyonlarını sevinçle karşılamış, olası CIA bağlantısı iddialarını mesnetsiz birer komplo teorisi olarak nitelemişti. Fakat bu durumu özellikle son yıllarda o kadar sık gördük ki medyanın kendi gündemini “norm” olarak kabul ettirip şüphe ile yaklaşanlara türlü çirkin yakıştırmalar yapması gayet olağan bir durum haline geldi.

Rusların ABD askeri başına ödül koyduğu haberi, Covid-19’un laboratuvardan kaçmış olma ihtimaline verdikleri tepki, Bolivya’da sol lider Morales’in seçimde hile yaptığı haberleri ve daha niceleri ABD’nin kendini entelektüel ve “muhafazakarlardan üstün” gören liberal kesimlerinin tek doğru kabul edip sonrasında yanıldığının acı bir şekilde ortaya çıktığı olaylardan sadece birkaçıydı.

Bu konuda özeleştiri yapanların sayısı epeyce az. Ancak Brezilya için işlerin dengesi ABD tarafından da değiştirilebilirmiş gibi gözüküyor.

Lula mı, Bolsonaro mu?

Şu anda Lula tekrar seçimlere katılabilecek durumda ve anketlerde oyları yüksek gözüküyor. ABD için ise hangi tarafın destekleneceği belirsiz. Önceki yazılarımda da vurguladığım üzere Biden hükümeti Bolsonaro’ya pek sıcak bakmıyor. Çünkü kendisi “Trumpgiller” olarak adlandırılabilecek liderlerden bir tanesi. Polonya’nın Duda’sı, Macaristan’ın Orban’ı ve Brezilya’nın Bolsonaro’su Trump gibi sağ popülist yönetimler sürdüren liderler olarak tanınıyorlar. Ancak benim görüşüm Bolsonaro’nun aralarında en kötüsü olduğu.

Biden hükümeti Trump’ı şeytan ilan ettikten sonra Bolsonaro ile en azından kameralar önünde iyi ilişkiler götürmesi pek olası gözükmüyor.

Ancak ikilem tam burada başlıyor. Çünkü Bolsonaro ABD ile her daim iyi ilişkiler götürmek isteyen bir lider. Trump seçimi kaybettikten sonra çeşitli ortamlarda Biden’a zeytin dalı da uzattı. Biden’ın diğer şansı Lula ise sol bir lider olmasının yanında başkanlık yaptığı dönemde Çin ile yakın ilişkiler sürdürmüştü. Bu ilişkiler ekonomik boyutta olsa da onun zamanında Brezilya’nın en büyük ticari partneri ABD ve AB’yi geçen Çin olmuştu.

Ancak Lula, Morales gibi radikal bir lider değildi. ABD’nin bölgesel neo-liberal politikalarına %100 karşı çıkacak biri olmamıştı. 2004’ten 2017 yılına kadar devam eden MINUSTAH adı verilen Haiti için Birleşmiş Milletler barış gücüne ciddi katkı da bulunmuştu.

Başını ABD, Kanada, Fransa gibi ülkelerin çektiği barış gücü, Haiti’de kaldığı süre boyunca çok çeşitli insan hakları ihlallerine sebep olmuş Birleşmiş Milletlerin tarihinde bir kara leke olarak yerini almıştı. Brezilya İşçi Partisi (PT) ve Lula’nın bu operasyona gösterdiği ilgi ciddi tepki görmesine neden olmuş ve “Latin Amerika’da yeni pazarlara ulaşabilmek için ABD çıkarlarına hizmet etmek ile” suçlanmıştı.

Yani Lula ABD ile çalışmaya o kadar da karşı değildi. Sadece ülkesinin çıkarlarını Bolsonaro gibilerinden bir nebze daha fazla koruma niyetindeydi. İşte bu noktada Biden hükümetinin seçimi yıkılmaya yaklaşan Bolsonaro’dan ziyade anketlerde yükselen Lula’dan yana olabilir.

Bu sırada ABD Güney Amerika da “kızıl dalga” ile karşılaşmaya devam ediyor. Peru’da sendikacı bir komünist az farkla seçimi kazandı. Az oy farkı yüzünden itirazlar yükselmiş olsa da seçimi şu an için kazanmış gözüken Pedro Castillo, ABD ile iyi geçinecek birine benzemiyor.

ABD solunun sınıf çatışmalarından önde gördüğü kimlik siyasetini daha seçim sürecinde elinin tersiyle itti. Bu nedenle ABD medyası “Peru’da Lenin seçildi!” gibi başlıklar atıyorlar. ABD’nin Güney Amerika’daki nüfuzu her geçen gün azalıyor. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.

Bu arada Lula’ya karşı yürütülen yolsuzluk operasyonlarını anlatan “Edge of Democracy” ( demokrasinin sınırı) belgeselini öneririm.

Etiketler
Brezilya