Akademiden Netflix’e Batının Irkçılıkla İmtihanı

Netflix ve türevlerinin sahip olduğu şablonlara artık hepimiz aşinayız sanırım. 80’ler ya da 90’larda tutmuş bir dizinin kimlik salatasına dönmüş versiyonunu önümüze sunmaları olağan bir durum. Artık internette çokça da esprisi dönmekte. “Netflix Kurtuluş savaşı filmi çekse Atatürk’ü Afrikalı biri oynardı!” gibi.

Netflix ve eğlence endüstrisi bir yana, artık bu kimlik takıntısı batı dünyasının normlarından biri haline geldi. Geçtiğimiz haftalarda “ Black Lives Matters haklı kalabilecek mi?” başlıklı bir yazı yazdım. Ayrımcılıkla mücadelede 2010 sonrası takınan tavrın ırkçılığa su verdiğini ve eski yöntemlere geri dönülmesinin daha mantıklı olacağını anlattım. Şimdi ise bu yeni model ırkçılık karşıtlığı kendini nasıl bir ideolojik temele dayandırıyor bunu konuşmak istiyorum; yani “Eleştirel Irk Kuramını” (Critical Race Theory).

Irkçılığa karşı mücadelede eski ama yeni yöntemler

Aslında Critical Race Theory (CRT) yeni ortaya çıkmış bir kuram değil. 1980’lerde Harvard hukuk fakültesinde ders programlarının yeterince ırksal çeşitlilik barındırmadığını düşünen öğrencilerin protestoları ile başlıyor. Sonradan ayrılan Derrick Bell isimli siyahi bir öğretmenin konulara ırksal bir gözden bakan alternatif dersler vermesi ile CRT’nin temelleri atılıyor.

CRT’ye göre ırkçılık ABD toplumunun (komple batı olarak da düşünülebilir) köklerine işlemiş bir düşünce yapısıdır. Irkçılık sadece kişilerin ön yargı ile gerçekleştirdiği kişisel negatif eylemler değil toplumun pasif biçimde bile başarabileceği bir ayrımcılık hareketidir.

İşte bugün ABD sokaklarını kasıp kavuran protestolarda eylemcilerin kullandığı birçok slogan aslında bu düşünce yapısının ürünüdür. Haberlerde eylemcilerle yapılan bir röportaja denk geldiyseniz “sistematik ırkçılığa karşı mücadele veriyoruz” lafını duymanız muhtemeldir. Sistematik ırkçılıktan kasıt aslında beyazların büyük oranda farkında olmadığı ancak siyahları içine terk ettikleri şiddet ve yoksulluk sarmalıdır. Bu neden ile asıl sorun olan polis şiddetine karşı önlemler almak yerine kimseye pek bir faydası olmayan reklam amaçlı küçük hamleler görüyoruz.

CRT 80’lerde ortaya çıkmasına rağmen üniversitelerin kara tahtalarından sokaklardaki billboardlara taşınması 2010’ları buldu. Artık bu ideolojinin yansımalarını medyada, eğlence sektöründe, sokakta yani toplumun her alanında görüyoruz. Ancak 2018’de çıkan bir kitap bu fikir yapısının toplumun daha geniş kesimlerine ulaşmasına sebep oldu.

“Beyaz Kırılganlığı, neden beyazlar için ırkçılıktan bahsetmek bu kadar zor?”

Bir akademisyen olan Robin Diangelo’nun Beyaz Kırılganlığı kitabı, her gün televizyonda polis tarafından katledilen siyahları izleyen beyaz orta sınıf içinde çokça popüler oldu. Bu kitap aslında CRT’nin ne olduğu ile ilgili daha derin fikirler edinmemi sağladı. Birkaç örnek vereyim.

CRT’ye göre ırkçılık ile mücadelede ırkçı olmamak yeterli değilmiş. Irkçılık düşmanı olmalıymışsınız. Yani aktif olarak hayatını ırkçılık ile mücadeleye adamayan beyazlar otomatik olarak beyaz üstünlükçüler ile aynı safta yer alıyormuş.

Irkçılığın tanımı çok daha geniş olmalıymış. Örneğin bir beyaz kadın bir siyah kadının sözünü kesiyor ise ve kendini “ ben herkese böyle davranıyorum” diyerek savunuyorsa o yine ırkçılık yapıyormuş.

Bir beyazın “ ben ırkçı değilim çünkü kimseye ırkçılık yapmadım” demesi yersizmiş. Çünkü her beyaz içinde bir parça ırksal ayrımcılık ve yapısal ırkçılık bulundururmuş.

Mesela batılıların İsa’yı Ortadoğulu olmasına rağmen beyaz bir Avrupalı gibi tasvir etmeleri “beyaz olmayı” ne kadar norm olarak gördüklerine bağlıymış.

Bunlar kitapta anlatılanlardan sadece birkaçı. Şu anda bu kitap birçok üniversitede zorunlu olarak okutuluyor. Bazı okullarda ise mezun olmak için okuyup bu kitap üzerinden sınavlara tabi tutulmanız gerekiyor. Özetle, okumuş orta sınıf beyaz insanlar için iki yol var; ya bu ideolojiyi benimseyip hayatları boyu özür dileyerek yaşayacaklar ya da umursamayıp nefret ettikleri beyaz üstünlükçülerle aynı safta yer alacaklar. Benim ise bu ideolojiye çokça eleştirilerim var.

CRT’ye eleştiriler

Bu tarz bir fikir yapısının iyi niyetle ve muhtemelen de ihtiyaç üzerine ortaya çıktığı aşikar. Batı dünyasının siyahlara bakış açısını algılamak için birinin bize sayfalarca makale yazmasına gerek yok diye düşünüyorum.

Batı dünyasında bu günlerde bir hastalık var, fikrinizin önemsenmesi için cümleye kimliğiniz ile başlamanız gerekiyor. “Bir siyah kadın olarak, bir Jamaikalı ve Alman ailenin çocuğu olarak” gibi. Ben de beyaz üstünlükçülerin beyaz olarak asla kabul etmeyeceği bir Türk olarak rahatça söyleyebilirim ki, bu ideoloji bir saçmalıktan ibaret.

Her şeyden önce, ideolojinin birincil sorunu “renk körlüğü” ve liyakat gibi kavramları ırkçılığın bir aparatı olarak görüyor oluşu. Yani siz işe alımlarda insanın kimliğine değil başarılarına bakıyorsanız yine ırkçı oluyorsunuz. Bu neden ile artık bazı şirketler kör başvuru sistemini (blind interview) kaldırmaya başladılar. Yani artık kimliğiniz tekrardan işe alınmanızda önem arz edecek.

İdeoloji aslında ırk üzerine olsa da özellikle 2010’dan sonra akademide bütün ayrımcılık için uyarlandı. O yüzden benzer davranış kalıplarını feminist ve LGBTİ+ gruplarda da görebilirsiniz.

CRT’nin bir diğer sorunu ise fırsat eşitliği değil sonuç eşitliği talep ediyor oluşu. Eğer 4 kişi işe alınacaksa ve bunlar 3 beyaz kadın bir siyah erkekse orada yine bir sorun görüyor. CRT’ye göre hak etmiş bir beyaz kadının işinden olması yüzlerce yıllık süren sistematik ırkçılığın bir geri ödemesi olarak hoş görülebilir.

Bu sistemde zulüm piramidinin yukarısında bir kimliğin kazanma şansı yok. Çünkü yaptığınız her davranış psuedo bilim insanları tarafından bir terminolojiye oturtulmuş. Mesela siyahların ağırlıkta olduğu bir mahalleye taşınırsanız oraya “gentirification” (kültürel anlamda kentsel dönüşüm-soylulaştırma) götürmüş oluyorsunuz. Yani kültürlerini değiştirmeye zorluyorsunuz. O mahalleden başka yere taşınırsanız “white flight” oluyor. Yani beyazların azınlıkların yaşadığı yerlerden kaçması. Eğer filminizin başrolüne siyah birini koyarsanız ve problemli bir kişilik olarak yansıtırsanız yüksek ihtimal ırkçılık ile suçlanırsınız. Eğer bundan korkup hiç siyah koymazsanız yine ırkçılık ile suçlanırsınız. Sanırsam bu da Netflix ve benzerlerinin neden her yapıma fabrika çıkışı azınlık karakter serpiştirdiğini açıklıyordur.

Daha da kötüsü bu fikir yapısının radikal savunucuları bilime “beyaz erkek icadı” olduğu için karşılar. Bilim dünyasının yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Ayrıca yeterince azınlığın bilime yönelmeyişini de yine bilim dünyasındaki sistematik ırkçılığa yoruyorlar. Bu fikir de sosyal bilimlerin doğal bilimler üzerinde otorite sahibi olmasını sağlıyor.

CRT neyi atlıyor?

CRT’yi yaygınlaştıran batılı akademisyenler çok önemli noktaları atlıyorlar. Bayraktarlığını yaptıkları fikir o kadar belli bir zümrenin kültürel saptamalarına sıkışmış ki, dünyanın geri kalanında işlerin nasıl yürüdüğünden ve hatta kendi toplumlarında başka değişkenlerin olabileceğinden bihaberler.

Mesela Ortadoğulu İsa’nın Avrupalılaştırılması… Siz hiç Asya’lı İsa gördünüz mü?

Dinsel bir figürü insanların kendine benzeyen şekilde yorumlaması Afrika’dan Asya’ya her yerde görülen normal bir hadise. Ama CRT bize bunun beyazlara özgü bir tutum olduğunu söylüyor.

Örneğin “gentrification” terimini ele alalım. Bu İstanbul Fikirtepe’nin yıkılıp yerine sitelerin dikilmesini andırmıyor mu?

Ya da “white flight”. Eğitimli kesmin Taksim gece hayatını bırakıp yavaştan Kadıköy gibi yerlere akması gibi. Biz de beyaz siyah ayrımı yok. Peki neden bu terimler aynı karşılığı buluyorlar? Çünkü aslında mesele ırksal ayrımdan çok zengin-yoksul tartışması ile ilgili değil mi?

Batılılar kapitalizm eleştirisi yapmamak için sıfırdan kimlik temelli bir “sol” icat ettiler. Zengin-yoksul ilişkisini beyaz-siyah olarak açıklamaya çalıştılar. Belki de bu sistemin kendini koruma yöntemiydi. Neticede birçok anlamda akla yatmayan, liyakat karşıtı olduğu için insanlığa temelde zararlı ve en kötüsü de gerçek ırkçılığa propaganda alanı kazandıran deli saçması bir ideoloji yarattılar. Evet zengin yoksul ilişkisi ile üst üste binen kültürel ya da etnik temelli imtiyazlı sınıflar oluşabilir. Ancak bu durum sömürgeler sonrası batı dünyası ile sınırlı değildir. Tarihin her döneminde hem başka toplumlarda hem de başka etnik kökenlerde çokça görülmüştür.

ABD başkanı Trump, CRT ve onunla gelen beyaz erkeklere zorunlu “çeşitlilik” eğitimlerini önce devlet kurumları için sonra da devletle iş yapan şirketler için yasakladı. Bu hareket basit bir seçim hamlesiydi ama Trump gibi pragmatik bir liderin böyle bir harekete kalkışması toplumun ne kadar geniş kesimlerinde bu düşünce yapısının zararlı görüldüğüne dair bize bir fikir veriyor. Tabii ki CRT’ye göre sizin ona karşı yaptığınız eleştiri sizin ayrımcı olduğunuzu söylüyor. Tıpkı kendine eleştiriyi “kafirlik” olarak okuyan katolikler gibi.

Sonuç olarak, batı dünyası ırkçılık problemini çözmek istiyorsa işin temeline inmek zorunda, yani gelir adaletsizliğine. Konuyu başka yere çektikleri her gün daha fazla insan bu anlamsız kültür savaşının içine düşüyor. Akademik bir kavram da olsa CRT’nin farklı uyarlamalarının ileride ülkemizin üniversitelerinde yaygınca konuşulacağını tahmin ediyorum. Bu nedenle bilmekte fayda var. Haftaya Pazar başka bir yazıda görüşmek dileğiyle.

Etiketler
Netflix