ABD'de ipler kimin elinde?

ASYA’NIN OKYANUS AŞIRI OYUN HAVUZU Uluslararası siyaset Soğuk Savaşın sonundan beri belki de ilk kez bu kadar kızışıyor. Dünya çapında ABD’nin serbestçe...

ASYA’NIN OKYANUS AŞIRI OYUN HAVUZU

Uluslararası siyaset Soğuk Savaşın sonundan beri belki de ilk kez bu kadar kızışıyor. Dünya çapında ABD’nin serbestçe dilediğini yaptığı bir dönemin ardından tekrar birtakım rakipler karşısına çıkmaya başladı. Hatta karşısına çıkmaktan çok içine sızmaya bile başladı denilebilir.

Daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere bir süredir ABD’de büyük bir kültür savaşı yaşanıyor. ABD sol ve liberal kesimlerinin kulaklarını ekonomik sorunlara tıkayıp kimlik siyasetine odaklanması Trump gibi bir karakteri Beyaz Saray’a taşıdı. Ancak 2016 seçimlerinden itibaren bütün ABD hala bir konuyu tartışıyordu; dış müdahale.

Trump’ın bıçak sırtı seçim zaferi kendisine karşıt çeşitli odaklar tarafından Rusya’nın müdahalesi ile açıklanabiliyordu. Geçtiğimiz 4 yılda birçok olay bizi muhaliflerinin konuyu hep buraya taşımak istediğine ikna etmişti. Seçimden sonra Rus siber güçlerinin sosyal medya manipülasyonu yaptığına dair iddialar, Trump’ın azil süreci ve General Michael Flynn’in yargılanması bize düzenli olarak Rusya’yı işaret ediyordu.

Benzer bir durum ise Cumhuriyetçi Parti’de söz konusuydu. Trump sürekli Çin’in uluslararası kurumlara sızdığını, onları kontrol ettiğini ve ABD’de medya başta olmak üzere birçok şirketin Çin’in çizdiği yönde varolmaya çalıştığını iddia ediyordu.

Peki bu iddialar başarısız bir hükümetin ve muhalefetin hedef şaşırtma hezeyanları mıydı? Yoksa sahici bir karşılığı var mıydı? Önce iddiaları biraz konuşalım.

MUELLER SORUŞTURMASI VE RUSYA’NIN 2016 SEÇİMLERİNE MÜDAHALESİ

Trump’ın 2016’da başkanlık koltuğuna oturmasına tepkiler sadece muhalif medyanın iddiaları ile sınırlı değildi. FBI başkanı Mueller tarafından başlatılan soruşturma, konu ile ilgili birçok delile ulaşmıştı.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ABD istihbaratı, Rusya’nın seçimde kullanılan herhangi bir oyu çalmadığı ya da değiştirmediğine kanaat getirdi. Ancak internet üzerinden yaptıkları operasyonlar, seçmenin fikirlerini manipüle etmeye yönelikti.

Seçimlerden önce kayıtlı seçmen listelerinin olduğu siteleri hackleyip kişisel bilgileri topladılar. Hillary Clinton’un, Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti seçim komitelerinin e-maillerini hacklediler. Clinton kampanyasına zarar verebilecek birçok mail, wikileaks (yıllardır çeşitli devletlerin ve önemli kimselerin bilgilerini sızdıran bir internet sitesi) aracılığıyla kamuoyuna sızdırdılar.

Rus siber güçleri sadece pasif bir biçimde belge sızdırmıyor, aynı zamanda aktif biçimde seçim kampanyalarına müdahale ediyordu. Gerçek olmayan sosyal medya personaları oluşturuyor, ABD vatandaşı kimliği ile paylaşımlar yapıyor, hatta sokaklarda para karşılığı tuttukları ABD’liler ile muhafazakar eyaletlerde mitingler düzenliyorlardı.

Amaçları sadece Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’u karalamak değildi. Aynı zamanda Trump’ın ekibinden bazı kişileri kendilerine katmak da istiyorlardı. Trump’ın genç dış politika danışmanlarından George Papadopoulos ile Rus istihbaratı defalarca iletişime geçmiş ve Putin’in Trump ile seçim öncesi görüşme isteğini aktarmışlardı. Papadopoulos ise bu isteği Trump’a iletmişti. Başka bir dış politika danışmanı Carter Page ise Temmuz 2016’da Rusya’ya konuşma yapmak için gitmiş ve en az bir Kremlin yetkilisi ile görüşmüştü. Bu nedenle FBI’ın dikkatini çekmiş ve dinlemelere takılmıştı.

Mueller soruşturmasına göre Trump kampanyası Rusya ile el ele gitmiş olmasa da Rusların yardımlarını zevkle kabul ettiklerini belirtiyordu.

MICHAEL FLYNN SORUŞTURMASI

ABD'de ipler kimin elinde? - Resim : 1Donald Trump ve Michael Flynn

Michael Flynn Afganistan ve Irak’da görev yapmış ve birçok ödüle layık görülmüş bir komutandı. Obama tarafından Savunma İstihbarat Kurumu’nun başına getirildi. İki yıl bu görevi icra ettikten sonra emekli edildi. Trump 2016’da seçimi kazandıktan sonra onu ulusal güvenlik danışmanı olarak atadı.

Haberlere konu edilmesine sebep olan olay ise seçimlerden hemen sonra meydana geldi. Barack Obama, başkanlık el değiştirmeden hemen önce Rusya’nın seçimlere müdahalesinden ötürü birtakım yaptırımlar getirmişti. Flynn, Rus Büyükelçi Sergey Kislyak ile yaptığı telefon konuşmasında bu yaptırımlara verilen tepkinin “mümkün olduğunca az” olması gerektiğini belirtti. Ertesi gün Putin’in yaptırımlara bir tepki göstermeyeceğini açıklaması Washington’da şaşkınlık yaratmıştı.

Bu davranış ABD’de “Logan Act” olarak bilinen bir yasa ile suç olarak tanınmıştı. Logan Act, 1799’da Fransa ile ufak çaplı deklare edilmemiş bir deniz savaşının ardından Philadelphia’lı bir siyasetçi olan George Logan’ın devletten yetki almamış olmasına karşın Fransa ile barış görüşmesi yapması üzerine getirilmiş bir yasaydı. Bu yasa, izni olmayan vatandaşların ABD’nin düşman gördüğü bir ülkenin yetkilisi ile görüşme yapmalarını yasaklıyordu.

Flynn bu ve birkaç konuda daha FBI soruşturmasında yalan söyledi. Bir süre sonra ise bu görüşmeleri yaptığını itiraf etmek zorunda kaldı. Trump ise bunun bir suç olmadığını, Obama yandaşlarının kendisine darbe yapmaya çalıştığını iddia etmişti.

Görüldüğü üzere Rusya’nın ABD siyasetine ve toplum yapısına müdahil olması büyük bir sır değildi. Hatta daha önce bahsettiğim kültür savaşlarıının sebebi belki Ruslar değildi ama körüklenmesinde büyük rol oynadılar. Yarattıkları internet karakterleri, yaptıkları provokatif paylaşımlarla ABD toplumunu germeyi ve kutuplara itmeyi başardılar.

Trump tarafının ise düşman olarak gördüğü ve sürekli gündemde taşıdığı başka bir hedef vardı; Çin.

ÇİN’İN ABD SİYASETİNE ETKİSİ

Bu kısma geldiğimizde Rusya’nınki kadar aktif ve saldırgan bir müdahaleden bahsetmeyeceğimin altını çizeyim. Çin’in genel siyasi duruşu yabancı ülkelerin iç işlerine karışmaktansa ticari ortaklıklar ile kendine yeni pazarlar ve müttefikler inşa etme üzerine kuruludur. Ancak bir gerçektir ki, Çin’in sahip olduğu ekonomik kuvvet ABD’nin “en büyük ve en güçlü olma” idealinin önünde büyük bir engeldir.

Ancak Trump yönetimi, meselenin bununla sınırlı olduğunu düşünmüyor. Onlara göre; Çin, sahip olduğu ekonomik gücü ABD’li şirketlerin ve uluslararası kuruluşların kendi siyasi boyunduruğu altına girmesi için kullanıyor. Bu iddiaları birkaç olay üzerinden inceleyelim.

BLITZCHUNG OLAYI

ABD'de ipler kimin elinde? - Resim : 2Blitzchung lakaplı e-sporcu Ng Wai Chung

Aslında Amerikalıların kendi şirketlerinin ne ölçüde Çin’in siyasi sansürü altına girdiklerini anlaması çok yeni olmuştu.

Ekim 2019 Hong Kong protestolarının tüm hızıyla sürdüğü bir dönemdi. Çin’den kaçan siyasi suçluların iadesi ile ilgili bir yasanın gündeme gelmesi üzerine patlak veren protestolar, Çin’in Hong Kong’un özerk yapısına müdahalesini reddediyordu. Batı dünyasında bu olaylarla ilgilenenler daha çok libertaryen ve muhafazakar kesim olmuştu.

6 Ekim 2019’da oyun sektörünün devlerinden Activision Blizzard’ın Tayvan’da düzenlediği bir e-spor turnuvası batılılar için olayın önemini başka bir boyuta taşıyacaktı. Katılımcılardan biri olan “Blitzchung” lakaplı Ng Wai Chung, turnuva sonrası yaptığı canlı röportajda “Hong Kong’u özgürleştirin, çağımızın devrimi” diye bağırınca kazandığı ödül elinden alındı ve süresiz bütün turnuvalardan men edildi. Activision’ın bu tutumu batı dünyasında yoğun tepki ile karşılaştı. E-spor ülkemizde gelişmekte olan bir etkinlik olsa da, Activision Blizzard firmasının 2019 yıllık gelirinin 7 milyar doları geçtiğini ve ekonomik açıdan ABD’de önemli bir aktör olduğunu hatırlatayım.

Bir çok ABD’li farklı platformlarda rumuzlarını “FreeHK” (Hong Kong’u özgürleştirin) yapıyor, çeşitli etkinliklerde aynı slogan dile getiriliyordu. Ancak durum birçok şirkette benzer bir hal aldı. NBA’da bile gerek Hong Kong gerek ise Uygur Türkleri için pankart açanlar salonlardan atılıyordu. Artık ABD toplumunun en azından bir kesimi fark etmişti ki, kendi ülkelerinin şirketleri ucuz iş gücü ve devasa Asya pazarı uğruna batı değerlerini arkada bırakmıştı bile. Şirketlerin savunması ise “platformlarımız siyasi propaganda yeri değildir” olmuştu. Ancak son dönemde ABD’de çıkan ırkçılık karşıtı protestolarda bütün firmaların açık tavır alması sadece kazançlarına zarar verecek siyasete karşı oldukları düşüncesini kamuoyuna yaydı.

Trump ve muhafazakar kesimin Çin’i suçlamaları bununla sınırlı değildi. Gerek küresel ısınmanın “bir Çin yalanı” olduğundan, Covid-19’un yayılmasının yine onların hatası olduğuna kadar birçok konuda hedefi değişmemişti. Şunu da belirtmeliyim ki, Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19’un insandan insana geçtiğini bilmesine rağmen aksi yönde açıklamalar yapması, pandemi ilan etmede geç kalması ve Çin’in bu konudaki sansürlerine büyük ölçüde boyun eğmesi sadece muhafazakar ABD’lilerde değil bir çok uzman ve bilim insanında da tepkilere sebep oldu.

ABD ÜZERİNDEN ASYA’DA BİR SOĞUK SAVAŞ DÖNÜYOR OLABİLİR Mİ?

Artık sanırım Rusya ve Çin’in ABD’ye ne kadar müdahil olduğu ile ilgili bir fikir sahibi olmuşsunuzdur. Bir tarafta aktif biçimde ABD’nin bir kanadını etkisi altına alarak özellikle Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da imtiyazlar koparmaya çalışan Rusya’yı, diğer tarafta ise ekonomik hegemonyası üzerinden ABD’li firmalara siyasi baskı kurmakta olan Çin’i düşünün. Vaziyet böyleyken Çin’in Hong Kong ve Tayvan’a karşı tutumu, Güney Çin denizindeki adacıklar üzerindeki iddiaları ve Asya’nın majör problemlerinden biri olan Kaşmir sorununda bile Hindistan’ı askeri çatışmaya varacak kadar kızdırması bize Çin’in barışçıl ticaret yanlısı tutumundan daha agresif bir yapıya bürünmeye başladığını düşündürtüyor.

Peki ABD, Asya’da söz sahibi olmak adına böyle bir tutum sergileyen Çin ve kendi sınırlarını koruyup Ortadoğu’da etkinliğini arttırmaya çalışan Rusya arasında bir soğuk savaş alanına dönüşmüş olabilir mi?

Şu an için bu sorunun cevabı hayır. Çin hem iş gücü hem ekonomik boyutu hem de askeri kuvveti açısından Rusya’nın çok üstünde bir devlettir. Şu an için kendi aralarında bölgesel rekabet olsa bile dünyanın dört bir yanındaki ABD hegemonyasını kırmak bu Asya devletleri için önceliktir.

ABD ise artık kutuplaşmış ve ayrışmış bir topluma sahip. İç çatışmaları sanılanın aksine Trump ile başlamadı, Trump giderse de bitecek gibi gözükmüyor. Toplumun bir kısmı Rusya’yı bir kısmıysa Çin’i baş düşman görse de, ABD devlet yapısı bu konuda ne düşünüyor? Öncelik Çin ve Rusya’mı? Yoksa Ortadoğu’da bitmemiş işleri mi var? Haftaya Pazar gelecek yazımda görüşmek dileğiyle…

e-mail: sinanhacir@hotmail.com

Twitter: @SSinan39