Türkiye Cumhuriyeti dibe vurmuş eğitimindeki gericileşme adımlarını düzeltecek kadar büyük ve güçlü bir ülkedir

Türkiye Cumhuriyeti dibe vurmuş eğitimindeki bilim dışı ve gericileşme adımlarını düzeltecek ve eğitimine, çocuklarına sahip çıkacak kadar büyük ve güçlü bir...

Türkiye Cumhuriyeti dibe vurmuş eğitimindeki bilim dışı ve gericileşme adımlarını düzeltecek ve eğitimine, çocuklarına sahip çıkacak kadar büyük ve güçlü bir ülkedir

“Eğitimde 80 yıl büyük mücadelelerle elde edilen cumhuriyet birikimlerine büyük bir darbe vuruldu. Yazı yazamayan, kendi dilinde okuduğunu anlayamayan bir nesil yetiştirdik. 4+4+4 yapılanması ile ülkeyi yönetenler "dininin, kininin sahibi" bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Zorunlu din dersi programdan kaldırılmalıdır. Son 18 yılda yapılan değişiklikler, eğitim hakkının ihlâlidir, ihmâldir, istismardır, çocuklara uygulanan zihinsel şiddettir. İmam Hatipler artık Türkiye’nin bürokrat ihtiyacını karşılayan kurumlar haline getirilmiştir. Bu uygulamalar, Temel Eğitim Yasası’nın “Genellik ve Eşitlik”, “Laiklik”, “Yöneltme”. “Ferdin ve Toplumun İhtiyaçları” ilkelerine aykırıdır ve “Eğitim “Hakkı” ihlâlidir.”

“Cumhurbaşkanı, rektörleri doğrudan atayarak yükseköğretim kurumlarının bilimsel özgünlüğünü ve akademik özgürlüğünü kaldırmıştır. Üniversite kadrolarına “sadakat/siyaset/bizim adamımız” anlayışıyla atamalar yapılmıştır. Hukuk fakültelerinin birçoğunun dekanı hukuk fakültesi mezunu değildir. FETÖ ile mücadele kisvesi altında, tarikatlarla ilgisi olmayan birçok muhalif bilim insanı sorgusuz sualsiz görevden uzaklaştırılmış. KHK’larla üniversiteden ihraç edilenlere hakları teslim edilmelidir.”

Uzun zamandır eğitimin büyük fotoğrafını çekebilecek biri ile ülkemizin eğitiminin geneline dair konuşmak istiyordum. Ama eğitim konuşanlar ya eğitimci değildi ya da eğitim bilimleri bakış açısına sahip değildi. Bu nedenle ülkemizdeki deneyimli eğitim bilimcilerden biriyle konuşmalıydım. Bu haftaki konuğumuz Prof. Dr. F.Dilek GÖZÜTOK Hocamızla ülkemizin eğitim sorunları ve çözüm önerileri konusunda yaptığımız röportajın bu hafta ikinci ve son kısmını yayınlıyoruz.

Ayrıca bu söyleyişimizin dışında Cumhuriyetin yetiştirdiği bir öğretim üyesinin 15-20 yıldır eğitim sistemi eleştirilerini yazdığı, konuştuğu çalışmalarıma okuyucularımız (www.dgozutok.com) adresinden ulaşabilirler.

Hocam ilkokullarımızın durumunu da 2005 yılındaki öğretim programı değişikliği bağlamında sormak istiyorum.

2004'te zorunlu eğitime çocuğunu göndermeyen veliye hapis cezası verilmesini emreden yasanın kaldırılmasıyla çocuklar örgün eğitimden çocuk işçiliğine, dinî nikâhlılığa doğru kaydırılmaya başlanmıştır. 2003'te öğrencilerimizin PISA başarısızlığını giderme iddiası ile 2005'te 21. yüzyılın ilköğretim programı hazırlanmış ve bir eğitim reformu yapılıyormuş gibi sunulmuştur. Program Geliştirme Bilim Alanının ilkeleri dikkate alınmadan, büyük iddialarla hazırlanan bu programda yapılan hatalar, öğretmenin programda ne istendiğini anlayamaması, beş sınıfı birden uygulamaya koyma ve başka yanlışlar, olasıdır ki daha sonraki yıllarda yapılan PISA'da, çocuklarımızın yine son sıralarda yer almasına neden olmuştur.
80 yıl büyük mücadelelerle elde edilen cumhuriyet birikimlerine büyük bir darbe vurularak 6287 sayılı yasa ile 2012'de 4+4+4 yapılanmasına gidilmiştir. 4+4+4 yapılanması ile zorunlu eğitim (sözüm ona) 12 yıla çıkarılmış fakat ilk dörtten sonra okulu terk etme yolu açılmıştır. Örgün eğitim hakkı elinden alınan, açık ortaokula, açık liseye kayıtlı çocukların sayısı bugün iki milyonu geçmiştir. Çıkarılan okul yönetmelikleri nişanlanmayı ve küçük yaşta evlenmeyi yüreklendirmiştir. Çocuklar beş yaşında (60 aylık) zorunlu olarak ilkokula kaydedilmiş, çocuğunu kaydettirmek istemeyen veliden çocuğu için “yetersiz” raporu alması istenmiştir. Böylece bireyin gelişiminde, yaşam başarısında çok önemli rolü olduğu bilimsel araştırmalarla belirlenmiş okul öncesi eğitim kademesi de baltalanmıştır.

Hocam 4+4+4 yapılanmasının başka hangi olumsuz etkileri oldu?

Ses temelli okuma ve eğik el yazısına geçilmiştir. Okuma yazma konusunda yapılan araştırma bulguları çocukların küçük kas gelişiminin uygun olmadığını vurgulamasına karşın üstelik eğik el yazısı öğretmeyi bilmeyen öğretmenlerle bu uygulamada da ısrarcı olunmuştur. Okulda öğretilen eğik el yazısını kitap, dergi, gazete vb. yazın ortamında hiç görmeden, öğrendiklerinin yaşamla bağlantısını kuramayan bir nesil ziyan edilmiştir. 2012'de başlanan bu uygulama konusunda bilim çevrelerinin eleştirilerine kulak tıkanmış, beş yıl sonra 2017'de "eğik el yazısı" uygulamasından vazgeçildiği duyurulmuştur.

Okul sırasında oturduğunda ayakları yere değmeyen 60 aylık çocuklara e-l-a-t harfleriyle (Arapça dışında bütün diller A-B-C’ile başlar) alfabe, bitişik el yazısı ile yazma, harflerden başlayarak okuma öğretilmek istenmiştir. 2012'de 60 aylık ve 83 aylık çocuklar aynı sınıfa alınmış, çocuklara travma yaşatılmış, bir milyona yakın sayıdaki çocuğa dönüşü olmayan zararlar verilmiştir. 60 ay uygulaması ile yaşanan sorunları belirleyen bazı bilimsel araştırmalar (Kapçı, vd., 2013) sonunda 2013'de 60 ay zorunluluğu 66-68 ay olarak değiştirilmiştir. 2012’de zorunlu olarak ilkokula kaydedilen 60 aylık ve 83 aylık arasındaki çocuklar bu yıl 8. sınıfı tamamladılar ve her yıl “nitelikli lise!” yarışına bir milyon çocuk girerken bu yıl bir milyon altı yüz bin çocuk, sınırlı sayıdaki kontenjan için yarışmıştır. Zaten adaletsiz olan eğitim sistemi içinde açıkça insan hakları ihlâlleri yaşanmaktadır.

Yani biz yazı yazamayan, kendi dilinde okuduğunu anlayamayan bir nesil mi yetiştirdik?

Yazı yazamayan, kendi dilinde okuduğunu anlayamayan bir nesil yetiştirdiğimiz, bu programlardan yetişen çocuklarımızın girdiği PISA sınavı sonuçlarıyla bir kez daha onaylanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, ABİDE adını verdiği kendi yaptığı ölçmeler sonucunda on çocuktan dördünün okuduğunu anlamadığı sonucunu açıklamıştır. TEDMEM’in 2020 raporu, ilköğretim çağında yaklaşık 156 bin, ortaöğretim çağında ise yaklaşık 316 bin çocuğun okul dışında kaldığını belirtmektedir. Okul dışında kalan çocukların ve okulda kayıtlı bulunmasına karşın ABİDE testinde görüldüğü gibi temel düzeydeki becerileri dahi edinemeyen öğrencilerin varlığı “öğrenme krizi,” basit bir metni okuyamamak ve/veya okuduğunu anlayamamak da “öğrenme yoksulluğu” olarak nitelendirilmektedir. Öğrenme krizi, ülkelerin insan sermayesi geliştirme ve “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları”nı gerçekleştirme çabalarını tehdit etmektedir. Okuma becerisini kazandıramayan eğitim sistemleri matematik, fen bilimleri ve beşerî bilimler gibi diğer alanlarda da öğrenme yoksulluğu oluşturur.
Hocam 4+4+4 yapılanmasının bu kadar zararı varsa, bunu yapanlar neyi amaçladı?
2012 4+4+4 yapılanması ile ülkeyi yönetenler "dininin, kininin sahibi" bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Öğretmenlik eğitimi ve meslek deneyimi sırasında 60 aylık çocukla nasıl çalışılacağını öğrenmemiş öğretmenler, adına “Uyum Programı” denilen, çocuklarda algı bozukluğu yaratan, zihin terörü uygulayan kitapları uygulamak zorunda bırakılmışlardır. İlkokulun dört yıla indirilmesi ile norm fazlası öğretmenler ortaokul branş öğretmenliğine geçmek zorunda bırakılmış, nitelik yine göz ardı edilmiştir. 4+4+4 yapılandırmasını yapanların neyi amaçladığını söylemeye dilim varmıyor.

Hocam sözünü ettiğiniz tüm bu olumsuzlukları 2017 öğretim programı değişikliği nasıl etkiledi?

Uygulanmakta olan 2005 öğretim programının başarısı/başarısızlığı değerlendirilmeden, yaş grubunun ve çağın gereksinimleri belirlenmeden, içinde program geliştirme, eğitim psikolojisi, eğitim sosyolojisi, eğitim felsefesi ve konu alanı üst düzey yetkinliğe sahip uzmanların bulunmadığı, kimlerden oluştuğu açıklanmayan gruplara "2017 öğretim programı taslağı" hazırlatılmıştır. Taslak program görüşlere açılmış ancak verilen akademik ve bilimsel geri bildirimler programa yansıtılmamıştır. Programın deneme uygulaması bile yapılmadan, öğretmenlere programın nasıl uygulanacağına ilişkin eğitimler verilmeden 2017-2018 öğretim yılında uygulamaya konmuştur.

Peki, ilkokullardaki tüm bu olumsuz tablo nasıl düzeltilebilir hocam?

Eğitim sistemi yapılanması kesintisiz olarak 1+8+3 olarak oluşturulmalıdır. Uygulanmakta olan öğretim programı iptal edilmeli, program geliştirme bilim alanının ilkelerine göre programlar geliştirilmelidir. (2017 öğretim programı halen bilimsel yöntemlerle Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Programları ve Öğretim Bölümü öğretim elemanları tarafından bir proje kapsamında değerlendirilmektedir. Program Geliştirme çalışmalarında bu araştırmanın sonuçlarından yararlanılmalıdır.)Yetkin olmayan kişilere yazdırılmış, içinde mavi balina, illüminati, rabia işaretleri gibi örtük semboller, yanlış iletiler ve Türkçe yanlışları bulunan ders kitapları iptal edilmeli, kitaplar uzman kişilere yazdırılmalı, ders kitabı yazma konusunda uyulması gereken bilimsel ölçütlere uygun olanlar okutulmalıdır. Okul binaları, laboratuvarlar, okul bahçeleri, kütüphaneler, görsel sanatlar, müzik ve spor salonları, öğretim araçları nitelikli hale getirilmelidir. Varsıl-yoksul, inançlı-inançsız izlenimi yaratan giysilerden vazgeçilmeli ve çocuğa okullu kimliği kazandıracak, günlük çalışmayı kolaylaştıran çağa uygun giysiler seçilmelidir. Öğretmen giysileri, öğretmenlerin fiziksel görünümleri dinî iletiler içermemelidir. Bütün okullarda tekli öğretime geçilmelidir. Zorunlu din dersi programdan kaldırılmalıdır. Sınıf mevcutlarının en fazla 24 olabilmesi için önlemler alınmalıdır.

Değerli hocam sınırlılığımız dolayısıyla ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretime dair genel bakışınızı da alabilir miyim lütfen?

2012’de 4+4+4 yapılanması ile 8 yıllık ilköğretim okulları 4-4 olarak birbirinden ayrılarak, koşulların durumuna göre binalar da ayrılıp, isteyen öğrencilere ilk 4’ten sonra öğrenim yaşamını kesip bir yıl (bu süre daha sonra iki yıla çıkarıldı) hafızlık eğitimine gitme yolu açılmıştır. Meslek liselerinin orta kısımları kapatılmış, yalnızca İmam Hatip Liselerinin orta kısmı açılmıştır. Böylece eğitim sisteminde ilk dört sınıf ilkokul, ikinci dört sınıf genel ortaokul ve imam hatip ortaokullarından oluşmuştur. Öğrencileri ilk dörtten sonra imam hatip okullarına yönlendirmeleri için Milli Eğitim Müdürlüklerinden ilkokullara zaman zaman resmi yazılar gönderilmiştir.

Genel/akademik ortaokul programlarında 1982 T.C. Anayasasıyla her sınıfta Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi (DKAB) dersinin zorunlu olarak okutulmasının yanı sıra 2012’de 4+4+4 yapılanması ile seçmeli "Kur'an-ı Kerim”, “Hazreti Muhammed'in Hayatı” ve “Temel Din Bilgileri" dersleri yerleştirilmiştir. Birçok okulda veliler çocuklarının bu dersleri seçmeleri için zorlanmıştır. Diğer seçmeli derslerin öğretmenleri sayıca yetersiz hale getirilirken çok sayıda din dersi öğretmeni atanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zorunlu DKAB dersinin bir insan hakkı ihlâli olduğu kararına karşın, ders zorunlu olarak okutulmakta ve 8. sınıf öğrencilerinin liselere giriş sınavında sorulan soruların 1/5'i DKAB dersinden sorulmaktadır. Yatılılık, bursluluk gibi özendiriciliklere ve zorlamalara karşın imam hatip okullarının kontenjanlarının doldurulamaması ve bu okullarda öğrenci başarısının düşük olması, üst düzey yöneticileri amaçları yönünde sınav türünü değiştirme, çocukları mahalle okullarına kaydolmaya zorlama gibi bilimsel dayanağı olmayan yeni arayışlara ve kararlara yönlendirmiştir.

Eğitimdeki yapılanmaların doğrudan sonuçları nedir hocam?

MEB’in yapılandırdığı öğretim süreçleri, TEOG, YGS, KPSS vb. sınav sistemleri ile öğrencileri dershane desteği almaya mecbur etmiş, cemaat dershanelerini kapatacağım derken, dünyada benzeri görülmemiş "Temel Lise" adında garabet bir kurum üretilmiştir. Bu yaklaşım ve uygulamalar eğitim hizmetlerinin paralılaştırılmasına ve yoksul aile çocuklarının örgün eğitim sistemi dışına atılmasına neden olmuştur. Bütün bu değişikliklerin, öğretim programlarıyla ilgili bir değerlendirme çalışması yapılmadan, uygulanmakta olan programların sorunlarını analiz edip; bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir program değişikliği yapılamadığı için yeni dedikleri her değişimin öğrenci başarısında ya da performansında bir ilerlemeye yol açmadığı, aksine çocuklarımıza ve gençlerimize, dolayısıyla da ülkemizin geleceğine zarar verdiği gözlenmektedir. Altı yaşından 18 yaşına kadar öğretim sürecinin içinde olan geleceğin erişkinlerine, son 18 yılda yapılan, her biri yenilikler, reformlar getirdiği iddia edilen bu değişiklikler, eğitim hakkının ihlâlidir, ihmâldir, istismardır, çocuklara uygulanan zihinsel şiddettir.
Hocam öğretim programları değişiklikleri merkezli olarak sizin çok konuşulan değerler eğitimine nasıl baktığınızı merak ediyorum. Çünkü bizde değerler denince akla sadece dini değerler geliyor.

Bakın 2017 öğretim programı değişikliği ile Evrim kuramı, Atatürk, Kurtuluş Savaşı gereksiz görüldü, Cihat, muamelât, ukubat kavramlarına yer verildi, Hayatın Başlangıcı ve Evrim konusu programdan çıkarılmıştır. Öğrencilerin puanlarının OECD ortalamasının altında kalması ve her uygulama sonucunun iniş çıkışlar göstermesinin en önemli nedeninin her gelen Milli Eğitim Bakanının reform yapıyormuş gibi programlarda değişiklik yapmasıdır denebilir. 2017 programına MEB'in, FETÖ' nün uzantısı olan "Hizmet Vakfı" ile "Toplumsal Duyarlılık Projeleri" kapsamında imzaladığı protokolde yer alan, adına "Değerler" dediği, içerikle, eğitim durumlarıyla nasıl ilişkilendirileceği belli olmayan, hemen hiçbiri 21. yüzyıl becerileri kapsamına girmeyen özellikler bütün derslere yerleştirilmiştir. Akademik liseler hızla imam hatipleştirilmiş, üstün başarılarıyla adını duyuran liseler proje okulu ilan edilerek öğrencilerin ve velilerin güçlü direncine karşın bazıları dağıtılmıştır.

Hocam ortaöğretimle ilgili durum nedir?

2012’de kesintili eğitime geçilmesi ve sonrasında çok sayıda akademik lise ve FETÖ darbe girişiminin ardından el konan FETÖ binaları imam hatip ortaokulu ve lisesine dönüştürüldü. İktidarın çok değerli olduğunu savunduğu, büyük bütçeler ayırdığı ve yoksul öğrencilere dayattığı imam hatiplerin kontenjanları doldurulamadı ve başarı oranı daha da düştü.

Sayıları azaltılmış akademik liselere puanı yetmeyen az başarılı gençler zorunlu olarak meslek liselerine ve imam hatip liselerine yerleştirilmektedir. Bu iki program türünü istemeyen varlıklı aile çocukları özel liselere kaydolabilirken yoksul aile çocukları örgün eğitim dışına bırakılarak açık liseye kaydedilmektedir. Dershanelere “Temel Lise” adı verilmiş, fiziksel olanakları eğitim için hiç uygun olmayan bu apartman katı binalar, paralı dershane ve özel okul haline getirilmiştir. Uzun yıllar üstün başarı göstermiş liseler “proje okulu” adıyla dönüştürülmek istenmiş, öğrencilerin ve velilerin çabasıyla bir kısmı, imam hatip okuluna dönüştürülmekten kurtarılmıştır. İmam Hatipler artık Türkiye’nin bürokrat ihtiyacını karşılayan kurumlar haline getirilmiştir. Dersleri İslamiyet’te akılcı fıkıh ekolünü esas alan öğretmenlerden çok tarikatlarla, onlara bağlı vakıflarla çalışan öğretmenler vermektedir. Akılcı İslâm’ı savunan bazı Din eğitimcileri hizmetten uzaklaştırıldı. Son18 yılda yapılandırılan İmam Hatip okullarıyla “dininin, kininin sahibi” erkek ve kadınlar yaratılmaya çalışıldı.

Tüm bunlar eğitim hakkı ihlallerine yol açmıyor mu?

Sınav sistemlerinde ve öğretim programlarındaki bilim dışı değişiklikler, dini vakıflarla imzalanan protokoller, derslik ve laboratuvar eksikliği, mescit ve abdesthane açma zorunluluğu, kalabalık sınıflar, öğretmensiz okullar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, personel istihdam sorunları, öğrencilerin tarikat ve cemaatlerin yurtlarına mahkûm edilmesi, karma eğitim yapılması şartının kaldırılması, çocukların örgün eğitim dışına itilmesi, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, ticarileşme, özelleştirme ve dinselleştirme gibi sorunlar her geçen gün büyümekte, verilen eğitim bilimsel, laik ve çağdaş eğitimden hızla uzaklaşmaktadır. MEB, Diyanet İşleri Başkanlığı ve iktidara yakın dinî kurum ve vakıflarla imzaladığı protokollerle neredeyse eğitimi dernek ve vakıfların eline terk etmiştir. "Haydi Çocuklar Camiye Projesi", “Her Okulun Bir Yetimi Var”, “Sûre Ezber Yarışması” “Yedi Yaşındayım Namaza Başlıyorum” gibi akıl dışı etkinlikler yapılmakta ve çocuklar ödüllendirilmektedir. MEB’in zorunlu harcamaları için bile yeterli olmayan bütçesi bu etkinliklere harcanmaktadır.

2023 Eğitim Vizyonu Raporunda, "ikili eğitime son verme, sınıf mevcutlarını azaltma” gibi hedefler bir kenara bırakılmış görünüyor. Kamu kaynakları ve dini vakıflar tarafından desteklenen, apartmanlarda açılan, bahçesi, spor salonu, sanat atölyesi, kütüphanesi vb. koşulları uygun olmayan özel okulların sayısı her geçen gün artmıştır. Bazıları da ya parasal destek bulamadığı ya da veliden topladığı ücretleri başka yatırımlarında kullandığı için batmış, öğrenciler aylarca öğretim sürecinden ayrı kalmış ve öğrencinin “eğitim hakkı” ihlâl edilmiştir.2011 yılında “çağ açıp, çağ kapatacak” diye başlatılan Fatih Projesi devlete çok pahalıya mal olmuş, (MEB müsteşarının açıklamasına göre 30 Milyar dolar) eğitim sistemine büyük zararlar vermiş ve proje çökmüştür.

Ortaöğretime dair önerileriniz nedir?

Okul binalarında dinin gereklerine göre yapılan mekânlar bilimsel eğitim ortamlarına dönüştürülmelidir. Dogma ve hurafelerin belirleyeceği bir toplumsal yapının oluşumuna zemin hazırlayan 4+4+4 düzenlemesi derhal kaldırılmalıdır. Öğretim programından zorunlu DKAB dersi ve seçmeli din içerikli dersler kaldırılmalıdır. Eğitim, zorunlu ve kesintisiz 1+8+3 bilimsel, laik ve demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Hazırlanacak öğretim programları yeni kuşakları, çağın gerektirdiği akıl, bilim ve sanat ortamlarında 21.yüzyıl becerileri ile donatmalıdır. Hazırlanacak öğretim programlarını başarıya ulaştırmak için mevcut öğretmenler hizmet içi eğitimden geçirilmelidir.

Siz yıllarınızı yükseköğretime verdiniz. Orada tablo nasıl?

1996-2003 yılları arasında bir kısmının dinî cemaatlere ait olduğu bilinen 20 kadar vakıf üniversitesi açılmıştır. Üniversite sınav sorularının şifrelenmesi, çalınması, bir meslek lisesi olma özelliğini kaybettirip bir genel/akademik lise haline getirilmeye çalışılan imam hatip lisesi mezunlarının Teoloji dışındaki alanlarda öğrenim görmesi yükseköğretim kurumlarını dincileştirmiştir. Üniversite seçme sistemi 17 defa değiştirilmiştir. Cumhurbaşkanı, rektörleri doğrudan atayarak yükseköğretim kurumlarının bilimsel özgünlüğünü ve akademik özgürlüğünü kaldırmıştır.
Üniversite kadrolarına “sadakat/siyaset/bizim adamımız” anlayışıyla atamalar yapılmıştır. Üniversite yönetimlerinde farklı görüşe sahip bilim/sanat/nitelik sahibi üst düzey idari ve akademik personel değerlendirilmediği gibi, kendi siyasi görüşlerinden olmayanlar dışlanmıştır. Cumhurbaşkanı tarafından atanan 69 rektörün uluslararası yayını olmadığı, 71’inin yayınlarına hiç atıf yapılmadığı, ilahiyatçıların hukuk fakültelerine dekan atandığı basına yansımıştır. Üst yönetim tarafından belirlenen ve tayin edilen alan dışı jürilerle akademisyenlere doktora ve doçentlik unvanları verilmiş, profesör kadrolarına atamalar yapılmıştır.

Hocam dekanlarla ilgili tablo nasıl?

Üniversitelerde bulunan 77 hukuk fakültesinin birçoğunun dekanı hukuk fakültesi mezunu değildir. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı’nın görevlendirilmesinin ardından 19 fakültede hukukçu olmayan, farklı alanlardan kişiler dekan olarak atanmıştır. Geçmişte irtica nedeniyle İstanbul Üniversitesinden ihraç edilen İlahiyat hocası Mardin Artuklu Üniversitesine rektör olarak atanmış, dini kıyafetlerle kitle iletişim araçlarında yer almıştır. Çok sayıda sahte, paralı dergilerin, sahte kongrelerin varlığı yıllardır bilinmesine, öğretim üyeleri tarafından üst yönetimlere bildirilmesine karşın tepki gösterilmemiş ve bu yayınlarla, bildirilerle kayırılan kişilere doçentlikler, profesörlükler, hatta üst yönetim görevleri verilmiştir. Hemen her şehirde en az bir üniversite ve çok sayıda ilçede de bir fakülte ya da Meslek Yüksek Okulu açılmıştır. Birçok üniversitede kadrolu Prof. ve Doç. öğretim üyesi bulunmamaktadır. Öğrenciler araştırma görevlileri ile lise düzeyinde öğrenim görmektedirler. Bazı ilçelerde yalnızca 2-3 öğrencisi bulunan Meslek Yüksek Okullarına bağlı bölümler bile vardır (Ilgın ve Akşehir’de kaç öğrenci olduğuna bakılabilir.)

Tüm bunlar yükseköğretimde nitelik sorununa yol açmaz mı?

Hızla sayısı artırılan yükseköğretim kurumlarının çok ciddi olarak nitelik sorunu vardır. Köklü üniversitelerde kadro sınırlaması, yaratılan antidemokratik ortamlar, ekonomik sınırlılıklar nedeniyle Devlet üniversitelerinde yetişmiş öğretim üyeleri vakıf üniversitelerine geçmekte ve devlet üniversitelerinin içi boşaltılmaktadır. Devlet üniversitelerinde yüksek puanlarla üniversiteye giren öğrencilere nitelikli öğretim hizmeti verebilen bu öğretim üyeleri düşük puanlarla girilen vakıf üniversitelerinde (yeterince para alsalar da) nitelikli öğretim yapamamakta ve akademik olarak tatmin olamamaktadırlar.

Hocam akademide FETÖ ile mücadele kapsamında ihraç edilen muhalif akademisyenler oldu, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Niteliğine bakılmaksızın, ayrılması durumunda üniversitenin yaşayabileceği olumsuzluklar, özellikle nitelik kaybı düşünülmeden 21 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal ilan edilmesiyle Barış Bildirisine imza atan 549 akademisyen bir gecede kamu ve vakıf üniversitelerinden KHK’larla ihraç edilmiştir. Açtıkları davada beraat etmişler fakat görevlerine döndürülmemişlerdir. FETÖ ile mücadele kisvesi altında, tarikatlarla ilgisi olmayan birçok muhalif bilim insanı sorgusuz sualsiz görevden uzaklaştırılmış, biat eden ya da tepeden inme getirilen rektör ve dekanlar, bazı dini vakıfların toplantılarında görüntülenmiş, çağdaşlığa, bilime ve laikliğe hatta dine bile aykırı söylemleriyle sık sık gündemde yer almıştır. En köklü üniversiteler nefret söylemlerinin hedefi olmuş, binaları ve yerleşkeleri işgal edilmiş, kimi üniversiteler parçalanmış, üniversite yönetimleri üzerinde baskı kurulmuştur.

Hocam değerli bilgileriniz için teşekkür ediyorum. Ben son olarak yazılarımı Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin diye bitiririm. Siz son olarak ne söylemek istersiniz?
Türkiye Cumhuriyeti dibe vurmuş eğitimindeki bilim dışı ve gericileşme adımlarını düzeltecek ve eğitimine sahip çıkacak kadar büyük ve güçlü bir ülkedir. Bunu yapacak eğitilmiş insan gücüne sahiptir.

Etiketler
Muş Türkiye