Demokratik Cumhuriyete borcumu eğitimle ödemeye yeminim var…

Eğitimin Bütün Günahları Benim Boynuma, Sevapları Sizin Olsun Ben bu devletin yatılı okullarında büyüdüm. Yani demokratik cumhuriyetin bir kazanımı olarak...

Eğitimin Bütün Günahları Benim Boynuma, Sevapları Sizin Olsun

Ben bu devletin yatılı okullarında büyüdüm. Yani demokratik cumhuriyetin bir kazanımı olarak, eğitimin sosyolojik asansör görevinden hareketle, eğitim sayesinde bir yerlere gelebildim, eğer gelebildiysem ve tasavvufumun söylediği üzere, en büyük makamın insanlık makamı olduğundan hareketle. Ve yatılı okulu bitirdiğim zaman kendime bir söz vermiştim. Evimde yemediğim yemeği, ekmeği bana yediren; giyinmediğim kıyafeti bana giydiren devletime, ne yapıp ne edip borcumu ödemeliydim. Yeni Şahinlerin, yeni çocukların önünü açmalıydım. Hayata, boyadığı ayakkabı bağcıklarıyla bağlanan çocuğun da hayata bağlanması için, bu devlet ve ülkem için bir şeyler yapmalıydım. Geldiğim noktada, bu borcu ödeyebilmenin en iyi yolunun eğitim olduğunu düşünüyorum, eğitimin diğer bütün alanları da etkilediğini, hareket ettirdiğini düşünerek. Peki, bir öğretmen eğitimci olarak ne yapabilirdim, ülkemin eğitimine nokta kadar da olsa katkı koyabilmek için? İşte o an anladım. Mesele, hangi makamda olduğunuz ve makamlardan güç almak değildir; mesele, ne iş yaptığınız ve ne kadar katkı koyduğunuzdur. Ve eğitimin çözümünü kendimce bulmuştum. Ne zaman ki bir Milli Eğitim Bakanı, bir öğretmen kadar amatör ve mütevazı olursa ve bir öğretmen de bir Milli Eğitim Bakanı kadar profesyonel ve sorumluluk alırsa o gün kurtulurdu bu ülkenin eğitimi. Bunu, bana, okuduğum yüzlerce eğitim kitabının tozlu sayfaları göstermişti, dünya eğitim felsefesi ve tarihi adına.

Bir Yılda 300 Yazı Yazdım, Hayatım Değişmedi

Evet, meşhur kitabın adıdır, bir kitap okudum hayatım değişti. Ben her yıl 300 ayrı konuda 300 eğitim yazısı yazıyorum, hala hayatım değişmedi. Çünkü hala, öğretmen olmanın dayanılmaz ağırlığını taşımaya ve sorumluluk sahibi ve profesyonel olmaya çalışıyorum, eğitim borcumu, diyetimi ödeyebilmek için. Aslında, tüm bu yazdıklarımı niye mi yazıyorum? Bizler, genelde, geçtiğimiz yılın eğitim sorunlarını şöyle bir hatırlamak için, yılsonu eğitim değerlendirme yazıları yazarız. Ben de bir eğitimci yazar olan kendimin, eğitimdeki geçmiş yıllarını yazmak istedim. Evet, eğitime koyabileceğim en büyük katkı, teorik derinliği olan ama sıradan okuyucunun dikkatini de çekebilmesi için, güncel yanı da olan, köklerini eğitim felsefesi, sosyolojisi, tarihi ve yönetiminden alan yazılar yazmaktı. Çünkü artık sözün, düşüncenin gücünü keşfetmiştim. Çünkü eğitime yön verenlere, düşüncelerimle yön verebilir ve katkı koyabilirdim. Tabii bu iş hiç de öyle göründüğü gibi kolay bir iş değil, daha çok çalışmam lazım çok deyip, çok emek vermelisiniz birazdan detaylarını anlatacağım üzere.

Ustaların Ve Dostların Olumlu Eleştirilerini Saymazsak Linçtir Yaşadıklarım Ve Payıma Düşen De Kocaman Bir Yalnızlık

Dedim ya, son 15 yıldır her yıl, yılsonunda, ayrıca her hafta ve her gün, o haftanın ve o günün eğitimini değerlendirdiğim gibi, kendi eğitim tarihimi son değerlendirmek istiyorum. Öncelikle belirteyim ki, tüm yazıları maddi bir kazanç olmaksızın eğitim rızası için yazarsınız. Ve tam bir doğum heyecanı gibi zordur bir yazıyı yazmak; ülkenize, milletinize, devletinize ve eğitiminize hizmet etmenin gizli hazzını saymazsak. Eğitimi bir yaşam biçimi haline getirmemişseniz yapılacak iş değildir her gün eğitimle ilgili teknik yazılar yazmak. Hele bir de insanların her gün yemek yemeye bile üşendiklerini düşünürseniz. Evet, eğitimi bir yaşam biçimi haline getirmek zorundasınız. Öncelikle yazacak konu bulmanız gerekir. Popüler olanı klasik olana yönlendirebilmek için güncel bir konu bulup, okuyucu çekip gelenek içinde tüm bilgileri verip tekrar günlük hayata getirmek zorundasınız. 3 ay önce düşmüş olan diş dolgumu 10 dakikada taktırmaya da henüz gidemedim desem, abartmam. İşte böyle bir yoğunluk gerektiriyor yazmak. İnsanların yayarak hareket ettiğini düşündüğünüzde, günde iki saatlik uğraşla, haftada bir yazı yazarlar. Ama ben ciddi bir disiplinle, günde 10 saati sadece bir yazıya ayırdığımı söylediğimde, aslında bir yılda değil, 300 günde yani 3000 saatte 300 farklı teknik eğitim yazısı yazmış oluyorum. Tabii bu yolda bir de ustaların ve dostların olumlu eleştirilerini saymazsak linçtir yaşadıklarım ve payıma düşen de kocaman bir yalnızlıktır, birazdan detaylarını anlatacağım üzere.

Yazı Yazmak Dışlanmışlıksa Dışlanmıştık İkimiz De

Evet, sürekli bir eğitim komandosu gibi yaşamak zorundasınızdır. Günde 10 saat yazabilmek için 24 saat sosyal medya takibi yapar, her gün sabah en az iki saat eğitimle ilgili çıkmış tüm haberleri okur, eğitim video ve programlarını notlar alarak izler ve bu arada da beyninizi beslemek için sürekli cebinizden paralar vererek eğitim kitapları alıp okumak zorundasınızdır. Evet, bunlar tamam, konuyu belirlediniz. Bu defa doğum pardon yazı yazma sancılarınız başlar. En az üç dört tez okursunuz ve yazı biter. Bitti mi, hayır. Hiçbir iyilik cezasız kalmaz misali asıl iş bundan sonra başlar. Ve yazı yazmak dışlanmışlıksa dışlanmıştık ikimiz de. Zaten buraya kadar olan süreç değil, sonrası, insanların tepkileri ve yaşayacaklarımız asıl yorar.

Olsun, Bana Seninle Geçen Eğitimim Yeter

Yazı yayınlanmıştır ve artık siz onun kölesi olmuşsunuzdur. Bilimi, aklı, liyakati, objektifliği, yapıcılığı gözeterek yazdığınız yazılar ne İsa’ya ne Musa’ya yarar. Yazı yazarken ki haz yanınıza kar kalmaz. Olsun, bana seninle geçen eğitimim yeter, der durursunuz. Tam yeni yazıyı yazmaya motive olmuşsundur soğuk bir kafe köşesinde, az önce minibüste notlarını gözden geçirmiş olarak (yazar burada sıcak odaları, makam odaları ve lüks ve debdebe içinde olmadığını söylemektedir) ya bir mesaj, ya bir telefon ya da bir mail gelir. Tabii bir de ustaların ve dostların yapıcı eleştirilerini bir kenara koymamak lazım. “ Yok, abi yok, sen iyice MEB’e, bakana, şu partiye, bu partiye, şu şahsa tabi oldun. Aylık en az 10 bin dolar veriyorlar dimi sana?” Ve de aynı yazı için o kadar farklı yorumlar gelir ki, kim nereden tutarsa. Yani aynı yazıdan dolayı hem kahraman hem suçlu olup; hem bir yere hem tam zıddı bir yere yakın olmakla suçlanabilirsiniz.

Gardaşım, Yazdıklarının Altına Gözüm Kapalı İmza Atarım

Bitmedi, daha devamı var. Ama aslında adı konmamış bir mobbing yaşarsınız, yalnızlaştırılırsınız. Devamında, aynı yazıdan dolayı, MEB’i savunan adam olarak karşı cephe sizi dışlar, dedikodu yayar, olmayan ayağınızı kaydırmaya çalışır; muhalefetle ilgili iyi bir şey yazdığınızda MEB, seni dışlar, aslında herkes herkesi dışlar durur. Anlamıyorum, biz toplum olarak aynı gemide olduğumuzu unutarak nasıl bu hale geldik. Ben aslında okuyucularımızın bileceği üzere, tam da bu nedenden dolayı, tüm yazılarımı ihtiyacımız olan birliği, beraberliği yakalayabilmek adına “Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin” diye bitiririm. Ama nafile! Gören kim, duyan kim. Eleştiri kültüründen iyice uzaklaştık, yapılan yanlışlıkların dile getirilmesi bizleri rahatsız ediyor. Ha bir de, aslında içten içe insanların söylemek isteyip de söylemediklerini yazmışsındır aslında. Yani, kendilerinin maruz kaldıkları haksızlıkları da dile getirmişsinizdir ve aranan telefonun, mesajın sonu şöyle biter: “Gardaşım, haklısın aslında, ama napcan sesimizi çıkaramıyoruz, vallaha yazdıklarının altına gözüm kapalı imza atarım.”

Amman Kimseler Görmesin, Amman Kimseler Duymasın

Neyse, tüm enerjini toplayıp yeniden yazmaya başlarsın ki, hop bir telefon daha: “Abi, sen ne yaptın? Ne yazmışsın öyle. Amman külliye görmesin, amman bakan duymasın, amman bakan yardımcısı görmesin, amman X genel müdürün kulağına gitmesin, amman şu partinin genel başkanının kulağına gitmesin. Genel başkan böyle şeyleri hiç sevmez. Şu eğitim komisyonu vekili duymasın, ayağını kaydırdığını düşünür.” Ee, kim görsün, kim duysun? Bizler bu yazıları; hukuki, ahlaki ve eleştiri ölçüleri içinde, tam da birileri görsün diye, duysun diye yazıyoruz. Görsünler de, eğitimimiz, ülkemiz daha iyi olsun diye yazıyoruz. Unutmayalım; eleştirenler dostlarımızdır. Ayrıca, duymasını, görmesini istemediğiniz kişiler, duyulmaması ya da görülmemesi gereken bir iş yaparken, yapmaya çekinmiyorlar da, biz niye yazmaya çekinelim. Ha, bir de, aynı yazımız bir sitede çıkınca sağcı, başka bir sitede çıkınca solcu, bir başkasında ulusalcı olup çıkarsınız, siz insan olmaya çalışırken. Oysaki yazı, aynı yazıdır. İşte bu kadar ötekileşmişiz birbirimize. Oysaki yazma nedenim tam da tersi; kardeş olabilmek için

Ben Siyasetçi Değilim, Eğitimimizin Kölesiyim, Eğitimci Olmaya Çalışıyorum

Ha, bir de, bize gereğinden fazla anlam yükleyen, daha sert olmamızı öğütleyenler var. Arkadaşlar, ben sadece eğitimci olmaya çalışan bir eğitim kölesiyim, hizmetçisiyim. Ve ben siyasetçi değilim. Sanırım, siyasi muhalefetin bazı noktalardaki yetersizliğinden dolayı, eğitim konularında siyasi kişilikmiş gibi hareket etmemizi, öncülük yapmamızı bekliyorsunuz. Bizler; kaleminden, aklından, bilimden başka gücü olmayan eğitimcileriz. Farklı siyasi bir üslup takınırsak, eleştirdiklerimizden farkımız kalmaz.

Evet, Türkiye’nin eğitimi ve MEB, hepinizin bana mobbing uygulamasından daha önemli. Eğitimin bütün günahları benim boynuma, tüm sevapları sizin olsun. Yeter ki MEB’e zarar gelmesin ve eğitimimiz daha iyi olsun. Biz, bu yolda, eğitim hizmetçisi, kölesi olmaya devam edeceğiz. Dönen dönsün, ben dönmezem eğitim yolundan. Bu yolda ne maddi bir çıkarımız, ne MEB’den, külliyeden, siyasi partilerden aldığımız aylık 10 bin lira maaşlar, ne makam arabaları, ne elimizin altında binlerce çalışan var. Sadece; ülkemize, milletimize, devletimize borcumuzu eğitimle ödeyebilmenin heyecanı, öğrencilerimizin sıcak bakışları ve ülkemize dair umudumuz var.

Maddi bir çıkarımızın olmaması bir yana, payımıza düşen koca bir linç, yalnızlık, insanları ikna etmek için boşa geçen zamanlar, soğuk kafe köşeleri, bilgisayarımızı taşımaktan dolayı bel ağrıları, minibüslerde okunan eğitim yazılarıdır makam odası tadında. Ha bir de, pek çok kişi para kazanmakla uğraşırken siz, bütün enerjinizi eğitime verdiğiniz için kalan banka borçlarınız, ödenmemiş faturalarınız ve bozuk gözlerdir çok okumaktan, bakanlığın arada sizi ciddiye alıp uygulamaya koyduğu eğitim tarihi müzeleri vb. projelerimizi saymazsak. Bir de yatılı okulda kendi kendime verdiğim söz. Bu devlete borcumu ödemeliyim. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…