Varaklı eğitimin paslanmış yüzü

1999 yılında kaybettiğimiz Barış Manço’nun bir sözü geldi aklıma anılara daldığım şu günlerde.

“Para pula ihtişama kanma dostum,

İçi boş insanların bu dünyada yeri yok.”

İhtişam, ne de yanlış anlaşılmış bizim ülkemizde. Altın varaklı okul lobileri, göz boyamalı mutluluk sembolleri, torpilli sahte gurur belgeleri…

Okullar okulluktan çıkıp her şey dahil otel hizmeti veriyor artık. 3 öğün yemek, kapalı yüzme havuzu, spor salonları… Otelden tek farkı odayı boşaltma saati yok aile gelene kadar okulda durabilirler tabii başlarında öğretmen durması şartıyla.

Öğretmenin hakları ise anne kuaföre gidecek diye gasp ediliyor. 2002 yılında yabancı ve Türk okullarının toplam sayısı 1887’ydi. Bu sayı 2019-2020 yıllarında 13.870’e ulaştı. Bunda 2004 yılında Ziya Selçuk’un “artık piyasaya göre eğitim modeline geçiyoruz. Eğitimi piyasa belirleyecek” sözleri etkili midir bilmem ama bu artış anayasanın 42.maddesi olan “eğitimde eşitlik” ilkesini deler nitelikte. Bugün size o “varaklı” dünyanın arkasında olan “paslanmış” düzeni anlatacağım. Üstelik bunu dışarıdan maval okuyan birisi olarak değil, dünyayı değiştirme hayallerinin sınıfını değiştirememe gerçeğiyle son bulan bir öğretmen olarak anlatacağım.

Gözlerimi kapatıyorum kulağımda Barış ağabeyin şarkısı çınlıyor. Yeni mezun olduğumda Amerika’nın Beyaz Saray’ı gibi bir mimarisi olan, tanınmış bir kurumda işe başlamıştım. Beyaz Saray etkisini sadece mimaride sanıyordum o günlerde.

2015 yılıydı, 2000 lira maaş alacaktım. Çok çalıştırmasıyla ünlü bir kurumdu ama sonuçta bu ülkede hak var hukuk var işçi haklarını delip çalıştıramazlardı. Yeni mezun olan biri için özgeçmişimde bu kurumun olması benim için şanstı! Evlendim 3 gün yasal iznim vardı. Balayı için hafta sonuyla birleştirince yeterli bir süreydi.

Yasal iznimin delinip günlerce yöneticim tarafından çağrılınca mecbur ücretini ödediğim otelimi ve uçak paramı yakıp geri dönmem gerekti. Yasal haklar, gelecek korkusuyla bezenmiş yeni mezunlar üzerinde pek etki yaratmazlar. Seminer için çağrılmıştım ortada henüz öğrenci yoktu. Ağızlarında meslektaşlarının yaptığı keklerin artıkları bulunan yöneticiler “sözünü dinletme” hazzını yaşasınlar diye çağrılmıştım yani. Bunun adına “mobbing” deniyormuş o zamanlar bilmiyordum.

O kadar çok şeyi bilmiyordum ki o zamanlar 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 41.Maddesine göre bir işçi mesai ücreti ödenmeden haftada 45 saat çalıştırılabilirmiş. Haftada 60 saat çalışınca insan titreyip kendine geliyor. İnsanlar ekstra mesai ücreti beklemiyor da en azından hakkı olan para elinden alınmasın istiyordu. Sene başında öğretmenlerin elinden zorla alınan MEB’in verdiği “eğitim-öğretim tazminatı” gibi. Ufak bir matematiksel işlemle bu ücretin toplamda yaklaşık 8 milyon olduğunu hesaplayabiliyordum. Sizin benim vergilerimizle MEB’in öğretmenlere ödediği 8 milyon lira öğretmenlere değil okul sahiplerine geçiyordu.

Birgün Gazetesinden Burcu Cansu’nun 2016’da yaptığı habere göre o zamanlar Ziya Selçuk’un sahibi olduğu kurumda da aynı durum yaşanmıştı. Öğretmenlerin hesabına “eğitim-öğretim tazminatı” yatırılıyor sonra elden geri alınıyordu. Bunu vermeyi reddeden öğretmenler Eylül Eroğlu ve Ahmet Yeşil’in ise işine son verilmişti. Bir öğrenciden yaklaşık 50 bin lira alan kurumların böylesine paraya susamışlığı eğitimin kelime anlamına tamamen ters düşüyordu.

Lobide çocuk karşılayıp çantasını taşıma, müdür odasından veli tarafından kovulma, çocuğunu uyardığım için MHP milletvekili adayı tarafından silahla okul basılması, otoparkta esnediğim için veli tarafından müdüre şikayet edilme ve müdürün utanmadan bu konuda beni uyarması, 10 yaşındaki çocuk tarafından sınav gözetmenliğinde rüşvet teklif edilmesi, özel hayata saygısızlık, gerek yöneticiler gerekse öğrenciler tarafından onu kırıcı davranışlara maruz kalma… Eğitimin geldiği kokuşmuşluk düzeyinin sadece belirli bir kısmı. Bir öğrenci öğretmenine saygı duymuyorsa ve ona, öğretmeni parasıyla var ettiği söyleniyorsa o öğretmenden otorite ve eğitim bekleyemezsiniz. Çocuklar saygı duymadıkları kişilerin sözlerini dinlemezler. Bir öğretmen gider diğeri gelir mantığı ise nitelikli eğitimin yozlaşmasına neden olur.

Çocuklarınızın eğitim düzeyini ölçmek için onlardan parayı çıkarın, para çıkınca geriye ne kaldığı onların gerçek değerini gösterecektir. Eğitimin geldiği noktanın hesabını ileride hepimiz ödeyeceğiz Mehmet Ağalar… Barış ağabeyin de dediği gibi;

“Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı,

Sarı çizmeli Mehmet Ağa bir gün öder hesabı.”