Ha sıtma ha Covid-19! Kahramanımız Mehmet Aziz!

Prof. Dr. Mehmet Hasgüler yazdı...

Prof. Dr. Mehmet Hasgüler yazdı...

11 Ocak 1950 günü havaalanında heyecanlı bir uğurlama töreni vardı. Mehmet Veysi, Hasan Behçet, Panayis Dimitriu ve Fulis Fuçaris isimlerinde dört Kıbrıslı birlikte Londra’ya doğru yola çıkıyorlardı. Mehmet Veysi 44 yaşındaydı, iki çocuk babasıydı. Hasan Behçet ise 42. Onun çocuk sayısı üçtü. 40 yaşındaki Panayis Dimitriu uçağa binmeden önce eşi ve üç çocuğuyla vedalaşmıştı. Fulis Fuçaris’e gelince… Ekibin en genciydi, 36 yaşındaydı ve onun da arkasından el sallayan üç çocuğu vardı.

Ha sıtma ha Covid-19! Kahramanımız Mehmet Aziz! - Resim : 1Prof. Dr. Mehmet Hasgüler

Dört Kıbrıslı’nın Kahramanlığı…

Bu dört Kıbrıslı o gün çok heyecanlıydılar. Hayatlarında ilk kez uçağa bineceklerdi. Ve aynı zamanda ilk kez Kıbrıs dışına çıkacaklar ve o hep adını duydukları Londra’yı göreceklerdi. Ama uçağa binmeden önce çekilen hatıra fotoğraflarında heyecanın yanı sıra yüzlerine yansıyan gururun tek sebebi bunlar değildi. Onlar farklı kimlikleriyle, ait oldukları Kıbrıs toplumunun birer kahramanı olarak taltif edilmeye gidiyorlardı Londra’ya. Bu dört Kıbrıslı yıllarca omuz omuza çalışmış dört sıradan işçiydi aslında. Dördü de Anofelle Mücadele Dairesi’nin çalışanıydılar. Ertesi gün Londra’ya uğurlanışlarının haberini veren Kıbrıs gazeteleri onlardan “Anti-Malarya (Sıtma) Harbinin Kahramanları” diye söz edecekti.

Bugünün gençleri, şu Covid-19 salgın günlerinde bu dört insanın mücadelesinin ne manaya geldiğini kavrayamayabilirler. Sıtmayla savaştan yıllar sonra, sıtmanın ilacı olan kinin bazlı hidroksiklorokinin COVID-19 tedavisinde standart haline gelmesi manidardır. Bugün bahsi pek geçmese de, sıtma bir zamanlar tüm dünyada olduğu gibi Kıbrıs’ta da insanlığın başının belasıydı. Çok eski devirlerden itibaren dünya tarihinin bazı sayfaları bizzat bu hastalık tarafından yazıldı. Koskoca ordular yok oldu, kavimler, insan toplulukları yeryüzünden silindi. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında bile bazen savaşan orduların düşman kuvvetlerinden önce mücadele etmesi gereken anofel cinsi sivrisinekler ve onların getirdiği sıtma hastalığıydı. Mustafa Kemal’in bile hayatında iki kez sıtmaya yakalanmışlığı vardı. Birincisi, genç bir askeri okul talebesiyken Manastır’da, ikincisi Çanakkale’de savaşın tam ortasındayken. Hatta hayatını sirozdan kaybetmesinin tek müsebbibinin rahmetlinin alkole olan herkesçe malum düşkünlüğünden ziyade, halihazırda sıtma yüzünden büyük tahribata uğramış karaciğerine bağlayanlar da vardır.

Kıbrıs tarihi ile sıtma iç içe geçmiş…

Kıbrıs tarihi de belli bir yere kadar sıtmanın tarihiyle iç içe olmuş hep. Teophilus Amin Haal Mogabgab’ın aktardığına göre 1542’de adanın dört bir yanı sıtmadan kırılıyordu. Hatta Mogabgab, Kıbrıslıların dillere destan uyuşukluklarının aslında bu hastalıktan kaynaklandığını bile ileri sürmüştü. O zamanlar ne karantina ne de sivrisineklerle mücadele, sadece Allah’a emanet bir hayat vardı. Karantina müessesesi da hak getire…
İlk Karantina Kurumu 1835’te Kıbrıs Kilisesi'nin ve Evkaf’ın ortak katkılarıyla Larnaka’da kuruldu. Ve 1893’te Larnaka’da dünyaya gelen bir Kıbrıslı doktor sıtmayla verilen mücadelede Kıbrıs’ın kaderini değiştirmekle kalmadı, dünyaya örnek oldu. Mehmet Aziz’di o Kıbrıslının adı.

Mehmet Aziz Bey, 24 Eylül 1893 tarihinde Larnaka’ya bağlı Vuda köyünde 6 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya geldi. İlkokula Larnaka Rüştiyesi’nde başladı. Yine aynı kentte faaliyet gösteren misyoner okulu American Academy’e devam etti. Amerika’da yaşayan büyük kardeşi Hayreddin Bey’in daveti üzerine Connecticut’taki Bridgeport Meslek Lisesi’ne kayıt yaptırdı.
Hayreddin Bey’in Türkiye’ye yerleşme kararı vermesi üzerine, iki kardeş 1912 yılında Amerika’dan ayrıldı. Hayreddin Bey Türkiye’ye yerleşirken genç Mehmet Aziz de Kıbrıs’a döndü. O sıralarda İngiliz bilim adamı Sir Ronald Ross sıtma konusunda rapor hazırlamak amacıyla Kıbrıs’ı gezip incelemeler yapmaktaydı. İngilizce bilen ve bu işte gönüllü çalışacak elemanlara ihtiyacı vardı. Kıbrıs’ı dolaşırken Mart 1913’te yolu Vuda köyüne düştü.

Mehmet Aziz’in Sağlık Müfettişliği ve Sıtma Mücadelesi…

Vuda köyü o yıllarda sıtma hastalığı çok görülen bir yerdi. Köyde iyi düzeyde İngilizce ve Rumca bilen Mehmet Aziz’le karşılaştı. Sir Ronald Ross kendisine, birlikte çalışma teklifi etti ve böylelikle 18 Mart 1913 tarihinde beraber çalışmaya başladılar. Bu çalışmanın ardından Mehmet Aziz Sağlık Müfettişi oldu. Bir süre sonra da Birleşik Krallık’taki London Royal Sanitary Institute sınavlarını vererek 1 Nisan 1921 tarihinde Başmüfettişlik mevkiine terfi etti.

1940’lı yılların başında resmi kayıtlara göre 400 bin nüfuslu Kıbrıs’ta 180 bin sıtma vakası vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Tıp ve Sağlık Hizmetleri Merkezi'ne bağlı Anofel Yok etme Merkezi kuruldu ve başına da, alanla ilgili 30 yılı aşkın deneyimiyle tam yetkili olarak Mehmet Aziz Bey getirildi. Sıtmayla Mücadele Kampanyası Nisan 1946’da başlatıldı. Bu kampanya sırasında projede çalışan eleman sayısı 770’i bulmuştu. Kampanya 1950 yılının ocak ayında tamamlandığında, 46 Ton DDT tozu kullanılmış ve 300 bin Kıbrıs Lirası harcanmıştı. Kampanya öncesi sıtma vakası 180 bin iken 1949 yılında bu sayı 100 kişiye düşmüştü. Kampanyayı başarıyla uygulayan Mehmet Aziz Bey, 1949 yılında Büyük Britanya İmparatorluğu tarafından CBE (Companion of British Empire) unvanıyla ödüllendirildi. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Cenevre’deki uluslararası toplantısına Birleşik Krallığı temsilen Aziz Bey katılmıştı. Uluslararası bir toplantıda Birleşik Krallık ilk kez bir Kıbrıslı Türk tarafından temsil edilmişti.

Beyrut Üniversitesi'nden Tarık Zafer Tunaya’ya…

Aziz Bey, 1950 yılında Beyrut Üniversitesi’nden aldığı teklifi kabul etti ve üniversitenin Çevre ve Kamu Sağlığı Bölümü’nü kurdu ve kürsünün başkanı oldu. Beyrut Üniversitesi’nde dokuz yıl çalıştıktan sonra 1959 yılında Kıbrıs’a döndü ve 1960 yılında Kamu Hizmet Komisyonu’na üye olarak atandı, bu görevini de 1967 yılına kadar sürdürdü. 1967 yılında Kamu Hizmet Komisyonu Başkanlığı’na atandı ve bu görevi de 1973 yılına kadar altı yıl boyunca yerine getirdi. 17 Haziran 1991 tarihinde hayatını kaybetti. Aziz Bey’in Hıfziye Hanım ile evliliğinden Türkan ve Kâmuran adıyla iki kızı ve Baber ismiyle bir oğlu bulunmaktadır. Aziz Bey Türkiye’nin ünlü hukuk ve siyaset bilimi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın da (1915-1991) amcasıydı. Aziz Bey’i Amerika’ya davet eden ağabeyi Hayreddin Bey de Tunaya’nın babasıydı.

Mehmet Aziz ve ekibi tüm dünyada bir türlü yapılamayanı yapmış ve sıtmayı ülkeden silmişlerdi. 20 Ağustos 1948 tarihli gazeteler Omorfo’nun (Güzelyurt) Siryanahori köyünde yaşayan Kıbrıslı Rumların Mehmet Aziz’i köylerine çağırarak büyük bir eğlence tertiplediklerini yazıyorlar. İngiliz Sıhhiye Müdürü Shelley’nin de katıldığı kutlamada köylüler yıllarca sıtmadan kırıldıklarını ve bundan böyle her 15 Ağustos’u Mehmet Aziz ve ekibinin şerefine bayram ilan ettiklerini açıklamışlar. Ama burası Kıbrıs, hiçbir hikâye güzel devam etmez nedense. Toplumlararası çatışmalar sonrası, iki toplum her konuda olduğu gibi sıtmayla mücadelede de ayrılmışlar. Zaman zaman özellikle iki toplumu ayıran sınır çizgisine yakın bölgelerde tekrarlayan küçük çaplı salgınlarda inanması güç ama salgını kimin sineğinin çıkardığı tartışılmış. Mesela mı? 1969 yılında Mağusa’nın Ovgoroz (Ergazi) köyünde anofel cinsi sinekler bir anda görülmeye başlayınca Türk-Rum bölgelerinin birbirine değen kısımlarını kimsenin ilaçlamadığı anlaşılmış. Türk tarafının Sıhhi İşler Müdürlüğü, o sinekler Rum bölgesinde kalan Ayvasıl’dan geliyor derken, Rum meslektaşları “Hayır, onlar sizin anofelleriniz” diye karşılık vermişler.

Kıbrıslıların akılsızlıklarla dolu tarihi…

Kıbrıslının tarihi böyle akılsızlıklarla doludur. Bir araya geldiklerinde başardıklarından ders almak yerine akıl dışı çatışmalarla birbirlerine girerler böyle. Birbirlerinin sineklerinden korktukları günler geride kaldı, şimdi birbirlerinin Korona virüsünden korkuyorlar. İşte Anastasiadis olsun, Akıncı olsun, dünyayı pençesine alan Covid-19 salgınına dönük kendi bölgelerinde kendilerini seçen yurttaşlarıyla sınırlı bir mücadele içindeler. Halbuki bu salgın karşısında daha dün adanın siyasi sorununu çözmek için dirsek eskiten bu siyasilerden ortak bir duruş sergilemeleri hususunda bir beklenti ummak çok mu fazla şey istemek olur? Bu
salgını elbette dünya da, ülkemiz de yenecektir. Lakin geride ortak insani bir hatıra bile bırakamayan bir siyasi kültürün insanlarımıza verecek neyi olabilir ki? Söyleyeyim, koca bir hiç!

Oysa 1948’de, o büyük savaşın ardından üstelik, Sardinya Valisi Pietro Pinna, Sömürge Valisi Lord Winster’e bir mektup yazarak teklifte bulunmuş. Sıtmayla mücadele o sırada Sardinya’da sürmekteymiş. Vali Pinna şöyle demiş: “Eğer bizden önce sıtmayı yendiğiniz ortaya çıkarsa size bin litre özel Sardinya şarabı göndermek istiyoruz. Eğer biz becerirsek bu defa siz bize bin litre kumandarya (Gumandarga) şarabınızdan yollarsınız.” 28 Nisan 1950 tarihli gazetelerde şöyle bir haber var; "Mehmet Aziz ve ekibinin büyük başarısının şerefine Sardinya’dan gönderilen bin litre şarap limandan teslim alındı ve bu mücadelede yer almış tüm anti-sıtma savaşçılarına dağıtıldı."

Bilmem bilir misiniz? İngilizlerin cin-toniğe düşkünlüğünün sebebi aslında sıtmadır. Çünkü toniğin hammaddesi sıtmanın ilacı olan kinindir. Bu yüzden Hindistan’dan, Mısır’a, Kıbrıs’a ve daha birçok sömürge toprağında görevli İngilizler biraz da sıtma belasına cin-tonik müptelası olmuşlardır.

O halde ben de bu gece cin-toniğimi elime alıp Mehmet Aziz’in, onunla birlikte hayatları pahasına mücadele etmiş o kahraman dört Kıbrıslı işçinin ve onların zaferinin bin litre şarapla ödüllendiren Sardinya Valisi Pinna’nın nezdinde bir gün ortak bir hayat kuracaklarına inandığım tüm Akdeniz halklarının şerefine kaldıracağım.