Okuma kültürü

İsmail Özcan: Eğitimci/Yazar 27 Martla başlayan 2020 yılının “Kütüphane Haftası”; dünyayı titreten, panikleten coronovirüs salgının gölgesinde...

Okuma kültürü - Resim : 1İsmail Özcan: Eğitimci/Yazar

27 Martla başlayan 2020 yılının “Kütüphane Haftası”; dünyayı titreten, panikleten coronovirüs salgının gölgesinde kaldı; hiçbir yerde göze batacak şekilde gündeme gelmedi. Elbette bu durumu eleştirecek halimiz yok. Eğer biz önceki yılların kütüphane haftalarını gereği gibi değerlendirebilseydik, evlere kapandığımız bu günlerde zamanımızı kitaplarla hiç sıkılmadan en hoş şekilde geçirebilirdik. Devlet adamı, eğitimci ve yazar Hasan Ali Yücel, kitap okuyarak zamanın nasıl en iyi şekilde değerlendirileceğini şöyle anlatıyor: “En büyük yazarların herhangi bir kitabı yüz kuruşa alınır ve bu büyük yazar ile baş başa on gün, yirmi gün, bir ay oturup konuşabilirsin. Yazık, okumaya alışmamış, onun tadını almamış olanlara! Onlar, ıssız bir âlemde yaşayan zavallı mahkûmlardır.”

Biz, en başta kitap olmak üzere yazılı-basılı nesnelerle ilgisi olmayan bir toplum olduğumuz için, Cumhuriyet döneminde bile bütün çabalara rağmen bir okuma kültürü oluşturamamışız. Bu kültür olmadan kitapla, gazete ve dergi gibi yazılı-basılı şeylerle dostluk kurmak söz konusu olmuyor. Okumanın kültürü olur mu? Elbette olur. Bu, uygar bir insanın hayatındaki en önemli kültürlerden biridir. O zaman nedir okuma kültürü?

Okuma kültürünün amentüsü okumayı sevmektir. Bu sevgi olmazsa sözünü ettiğimiz kültüre sahip olmak mümkün değildir. O zaman? O zaman ilk yapılacak şey, okuma sevgisini öğrenmektir. Eğer istenirse her sevgi gibi okuma sevgisi de öğrenilebilecek bir sevgidir. Yeter ki o isteğe, o hevese sahip olunsun. Bu sevgi zaten varsa, ya da kazanılmışsa, okuma kültürü için ilk baraj aşılmış olur. Bundan sonra ilgisini çeken türde kitap edinmek, okumak için zaman ayırmak; dizi izleyiciliği, spor ve dedi kodu muhabbeti gibi esas işi ve meşguliyeti haricindeki ilgileri azaltmak; okumanın tadına, keyfine varma çabasını aralıksız sürdürmek, bu kültürü edinmenin olmazsa olmaz aşamalarıdır. Bu aşamalardan sonra her okurun roman, hikaye, deneme gibi sevdiği bir edebiyat alanı ve o alanda sevdiği yazarlar ve kitaplar olacaktır. Bu da okuma kültüründe varılacak önemli bir noktadır.

Okumanın temel materyali kitaptır. Okumayı sevmek, onun tadına ve keyfine varmak için ilk elde okunacak kitapları büyük bir dikkatle seçmek; bunun için bilgili, ilgili insanlardan yardım almak; onların tavsiyeleri doğrultusunda ilk kitapları okumak gereklidir. Bir insan böyle bir başlangıçla belli mesafeleri aldıktan, bir alışkanlık kazandıktan sonra artık hiç kimse onu o yoldan döndüremez.

Bilginin en iyi ve en güvenli kaynağı kitaptır. Stefan Zweig’ın “Henüz hiçbir elektrikli ışık kaynağı, incecik bir kitabınki kadar parlak bir aydınlık yaratamamıştır” sözü kitabın önemi ve etkinliği noktasında çok iyi bir rehberdir.

Kitaptan öğrenilen bilgi, aynı değerde ve kalitede başka hiçbir yerden öğrenilemez.

Biz birçok alanda standartlara uymayan bir toplum olduğumuz için kitap ve okuma konusunda da çelişkili bir durumumuz var. Toplum olarak kitaba ve okumaya oldukça mesafeli olmamıza rağmen içimizden gelişmiş ülke standartlarında kitap dostları, kitapseverler çıkmıştır. Bunların sayısı çoktur. Sadece iki örnek vereceğiz.

Bir Türk bibliyofili (kitapseveri) olan Cemil Meriç şöyle diyor: “Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe, içindeki tanrı çekiyor beni.”

İkinci örneğimiz yaşayan bir kitap tutkunu olan Selçuk Altun’dur. Selçuk Altun kendisi için söylenmiş olan, “Selçuk Altun’un nefes alması kitap içindir” ve “Selçuk Altun için kıyamet, kitapsız bir dünyadan başka bir şey değildir” sözlerini omuzlarına takılmış sanal bir apolet olarak kabul etmektedir.