“Ulan biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?"

Şimdi Antakya, Maraş, Malatya iş makinalarının gürültüsü ve toz bulutları arasında. Çadırlarda, az sayıda konteynerde insanlar yaşamaya çalışıyor. Milyonlarca insan ülkemizin çeşitli yerlerinde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Yaşadıkları şehirlere dönmek istiyorlar ama bu nasıl mümkün olacak?

İki aylık bir aradan sonra tekrar merhaba. Geçtiğimiz yılın temmuz ayından beri her hafta yazdığım Gerçek Gündem’den depremden buyana uzak kaldım.

6 Şubat Depremi on binlerce insanımızı hayattan koparttı, binlerce kişi kalıcı sağlık sorunlarıyla bundan sonraki hayatını sürdürmek zorunda... Yüz binlerce insanın başını sokacak bir evi yok. Maraş, Hatay, Adıyaman’da yıkımın ne kadar büyük olduğu kelimelerle tarif edilemez.

Kendisi hayatta olup; anne babasını, evlatlarını, sevdiklerini kaybedenler; hala yakınlarının cenazelerine ulaşamayanlar; bazı yakınlarının yaşayıp yaşamadığı bilgisine dahi sahip olamayan, onları arayanlar; kayıp çocuklar… Yaşanan acıların tarifi ve sonu yok. Enkaz altından yakınlarının cenazelerini çıkartabilenlerin, onları defnedebilenlerin buna şükrettiği günlerden geçtik.

UĞULTUYLA GELEN SARSINTI

17 Ağustos 1999 Depremi’nde Bursa’daydım, lise son sınıf öğrencisiydim. Gece saat 3’te şiddetli bir sarsıntıyla yataklarımızdan fırlamış, kendimizi dışarıya atmıştık. Hayatımızda ilk defa bu kadar şiddetli bir depremle karşılaşıyorduk. Bizim oralarda yıkım olmamıştı, can kaybı yoktu ama hemen dibimizdeki bir şehir yerle bir olmuştu ve on binlerce insanımız hayatını kaybetmişti.

Milyonlarca insan, yıllar yılı bunu unutmadan ve ara ara yükselen deprem endişesiyle hayatlarına devam etti. Artık hepimizin aklına mıh gibi çakıldığı üzere deprem bizim coğrafyamızın gerçeği. 1900’lerin başından beri şiddeti 6’nın üzerinde olan 231 deprem yaşamışız. 17 Ağustos’un ardından 12 Kasım’da 7.2 şiddetinde Düzce Depremi’ni, 2011’de Van Depremi’ni, 2020 yılında 6,8 Elazığ ve 6.6 İzmir depremlerini yaşadık. 6 Şubat Depremi ise ülkemiz tarihinin en büyük yıkımı oldu.

Oradaydık; Antakya’da yılın en soğuk günleri yaşanıyordu. Yağmurlu bir pazarın ardından her yerde olduğu gibi yeni bir haftaya başlamak için uykuya yatılmıştı. Deprem endişesi dedim ama o gün aklımıza deprem hiç gelmedi. Sonradan öğrendiğimize göre saat 04:17’ymiş, büyük bir uğultuyla başlayan şiddetli sarsıntı “bitti bitecek” derken çok daha büyüdü ve dehşete dönüştü. Bilmiyorum insan hayatında kaç kere “tamam buraya kadarmış” der. İşte o zifiri karanlık gecede milyonlarca insan “tamam buraya kadarmış” dedik ve on binlerce insanımız hayatını kaybetti.

Dışarıya çıktığımızda yaşananın nasıl bir felaket olduğunu anlamadık. Yalnızca burnumuza gelen beton tozu kokusundan bazı binaların yıkıldığını anladık. Tek dileğimiz kimseye zarar gelmemiş olmasıydı. Radyoda depremin merkez üssünün Maraş Pazarcık olduğu söyleniyor, etkilenen şehirlerin adları sayılıyordu. Biz de ilk anda büyük bir deprem olduğunu ve Antakya’nın da etkilendiğini ama radyoda da hiç bahsedilmediğine göre büyük bir yıkım olmadığını sandık. Hava aydınlanır aydınlanmaz gördüklerimize inanmak çok güçtü ama ne yazık ki gerçekti! Binaların birçoğu yıkılmış, yıkılmayanlar da harabeye dönmüştü. Her enkazın altından insanların yardım çığlıkları yükseliyordu. Çaresizliğin böylesini insan kâbuslarında bile görmüyor. O koca koca beton blokları kaldırmaya ne yazık ki insan gücü yetmiyor.

SAATLER, GÜNLER GEÇİYOR KURTARMAYA GELEN YOK

Günün aydınlandığı ilk saatlerde enkaz altında kalmayan az sayıda insanın kimi yıkılan binaların başında yakınlarına sesleniyor, kimi feryat figan acısını haykırıyor, kimi de harabeye dönmüş sokaklarda, caddelerde yürüyor bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Saatler ilerliyor, hayatta kalanlar bir yandan akıl sağlığını korumaya çalışıyor bir yandan da diğer şehirlerde yaşayan insanlara durumun vahametini bildirmeye çalışıyor. Herkesin tek isteği bir an önce arama kurtarma ekiplerinin ulaşması ve yıkılmış binalardan insanları çıkartması.

Pazartesi akşam oldu ama tek bir yetkili, gelen tek bir yardım yok. Yıkılmış binanın başında yakınlarına ulaşmaya çalışan biri haykırıyor: “Ulan biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Biz üvey evlat mıyız?”

Akşam oluyor insanların girecek bir evi yok. Yıkılmamış tek katlı kafelere, arabalara sığınabilenler sığınıyor. Geri kalanlar bölgenin en soğuk günlerinde, aralıksız yağan yağmurun altında, ateş başlarında... Başka yerlerden gelen insanlarla da konuştuğumuzda anlıyoruz ki Antakya neredeyse tamamen yıkılmış.

GİZLEYEMEZSİNİZ, GERÇEK ORTADA

Deprem doğanın, coğrafyamızın bir gerçeği. Başka bir gerçek ise para, kar, rant için insan hayatını hiçe sayan kapitalizmin felaketimizin esas nedeni olduğu. Son yüz yıllık tarihimizde onlarca büyük depreme maruz kalan, nerelerin deprem bölgesi olduğunu herkesin bildiğin bir ülkede yaşananlardan zerre ders çıkartmayan kapitalizmin en pespaye biçiminin hüküm sürdüğü bir ülke burası.

Bu söylediklerimin benzerleri muhtemelen 1999 Depremi’nden sonra da söylenmiştir. Bunların üstüne 2002 yılından beri ülkeyi yöneten AKP gerçeğini koyduğumuzda tarifi zor bir kötülüğü işaret etmiş oluyoruz. Bildiği halde insan inanmakta güçlük çekiyor. Biz yardım çığlığını duyduğumuz insanları enkazların altından çıkartamamış olmanın acısını hep hissedeceğiz. Bu ülkeyi yönetenler insanların feryatlarına, devleti eleştirmelerine tahammül edemediler. Kendilerine kibirden yaptıkları kalelerden halka bakıp her şeyi doğru yaptıklarına ülkeyi inandırmaya çalıştılar. Tayyip Erdoğan “Diğer sınamalar gibi deprem felaketinin de altında kalmadık, Allah'ın izniyle kalmayacağız.” diyor. Yalan da değil deprem onların olduğu yerlerde pek hissedilmedi.

Oradaydık, depremin üzerinden 48 saat geçmesine rağmen bir Allah’ın kulu insanları kurtarmaya gelmedi. Mesela Antakya’ya gelmesi zaten çok zordu, çünkü “yol yaptık” diye övünenler Antakya’ya giden yolu Belen’de sonlandırmıştı. Sonrası dar, yokuş ve kötü bir yoldu. Normal bir zamanda da Belen içinden geçerek Antakya’ya ulaşmak hayli zordu. Neden Antakya’ya giden doğru düzgün bir yol senelerce yapılmadı?

BUNLARI NASIL UNUTALIM?

“Ulan biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Biz üvey evlat mıyız?” haykırışını unutmuyorum. Enkazın başında yakınlarıyla hala irtibat kurabilen, yardım bekleyen birisi bunu söylüyordu. Yüz binlerce insana bunu hissettirdiniz, Antakya’da, Malatya’da, Adıyaman’da ve yardım bekleyen diğer her yerde.

99 Depremi’nde binlerce insan kurtaran askeri “birileri kurtarılacaksa onu da biz kurtarırız” diye mi sahaya indirmediniz? İş bilmez, beceriksiz, liyakatsiz adamlar en basit işleri bile beceremedi, koordinasyonu sağlayamadınız, gönüllü yardımlara bile bazen iş bilmezliğiniz, bazen de bile isteye engel oldunuz. Profesyonel, gönüllü arama kurtarma ekiplerini 24 saatten fazla havaalanlarında beklettiniz. Enkaz altında kalanlar sosyal medyadan seslerini duyurmaya çalışırken Twitter’ı yavaşlattınız.

AFAD’ı arama kurtarma tek adres haline getirmek için mantıksız pek çok şey yaptınız. Bir kurumun insan hayatından daha önemli hale geldiği bir düzeni hak etmiyoruz. Ya Kızılay? 1868’den beri var olan bir kurumun içini boşaltmayı, işlevsizleştirmeyi, yandaşların nemalandığı yer haline getirmeyi nasıl becerdiniz?

“Yüzyılın felaketi” diyerek olanı doğaya, “kader planı” diyerek de Allah’a havale ettiniz. Güçlü devlet imajınızın enkaz altında kalmadığını ispat etmek için sizi eleştirenlerin peşine düştünüz. Çareyi bölgede OHAL ilan etmekte buldunuz. Göstermelik müteahhit tutuklamalarıyla imar affının mimarı olduğunuzun unutulacağını mı sanıyorsunuz?

O vıcık vıcık, memleketi soyanların aklanma seansına dönen yardım gecesine hiç girmeyeyim, sözü uzatmayayım. Ama müsaade edin sorayım; topladığınız paralar nerede?

Bütün bunlar yalnızca beceriksizlikle, liyakatsizlikle, iş bilmezlikle mi açıklanacak? Elbette hayır, halka karşı işlenmiş büyük suçlar, insanlık suçlarıdır ve sorumluların hesap vermesi gerekir.

YENİ BİR HAYATI KURMAK MÜMKÜN MÜ?

İnsanlar tarifsiz acılarla sınanırken, ülkemizin hemen her köşesinde yeşeren dayanışma çabaları elbette yıkıntıların arasında hayatta kalmaya çalışan insanlara iyi geldi. Hayatın olağan akışında sıradan şeyler olan su, sıcak bir çorba, kıyafet gibi şeyleri kaybettiğinizde ve birilerinin bunları size ulaştırmak için çabalamasının değerine paha biçilemez. İyi ki dayanışma var, iyi ki engellemelere rağmen bu çalışmaları örgütleyenler var…

Belediyeler, sivil yardım kuruluşları, sosyalist parti ve örgütler en başından beri canla başla çalıştılar, çalışmaya devam ediyorlar. Bunlar umutlu olmamızı sağlıyor. Ama bütün bunlarla birlikte bir gerçeği asla unutmamalıyız: Ülkemizi olası depremlere hazırlıklı hale getirmek, bütün kamusal olanakları buna göre değerlendirmek ve yukarıdan aşağıya yeni bir sistem kurmak en temel görev olmalı.

Eğer depremden sonra binlerce arama kurtarma görevlisini seferber edemiyor, organizasyonunu sağlayamıyorsanız, binlerce kepçeyi, vinci, kurtarma araçlarını devreye sokamıyorsanız yapabilecekleriniz çok sınırlı. Dayanışma daha çok hayatta kalanların hayatını sürdürebilmesine bir nebze olsun destek olmak demek.

BİR AN OLSUN AKLIMIZDAN ÇIKARMAMALIYIZ

Şimdi Antakya, Maraş, Malatya iş makinalarının gürültüsü ve toz bulutları arasında. Çadırlarda, az sayıda konteynerde insanlar yaşamaya çalışıyor. Milyonlarca insan ülkemizin çeşitli yerlerinde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Yaşadıkları şehirlere dönmek istiyorlar ama bu nasıl mümkün olacak?

Hayatta kalanların yaşamlarını sürdürebilmesi için, yaralarının bir nebze kapanabilmesi için, hayatın tekrar kurulabilmesi için yaşanılanların bir an bile aklımızdan çıkmasına izin vermeyelim. Seçim başta olmak üzere her meseleye depremde yaşadıklarımızı düşünerek yaklaşalım. İnsan canının zerre kıymetinin olmadığı bu karanlığı yırtmanın bir yolunu mutlaka bulmalıyız.

Deprem bölgesinde yaşayan insanların ve yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalanların hayatlarının devam etmesi için dayanışmamızı eksik etmeyelim. Barınma, gıda, beslenme gibi ihtiyaçlar hep olacak.

Bunun dışında dayanışmanın pek çok yeni yolunu da bulmamız gerekecek. Örneğin eğitimine devam etmesi gereken, ailesini, evini, bütün maddi olanaklarını kaybetmiş binlerce çocuk ve genç var. Elbette bu en başta devletin görevi. Ama hem devletin bunu yapması için mücadele etmek hem de dayanışma faaliyetleri örgütlemek, katkı sunmak bizim elimizde.

İki aylık aradan sonra bir oturuşta dilimden bunlar süzülüverdi. Sürçülisan ettiysem affola. Kaybettiğimiz insanlarımızın anısına sonsuz saygıyla...

Etiketler
Antakya Malatya