Aksi mümkün mü? Taksim’de patlayan bomba, tutmadığımız yas

Katliamlar, bombaların patlaması, provokasyonlar eşitlik, demokrasi ve barışın tesis edilmesiyle son bulacak. Bu da yalnızca sol politikalarla başarılabilir.

Yarın bir hafta olacak; geçtiğimiz pazar günü Arzu Özsoy, kızı Yağmur Uçar, Yusuf Meydan, kızı Ecrin Meydan, Mukaddes Elif Topkara ve eşi Adem Topkara kalleş bir bombalı saldırıda katledildi, 81 insanımız ise yaralandı.

Böylesi bir saldırıya maruz kalmanın nasıl acı sonuçları olduğunu, hayatta kalınsa bile bedensel ve ruhsal olarak hayata aynen devam edilemediğini yıllardır yaşayarak tecrübe eden çok insan var. Yani yaşanan “çizikti, şuydu, buydu” denilince hafiflemiyor.

Taksim’in ortasında bomba patlatmak insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, bütün değerlendirmelerin öncesine kalın puntolarla yazılması gereken budur. Bu vurgu hemen ilk anda, daha saldırının kim ya da kimler tarafından yapıldığı ortaya çıkmadan kuvvetli bir biçimde yapılmadır.

HER ŞEY HEMEN GEÇSİN Mİ? YAS TUTMAYALIM MI? KORKMAYALIM MI?

Olayların etkisinin hızlıca geçtiği, geçmesinin istendiği bir dönemde yaşıyoruz. Gerçek hayat sosyal medya kanallarındaki gibi önümüzden akıp gidiyor. Anında haberdar olamadığımız gelişmeler eksik kaldığımız hissine neden oluyor, yaşanılan bir kötülük eğer doğrudan bize veya yakınımıza yönelmemişse yarattığı etki saman alevi gibi sönümleniyor.

Amasra’da 14 Ekim’de yaşanan işçi katliamı ülkenin gündeminde aynı sıcaklığıyla kaç gün kaldı? İlk öğrendiğimizde yaşadığımız acı, öfke ne kadar sürdü? Katliamın ardından yazılan, anlatılan gerçeklerin ne kadarı aklımızda? İşçilerin yaşam öyküleri, isimleri hala hatırımızda mı? Sanmıyorum… Hızlandırılmış gündemler ön sıralara yükselirken doğrudan muhatabı değilsek acıyı da öfkeyi de çabucak tüketiveriyoruz. Ölenler birer sayı olarak aklımızda kalıyor, “41 kişi hayatını kaybetti”. Ne yazık ki bir zaman sonra o sayıyı da katliamı da unutmuş olacağız. Unutmanın tamamen hafızamızdan silinmesi anlamına geldiğini düşünmüyorum. Artık mesele edilmeyen, davası güdülmeyen bir konu unutulmuş demektir.

İnsanı sayılarla ifade etmenin içimize sinmeyen, olmayan bir tarafı var. İstatistik insan hayatını, acıyı anlatmaya ve anlamaya yetmiyor. Taksim’de yaşanan katliamdan sonraki günlerde sonrasındaki “6 kişinin hayatını kaybettiği…” ile başlayan cümleleri her okuduğumda bunu düşündüm. Daha önlerinde yaşayacakları uzun yıllar olan insanlar hiç beklemedikleri bir anda hayattan koparıldılar. “6 kişi” deyivermek ne kadar kolay. Ya yakınları, nasıl devam edebilecekler hayatlarına. “Soğukkanlı” değerlendirmelerimizi bunu daha fazla düşünerek yapmalıyız.

Ne yazık ki olağan ilerleyişe göre zaman aktıkça, gündemler gündemlerin üstüne bindikçe, önem sıraları değiştikçe Taksim katliamından uzaklaşacağız. “Bu tür saldırılar hayatın doğal akışına darbe vurmak için yapılır” denir. Saldırılara karşı durmak hayatın doğal akışına çabucak dönmek midir? Hayatın doğal akışı çoğu zaman olmamış gibi saymayı, hafızadan silmeyi vazetmez mi? Taksim saldırısından bir gün sonra, 14 Kasım’da katliam sebebiyle işe gitmemiş, işyerlerinin kepenkleri açılmamış, her gün yaşadığı gibi güne başlamayan ve meydanlarda katliamı lanetleyen bir ülke bir ülke olamaz mıydık?

“Ateş düştüğü yeri yakar” acıyı, yası yaşayanların yalnızlığını anlatır. Taksim’de ateşin düştüğü yer ise ülkemizin kalbidir. Hayatını kaybeden insanların yalnızlığını bir nebze olsun azaltacak olan ise acıyı ortaklaştırmak, birlikte yas tutabilmektir. Birlikte yas tutamayan bir halk birlikte neye sevinebilir?

“Korkmuyoruz” demek doğru ve gerçek mi? Meydanlarda bombaların patlamasından, yakınlarımızın, kendimizin ve bütün halkın böyle saldırılara maruz kalmasından korkuyoruz. Korku insani bir duygudur, mühim olan ise korkuya teslim olmamak, sinmemektir. Yapılması gereken korkumuzun nedenlerini ortadan kaldırmaya dönük bir mücadeleye girişmemizdir.

Öncelikle yapanlara, başka saldırılara niyetlenecek olanlara istedikleri sonuçları alamayacaklarını göstermek; devamında ise bu tür saldırılara zemin yaratan siyasi ortamı değiştirmek mücadelenin iki önemli aşamasını oluşturuyor.

İKTİDAR MENSUPLARI AYNI ŞEYLERİ SÖYLEMİYOR

Saldırı gerçekleştiği andan itibaren kısılan iletişim olanaklarıyla halkın bilgi alma hakkı gasp edildi. Ama aynı esnada iktidar nasıl bilmemiz, nasıl görmemiz gerektiğine dair hızlıca bir hazırlık yaptı ve tek yanlı bilgiyi üzerimize boca etti. Saldıranın ve diğer sanıkların sorgularından anında haberdar olduk. Ev baskınları, Emniyete götürülüşleri, mahkemeye çıkışları kısa filmler halinde yayınlandı.

Böyle yapılınca bütün toplum resmi söyleme ikna oldu mu? Şimdilik öyle görünmüyor.

İktidar ezberinin dışında yaşanan durum karşısında şimdiye kadar görmediğimiz bir ikirciklikle konuya yaklaştı. İçişleri Bakanı’na bakarsanız adres belli; ABD’nin eğittiği terör örgütü militanları Suriye’den gelerek saldırıyı gerçekleştirdiler. Bakan “mesajı aldık”, “ABD’nin taziyesini kabul etmiyoruz” diyordu. Aynı zamanlarda ismini vermeyen bir takım üst düzey yetkililer İŞİD gibi ihtimaller üzerinde de durulduğunu söylüyorlardı. İktidarın başka yetkili isimleri İçişleri Bakanının söylemini sürdürmediler ve en önemlisi Cumhurbaşkanı tam aksi yönde bir tutumla ABD Başkanı Biden ile görüştü. Fazlası da oldu, Erdoğan taziye gönderen tüm devletlere ve hatta Soylu’nun hedefe koyduğu ABD’ye teşekkür etti.

İşaret edilmekte olan PKK ise eylemin kendileri tarafından yapılmadığını açıkladı. Akla ilk gelen örgütlerden biri olmalarına karşın saldırı sonrası yakalanan şahıs ve şahıslar, saldırının yapılış biçimi, saldırganın bombanın patlamasının ardından izlediği yol pek çok sorunun oluşmasına, toplumun iktidar tarafından ikna edilememesine neden oluyor.

İlk günlerde yaygın kanı iktidarın bu saldırıdan hareketle Kobane gibi alanlara yöneleceği yönündeydi, henüz buna dair somut bir yönelimden söz edilemez. Eğer aksi yönde bir gelişme olmazsa ortak bir cümle kuramayan iktidar bu gündemi zamana yayarak soğutacak gibi görünüyor.

YA MUHALEFET?

“Türkiye’yi terörle dizayn etmek isteyenlere karşı kararlı duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz” diyen Altılı Masa’nın da saldırının üstüne gitmek gibi bir çizgisinin olmayacağı görülüyor. Taviz vermemek, teröre karşı mücadele etmekten geri durmamak, sorumluluğun bilincinde olmak ve kararlı olmak ne demek, bunların hayatta somut karşılığı nedir bilmiyoruz.

Saldırıdan sonra birkaç saat içinde temizlenen, sonra ağaçların ve bankların kaldırılarak, bayraklarla donatılan caddeye parti yöneticilerinin yaptığı sembolik ziyaretleri yeterli mi sayalım? Aradan beş - on yıl geçtikten sonra da yapılabilecek karanfil bırakma, anma eylemleri bu saldırıya verilen cevap olarak görülebilir mi?

Seçim sürecinde olası saldırıların engellenmesine dair bir plan var mı? Saldırı günü halkın haber alma hakkının engellenmesine dair etkili bir tutum alınmamasının gerekçesi nedir? Seçim günü aynısının yapılması nasıl engellenecek?

2015 SÜRECİNİN BENZERİ Mİ?

Toplumsal muhalefet bileşenlerinin ana vurgusu ise ülkenin 2015 yılındaki sürece benzer bir döneme sokulma tehlikesine dair oldu. Evet, şiddet, baskı, bombaların patlaması, provokasyonların yapılması seçim sürecinin olası bir tehlikeleri. Bu konuda yeterince tecrübeye sahip bir ülkeyiz.

Ama yaşadığımız kısa dönemin her bir evresi süreçlerin birbirlerinin benzeri biçimde yaşanmadığını da gösteriyor. Geleceğin bütün olasılıklarını geçmişe bakarak bulamayacağımız da ortada. Siyaset olağandışı durumlar karşısında refleks gösterme kabiliyeti gerektirirken, herkesin konuştuğu “olası ihtimallere” karşı planımız programımız olması gerekmez mi? 2022 yılındaki pratiğimizin benzerini 2023’te tekrar ettiğimizde olağanüstü gelişmelere hiç cevap veremeyecek olduğumuz açık değil mi?

Kutuplaşmanın da ötesine geçerek atomize olmaya doğru ilerleyen toplumsal yapımıza “gelin bir olalım” diyebilecek bir zemin ve güç için çok daha fazlasını yapmamız gerekmiyor mu?

“Geçmişe ve geleceğe aynı pencereden bakamıyoruz, bugün olana karşı da yapacak bir şeyimiz” yok mu diyeceğiz.

Aksi mümkün! Üstümüze çöken karanlığı yırtıp atacak, halkın vicdanı olmayı başarabilen, katliamları engellemeyi, katliamlara zemin açan siyasi ortamı değiştirmeye aday bir sol mümkün.

Katliamlar, bombaların patlaması, provokasyonlar eşitlik, demokrasi ve barışın tesis edilmesiyle son bulacak. Bu da yalnızca sol politikalarla başarılabilir.

Taksim’de hayatını kaybedenlerin yakınlarına sabır, yaralı insanlarımıza acil şifalar diliyorum.

Etiketler
Patlama Provokasyon Taksim